KISSALAR

KISSALAR

Vaktiyle bir ateşperest, oğlunu evlendirmektedir. Düğün günü çok koyun ve inek kesilir.

️… Et kokuları mahalleyi sarar. Ancak evin bitişiğinde, Müslüman, dul bir kadın, dört yetimiyle yaşamaktadır.

Hepsi de günlerdir açtırlar. Kadıncağız, düğün evinin kapısını çalıp, ‘ateş’ ister. Ancak maksadı başkadır. “Belki yemek verirler” diye gitmiştir. Adam, kadının niyetini anlasada! bir şey vermez.

️… Kadıncağız, bir daha gidip ‘ateş’ ister. Yine eli boş döner. Üçüncüde yine öyle. Ama ne olur bilinmez, bu defa acır kadına. Hallerini anlamak için dehlize iner ve dayar kulağını bitişik evin duvarına ve dinler.

Yetimcik, annesine yalvarıyor:

– Anneciğim, ne olur bir daha git. Belki bu sefer bir şey verirler.

Kadın ağlamaklıdır:

– Üç defa gittim..! yavrum! Artık utanıyorum.

Adam bunu duyar. Kalbi sızlar. güze bir ‘Sofra’ hazırlatıp, gönderir evlerine. Ve dehlize inip, dinler yine. Yetimlerin en küçüğü dua ediyor:

– Ya Rabbi! O nasıl bize ikram ettiyse, sen de ona ikram et..! Onu imanla şereflendir..!

Ardından;

– Âmiiiin..! sesleri yükselir.

O anda, kalbi döner ateşperestin. Ve ‘Şehâdet’i getirip imanla şereflenir.

Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”

Müddessir..

﴾42 “Sizi şu yakıcı ateşe sokan nedir?”﴿

43.Onlar şöyle cevap verirler: “Biz namaz kılanlardan değildik;

﴾44﴿Yoksulu doyurmuyorduk;

﴾45﴿(Günaha) dalanlarla birlikte biz de dalıyorduk,

﴾46﴿ Ceza gününü de asılsız sayıyorduk,

﴾47﴿Sonunda bize ölüm geldi çattı.”

﴾48﴿Artık şefaatçilerin şefaati onlara fayda vermez.

*************** 

YENİ YETME İLAHİYATÇI

“İmam Buhari gece uykudan uyanır, lambasını yakar, hatırına gelen faydalı bir şeyi yazardı. Hatta bir gecede yaklaşık yirmi defa kalktığı olurdu.

İlahiyat 1. Sınıf öğrencisi Mert, sabah namazına dahi kalkmadığı halde hadis tenkiti yapıyor.(!!!)

66 yaşında hapis cezası olarak kuyuya atılan ve 15 senelik bu zamanda ezberden öğrencilerine 30 ciltlik El Mebsut isimli fıkıh usulü kitabını yazdıran İmam Serahsi’ye, sehiv secdesi yapmayı bile bilmeyen İlahiyat 2. Sınıf öğrencisi Betül kafa tutuyor.(?)

İlahiyat 4. Sınıf öğrencisi Rumeysa Nur’un okumaya vakit bulamadığı kitapları, 40 yıl süren ilmî seyahatler esnasında toplayan, 600.000 hadisi, 16 yılda tasnif ederek 7275 sahih hadisi bize bırakan İmam Buhari, Rumeysa Nur’un derin tenkitlerinden kurtulamıyor.

Muhammed İdris er-Razi’nin hadis için ilk çıktığı yolculuğu yedi sene sürdü. Yaya olarak yürüdüğü yollar bin fersah kadardı. Buna dudak büken var.

İlahiyat 1. Sınıf öğrencisi Şeyma, dolmuşla gidip geldiği fakülte yollarında Hadislerin sıhhat durumunu tartışıyor.

Abdullah ibni Mesud’un hadis rivayet ederken yüz şeklinin değiştiği, nefesi kesildiği, titrediği halde, ilahiyat 2. Sınıf öğrencisi Hasan, Hadis okurken veya kendisine okunurken bacak bacak üstüne atıyor.

