HİSSE-13
BEDEVÎNİN DUÂSI
Hazret-i Ömer (رضي الله عنه), Resûlullah ( ﷺ )’in kabrini ziyâret eder. Kabri önünde bir bedevînin duâ ettiğini görür ve arkasında durup duâsını dinlemeye başlar. Şöyle duâ etmektedir bedevî:
-“Yâ Rabbi! Bu senin Habîbin, ben de kulunum. Şeytan da düşmanın. Eğer beni bağışlarsan habîbin sevinir, kulun kazanır, düşmanın üzülür. Beni bağışlamazsan habîbin üzülür, düşmanın sevinir, kulun helâk olur. Yâ Rabbi! Sen habîbini üzmekten, düşmanını sevindirmekten, kulunu helâk etmekten daha cömertsin. Yâ Rabbi! Araplar arasında asil insanlar vefât ettiklerinde kabri başında kölesini âzâd etme geleneği vardır. İşte Âlemlerin Efendisi vefât etti. Kabri başında beni cehennemden âzâd et…”
Bunun üzerine Hazret-i Ömer (رضي الله عنه) avazı çıktığı kadar:
-“Yâ Rabbi! Bu Bedevî’nin Sen’den istediğini ben de istiyorum” diye bağırır. Sakalı ıslanıncaya kadar hıçkıra hıçkıra ağlar. Bedevî dayanamaz ve:
-“Ey Mü’min’lerin Emîri! Sen de mi ağlıyorsun?” der. Merhametlilerin en merhametlisi olan Allâh’ım! Bizi de, ana-babamızı da, sevdiklerimizi de, üzerimizde hakları olanları da cehennemden âzâd eyle. Yâ Rabbi! Biz de o bedevînin istediğini istiyoruz, kabûl eyle Allâh’ım…! (آمين)
***************
ZEHİRLEYEN BENDİM
1980’li yıllardı. Kütahya’da, bir akşam vaktiydi. Elindeki kitaptan ders yapan zat “Konuşan Yalnız Hakikattir” başlıklı yazıyı okuyordu. Okurken sıra “…bana zulmedenlerin, beni kasaba kasaba dolaştıranların, hakaret edenlerin türlü türlü ithamlarla mahkûm etmek isteyenlerin, zindanlarda bana yer hazırlayanların hepsine hakkımı helal ettim.” cümlelerine gelmişti.
Koltuğun birisinde yarı dinler, yarı uyur vaziyette duran elli yaşlarında gösteren bir kişi bu cümlelerin okunmasıyla dikkat kesildi. Ders bitince yanındakilere sordu:
—Bu zat hapis yatarken zehirlenmiş midir?
Evet, dediler.
—Afyon Hapishanesi’nde mi yatmıştır?
Evet, dediler.
Bu cevapları alan kişi, üzgün ve mahcup bir vaziyette der ki: “O zatı zehirleyen sağlık memuru bendim.”
Emekli sağlık memuru olan bu kişi, zehirleme olayını bakın nasıl anlattı:
1947–1948 yıllarıydı. Afyon Hapishanesi’nde yatmakta olan bu zat için, görevli kişi, hükümet tabibini çağırmış. Elinde tuttuğu zehirli iğneyi göstererek: Bu iğneyi şu kişiye yapacaksın.” demiş. O da ancak yazılı emirle yapabileceğini söylemiş. Görevli kişi: “O zaman bir memurunu gönder.” demiş. Hükümet tabibi de beni gönderdi. Beni hapishanede karşıladılar. Önce: “Bu doğulu hoca, bir Kürt devleti kurmak istiyor. Bu kişi devletimiz için çok tehlikelidir. Gizli gizli kitaplar yazarak halkı zehirliyor. Daha neler yapıyor neler. Sen şu iğneyi bu kişiye zerk edeceksin.” dediler. Gizli güçlerin görevlendirdiği bu kişiler, ayak ayaküstüne atarak kahvelerini içerken ben de oraya çağırılan zatın hazırlanmasını bekliyordum. Kendisine iğne yapılacağını anlayan zat dedi ki:
—Ben hasta değilim, benim vücudum iğneyi kaldırmaz, bir haşarat salgını da yoktur. Niçin iğne vurulmak icap ediyor? Yoksa siz iğneyi yapmak mecburiyetinde misiniz?
Evet, dedim. “Bu iğneyi yapmak mecburiyetindeyim.”
“O zaman yap, dedi.
Ağzına kadar zehir dolu olan enjeksiyonun bir miktarı bile insanı öldürmeye yetecekken bana hepsini zerk etmem emredilmişti. Ben iki dizyem yaptım. Bu zat zehirlendiğini çok iyi anlamıştı. Koğuşuna götürüldü. Her an bayılması ve ölmesi bekleniyordu. Bir iki dakika içinde netice alınacaktı.
Gizli komitenin görevli kişileri, birkaç dakikada bir kendilerini arayan telefona cevap veriyorlar: “Hepsini zerk ettik, sonucu bekliyoruz.”
diyorlardı. Koğuşa gidip gelenler, bu zatın acılar içinde kıvrandığını söylüyorlar, fakat öldüğünü bir türlü söylemiyorlardı.
Telefon defalarca çalıyor, görevliler ise hep aynı cevabı tekrarlıyorlardı. Tam bu sırada ezan okunduğunu hatırlıyorum. Dışarı da “Tanrı uludur, Tanrı uludur” sesleri duyulurken içeride “Allahuekber Allahuekber” sedaları yükseliyordu.