Adını bilmediği ama künyesiyle tanıdığı Ebû Hanife’nin binlerce talebesi olup, bunların kırk kadarı müctehid mertebesine ulaşmış olduğu halde, bizim ilahiyat hazırlık talebesi Nisa Nur hanım efendi, kendini ne sanıyorsa, İmam-ı Azam’ın içtihadlarına kafa tutuyor.

İslam 14 asırdır anlaşılmak için, ilahiyat fakültelerinde zuhur edecek 20’li yaşlardaki Kur’an’ı yüzünden bile okuyamayan bu müceddidleri bekliyordu zaten…?

************* 

BU SOĞUK KIŞ GECELERİ SİZLERE ÜSTADIN ÇİLESİNİ HATIRLATSIN

————————

►Buz Gibi Hapishanede Dudakları Çatlamış Yüzü Simsiyah Kesilmişti.. Talebelerini Görünce Ağlayarak Kardaşım Beni Zehirlediler Dedi…

►► Dünyada en çok zulme uğramış bir İslam alimi olan Bediüzzaman Said Nursi (r.a.) hazretleri, 1923’ten itibaren 1956’ya kadar, bilinen toplam yirmi üç defa hunharca acımasızca zehirlenmişti. Bunlar genellikle hapishanelerde ilaç ve yemeklerle vuku bulmuştu. Muazzez Üstadımızın zehirlenme vak’alarından birkaç tanesini naklediyoruz:

Hapis, sürgün, gözaltılar. Ne yaparlarsa yapsınlar Üstadı Kur’ana hizmet yolundan çeviremezler. Kastamonu’da ölsün gitsin diye bir yere sürgün edilmişti. Fakat Kastamonu’nun salih evlatları üstadımızın etrafında toplanmaya başlaması üzerine “derin” adamlar, harekete geçmekte gecikmez. Ve üstadı zehirlemeyi planlarlar. Ve hain planlarını uygulamaya koydular…

Üstad zaman zaman dağlara gidip teneffüs ve tefekkür eder. Bir gün yine bu maksatla kaldığı evden çıkar. Yolu üzerindeki bakkaldan Çoğu zaman meyve gibi yiyecek bir şeyler yanına alır. Üstad’ı gözetleyen ajanlar, söz konusu bakkaldan alış veriş yaptığını tesbit ederler. Bunun üzerine o bakkalı elde ederek Bediüzzaman hazretlerine verilecek meyvelere zehir katarlar. Üstad, o gün yine parasını vererek bir miktar meyve alır. Aldığı bu meyveler daha önceden zehirlenmiştir…

Üstad, çoğu zaman olduğu gibi Hancı Mehmed’den kiraladığı doru ata biner. Tashihi yapılacak kitaplar sebebiyle o gün Mehmed Feyzi Ağabey geri kalır. Tashihi bitirip gidecektir Üstadın yanına. Üstad dağa varınca meyveleri yemeğe başlar. Yer yemezde zehirlenir. Vücudundan adeta kan çekilmeye başlar. İstifra eder ve attan düşer. Yerde kendinden geçmiş şekilde yatar. At, üstadın yanından uzaklaşıp şehre gelir. Hana vardığında yeri eşelemeye ve kişnemeye başlar. Sahibi neler olup bittiğinden habersizdir.

Mehmed Feyzi Ağabey oraya gelmesi de ilginç bir şekilde olmuştur. Evde tashih yaparken kapı çalınır. Dışarıdan : Üstad seni çağırıyor! diye bir ses işitir. Kapıyı açıp baktığında kimseyi göremez. Bu durum üç kez tekrarlanır. Üçüncü defa da kimseyi göremeyince, telaşlanır:

Bunda bir iş var! deyip Hancı Mehmed’in yanına koşar…

Bakar ki at orada ama Üstad yok! Hayvan lisan-ı haliyle adeta bir şeyler söylemektedir. Mehmed Feyzi Ağabey vakit kaybetmeden ata atlayarak süratle, dağa doğru koşar. Üstadı yolda yarı baygın bir halde bulur. Hemen attan iner. Üstad’ın başucuna gelir. Üstad hafifce gözünü açar. Kardeşim Feyzi! Beni zehirlediler.Tanıdığım bir adamdı diyebilir. Üstadı Mehmed Feyzi abi ata bindirip eve getirip yatırır. Üstad günlerce hasta yatar…

Dr. Tahir Barçın ağabey Bediüzzaman’ı çeşitli zamanlarda zehirlediler diyerek bir hatırasında şöyle anlatır:

Eskişehir hapsinde de tifo aşısı diye sol meme üzerinden zehir şırınga ediyorlar. Vücut zehiri tecrit ediyor. Orası sertleşmiş kalmıştı. Zamanla zehir yavaş yavaş balmumu şeklini almış, bir defasında da kopmuştu. Parçasını ayırmış, saklamış. Bir gün ziyaretine gittiğimde, ‘Bak’ dedi. O parçayı sol göğsünün üzerinde çukurluğa koyuyor. Tam oraya uyuyor. Zehirlediklerini ispat ediyor. Her şeyi ispatlı, ispatsız bir şeyi yok. Uydurma değil. Halbuki deri altında her şey kana karışır. O karışmamış, sertleşmiş kalmış. Cenabı-ı Hak muhafaza ediyor…

Ahmet Nazif Çelebi Ağabey anlatıyor:

Afyon hapsinde bir gün bir fırsatta Üstâd’ın koğuşuna girebildim. O sıra Üstâd’ı zehirlemişlerdi. Kışın da en soğuk günleriydi. Yüzüne baktım, adeta simsiyah kesilmiş, dudakları çatlamış, ateşler içinde kıvranmaktaydı. İhtiyarlık ve çok fazla zafiyetiyle beraber, o ağır zehirlenmeden mütevellid çok perişan, odasında kimsesiz, yalnız yardımcısız bulunduruluyordu. Üstâd Hazretleri beni görünce ağlamaya başladı. Ben de ağladım. İkimiz bir müddet ağladık. Dedi: Kardeşim, ben çok perişan bir durumdayım. Seni Allah gönderdi. Sağını solunu aceleden düzelttim, etrafını süpürüp temizledim. Zaruri ihtiyaçlarını gördüm ve çıktım.

***************  

CEVİZ FİDANI DİKMEK

Bir gün Nizamülmülk atıyla giderken yolda bir ihtiyarın ceviz dikmekte olduğunu görür ve sorar:

“Ey ihtiyar! Ceviz 20-30 senede tam olarak yetişip meyve verir; ondan yemek için kaç sene yaşayacağını umuyorsun?”

İhtiyarın tam bir vefa ve sorumluluk örneği olan şu cevabı verir:

“Beyim, diktiler yedik, dikelim ki yesinler…”

*************   

Son pişmanlık fayda etmez…

Saddam Hüseyin   İbretlik bir hikaye…

“ABD savaş uçakları bizim oturduğumuz IRAK’ın Tikrit vilayetine saldırı yaptığı gece, benim evimi yakmaya çalışan komşumdu.

evet hergün selam verip selam aldığımız, sohbet ettiğimiz, yeri gelip yardım ettiğimiz komşumdu.

Bizim Saddam Hüseyin destekçisi olduğumuzu bildiği için o gece, elinde silahla sağa sola saldırıyordu.

Adam sanki çıldırmış gibi ‘‘artık Saddam yok, diktatörü yıkacağız, Saddamı öldüreceğiz’’ diyerek zafer sloganları atıyor, adetâ ABD’nin gelişini sevinçle karşılıyordu.

Savaş yıllarında eşimi ve 3 oğlumu kaybettim.

Evim, işim, akrabalarım hepsi savaş sebebiyle yok oldu.

Kardeş ülke Türkiye’ye göç etmek mecburiyetinde kaldım.

Yıllar sonra o komşumu da Türkiye’nin Şırnak vilayetinde sokakta gördüm.

Tek ayağı yoktu, dileniyordu.

Yanına gidip kendimi tanıttım.

Neden burada olduğunu sorduğumda; “ABD askerlerinin elektirikli işgencesine mâruz kaldığını, bu sebeple sağ bacağını kaybettiğini” söyledi.

O gün Saddam Hüseyin devriliyor diye zafer kutlaması yapan, ABD’nin ülkemizi işgal etmesine sevinip, yönetimin kendilerine kalacağını zanneden komşum(!) bugün büyük bir pişmanlık içinde; ‘‘Amerikalılar bizi dinlemediler, keşke geriye dönebilseydik de, Saddam’ın yanında savaşsaydım’’ diyor.

Haçlılar ülkeleri işgâl etmek istediğinde önce algı operasyonlarıyla, dünyayı ve insanları orada bir diktatör olduğuna inandırırlar.

Bunu başardıklarında ise gelirler ve ‘bu bizden veya değil’ diyerek hiç bir ayrım yapmazlar.

Şehirlerimizi yağmalar, insanlarımızı katlederler.

Bunu çok fazla acıyla tecrübe ettik.’’

Zeynep bin Hizab El-Uteybî

**************   

DÜNYA HAYATI RÜYADAN İBARETTİR…

Mevlana Celaleddin-i Rumi “kuddise sirruh” hazretleri, dünya hayatının bir rüya olduğunu şu misalle anlatır:

Bir zaman adamın biri hamama gitmişti. Hamamda göbek taşının üzerine uzanıp terlemesini bekliyordu.

Biraz sonra aynen kendisine benzeyen bir adam girdi hamama. Adamın yanında tellaklar, etrafında hizmetçiler. Kim olduğunu sordu, padişah olduğunu söylediler. Adamı hamamın en temiz ve lüks kısımlarından birine aldılar. Göbek taşının üzerinde yatan adam, gelen kişinin kendisine bu kadar benzemesine hayret etmişti, kim imiş bu diye bir bakmak istedi.

Adamın odasını açıp baktı ki, adam ölmüş. Fırsat bu fırsattır. Nasıl olsa bu adam bana tamamen benziyor, alıp bunu göbek taşına yatırayım, ben de bunun yerinde kalırım, biraz sonra gelen hizmetçiler beni o adam zannederler diyerek adamı düşündüğü gibi kendi yerine koyup, kendisi de onun yerine geçti.

Biraz sonra hakikaten beklediği gibi tellaklar gelip terleyip terlemediğini sordular ve kendisini iyi bir yıkadılar. Adamın işi yolunda idi. Biraz sonra padişah olacaktı. Keyfine göre yıkandıktan sonra hamamdan giyinme odasına aldılar. Üstünü başını kuruladılar. Hizmetçiler etrafında dört dönüyorlardı. Elbisesini giydi, dışarıda kendisini bekleyen arabasına bindi ve gayet muhteşem sarayına vardı.

Padişaha çok benzediği için kimse şüphelenmiyordu bile. İçeri girdi. Etrafında hizmetçiler, cariyeler, ne emredersiniz efendim, diye emrini bekliyorlardı. Fakat kendisi hiç açık vermeden : “Şunu şöyle yapın, bunu böyle yapın!” gibi etrafa emirler veriyor, zenginliğin tadını çıkarıyordu.

Birden suratına şak diye bir tokat yedi. Gözünü açtı ki, hamamda göbek taşının üzerinde yatmakta, temizlikçiler gelmiş hamamı temizlemekle meşguller ve kendisine: Kalk be adam sabahtan beri yatıyorsun! Yeter artık yattığın, temizlen de çık diyorlardı. Adamcağız anladı rüya gördüğünü, “eyvah” dedi ama elden ne gelirdi ki?

Dünya hayatı da işte böyle bir rüyadan ibarettir. Bir gün yattığın uykudan uyanırsın ama neye yarar ki…

*************  

Suudi Arabistan’da Oturan Bir Yemenlinin Anlattığı Ilginç Bir Olay

Kefilim beni aldı, malının zekatını dağıtmak için fakir köylerin bulunduğu güney hattına götürdü. Dağıtılacak zekat parası zarfların içine konulmuştu. Ve her bir zarfta 5000 riyal vardı. Köyün birinden çıkıp Cidde – Cezan hattına doğru giderken yolda yaşlı ama dinç ve sağlığı yerinde, 70 – 75 yaşlarında bir adamın yürüdüğünü gördük. Arkadaşım:

– Bu adam bu vakitte bu çölde ne yapıyor? dedi.

Şoför:

– Kesinlikle Yemenli bir kaçaktır. dedi.

Durduk ve adama selam verdik.

– Neredensin?

– Yemen’den..

– Nereye gidiyorsun?

– Kabe’yi özledim!..

– Ziyaret için iznin var mı?

– Yok vallahi, izin almadım.

– Niçin izin almadın?

– 2000 riyal ödemem gerekiyor; bende ise sadece 200 riyal var. 100 riyal araba parası versem geri 100 riyalim kalıyor.

Arkadaşım:

– Tamam amca. Ne kadardır yürüyorsun? dedi.

– 6 gündür. dedi.

– Yemek yedin mi?

– Hayır, oruçluyum.

Arkadaşım:

– Buraya kadar en az 5 polis kontrol noktası geçtin. oralardan nasıl geçtin? dedi..

– Vallahi ben onların yanından geçerken hiç kimse bana bir şey sormadı.

Ben, çalışmak için mi geldin? diye sordum.

– Hayır. Vallahi Kabe’yi özledim. Umre yapmak için Mekke’ye gidiyorum.

Arkadaşım:

– Sen bu yolda yürürken polis devriyeleri seni iyi yakalamadı!?..

– Yarım saat önce yaklaşık 50 km geride bir devriye beni tuttu ve buraya 1km uzaktaki şubeye götürdü. Bana nereye gittiğimi sordular. Onlara Kabe’ye gitmek istediğime yemin ettim ve beni bıraktılar. Dedim ki kendi kendime ‘SubhanAllah, Rabbim seni bu yere bir an önce ulaştırmak ve işini kolaylaştırmak için güvenlik görevlilerini gönderdi.’

Arkadaşım kalktı ve ona iki zarf verdi.

– Al; bu zekat parası..

Adam zarfları aldı ve:

– Allah razı olsun. dedi.

Tabi adam içinde ne kadar olduğunu bilmiyordu.

– Suudi parasını tanıyor musun? dedim.

– Evet

– İyi, zarfları aç ve parayı kemerine koy kaybolmasın..

Zarfları açtı ve içinde 10000 riyal olduğunu görünce:

– Bunun hepsi benim mi!? diye sordu.

– Evet senin dedik.

Adam bayılarak arabanın üzerine düştü. Arabadan indik ve adama su serptik. Kendine gelince bağırarak:

– Bunun hepsi benim mi? bunun hepsi benim mi? diyordu.

Oturdu ve çok derinden ağlamaya başladı. Arkadaşım onu biraz ileri götürelim dedi. Bizimle arabaya bindi ve biraz dinlendikten sonra; niye bu kadar ağladığını sordum:

– Benim Yemen’de bir evim var. Evimin yanında da bir parça arazim vardı. orayı Allah rızası için hibe ettim. Ben ve ailem orada taş ve çamurdan bir cami inşa ettik. inşaatı bitti ancak içini donatacak bir kaç basit eşyaların alınması kalmıştı. Düşünüp duruyordum bu caminin tefrişatını nasıl yapacağım diye…

Hepimiz ağladık…Peygamber (S.A.V.)’in sözü aklıma geldi.

” Kimin derdi ahiret olursa dünya ayağına gelir” Ve yine bir Hadisi şerifte: ” Kimin arzusu ahiret olursa, Allah onun kalbine zenginliğini koyar ve işlerini derli toplu kılar, artık dünya boyun eğerek onun peşinden gelir. Kimin hedefi de dünya olursa, Allah iki gözünün arasına fakirliği koyar, işlerini darmadağınık eder. Neticede dünyadan da eline, kendisine takdir edilmiş olandan fazlası geçmez.”

Bu sırada arkadaşıma ona biraz daha vermesi için işaret ettim. Arkadaşım ona iki zarf daha verdi ve miktar 20000 riyal oldu.

Adam arabadan inmeden önce kekeleyerek dua ediyor ve ağlıyordu. Ve yine sevgili Peygamber (S.A.V)’in sözü aklıma geldi:

” Siz gerçekten hakkıyla Allah’a tevekkül edebilseydiniz. Allah, sabah aç gidip akşam tok dönen kuşları rızıklandırdığı gibi sizi de rızıklandırırdı.”…

**************  

ÜÇ PARÇA EKMEK

Hz. Ali’nin ağabeyi Ca’fer b. Ebû Tâlib’in oğlu Abdullah, sıcak bir günde, bir kabilenin hurmalığına inmişti. Abdullah burada dinlenirken, hurmalıkta çalışan köleye, yemek vakti 3 parça ekmek geldiğini gördü. Adam ekmeklerden birini ağzına götürmek üzereydi ki, birden önünde açlığı her halinden belli bir köpek belirdi. Köle elindeki ekmeği köpeğin önüne attı. Köpek ekmeği derhal yedi. Köle ekmeğin ikinci parçasını da attı. Köpek bunu da bir kerede sildi süpürdü. Köle bunun üzerine üçüncü parçayı da köpeğe verdi. Kalkıp, yeniden işine dönmek üzereydi ki, olup biteni uzaktan seyreden Abdullah, yaklaşıp sordu:

–Ey köle, bugünkü yiyeceğin ne kadardı? Köle sıkılarak cevap verdi:

–İşte bu 3 parça ekmek…

–O halde neden kendine hiç ayırmadın?

– Baktım ki, hayvan çok aç. O halde bırakmak istemedim.

–Peki, sen ne yiyeceksin şimdi?

–Oruç tutacağım. Bunun üzerine, Abdullah b. Ca’fer, köleden sahibini, evinin nerede olduğunu sordu. Sonra da gidip adamdan bu hurmalığı içindeki köleyle birlikte satın aldı. Sonra döndü, köleye bu tarlayı ve onu sahibinden satın aldığını söyledi ve ekledi:

–Seni azad ediyorum. Bu hurmalığı da sana hediye ediyorum. Cömertliğiyle meşhur Abdullah b. Ca’fer, kendisinden daha cömert birini tanıyıp tanımadığı sorulduğunda, bu olayı anlatır ve:

–Ama o köpeğe topu topu 3 parça ekmek vermiş; sense ona koskoca bir hurmalığı ve hürriyetini vermişsin, dediklerinde, şu karşılığı verirdi:

–Ama o elindeki her şeyi verdi; ben ise elimdekinin bir kısmını.

************  

MÜTHİŞ DERS ALINACAK BİR Hikâye..”

Çocukları olmayan evli bir çift, hergün olduğu gibi yine tarlaya çalışmaya gitmişler.

Çalışırlarken bir yılan ile gelinciğin kavgasını izlerler,

Anne Gelincik yavrusunu yemesin diye kendini Yılana yem eder, ve Yılan çekip gider.

Yavru gelincik orada tek başına kalır. Kadın; bey yazıktır evimize götürelim besleyelim der ve eve götürürler.

Aradan zaman geçer bu çiftin çocukları olur ve tabi gelincikte büyümüştür evin bir parçası olmuştur.

Birgün bu çift acil tarlaya gitmeleri gerekiyor ama bebek evde uyuyor.

Erkek; bişey olmaz 5 dk’ya geliriz der ve sırtlanırlar küreklerini tarlaya giderler. Geldiklerinde kapıyı bi açarlar bide ne görsünler ? Gelincik ağzı kan revan içinde evin içinde dolaşıyor !

Bunu gören adam kan beynine sıçramış ve elindeki kürekle vura vura gelinciği öldürür.

Sonra bütün odalara bakarak çocuğunu arar ve bi bakarlar ki çocuk odasında mışıl mışıl uyuyor, bebeğin diğer yanına baktıklarında ise ölü bir yılan görürler ve anlaşılırki gelincik bebeği korumak için yılanı öldürür.

Adam dizleri üzerine çöker Aman Yarabbi ben ne yaptım nasıl böyle bir yanlış yaparım diye yıllarca kendini yer bitirir.

İşte önyargı böyle birşeydir.

***************  

BEHLÜL DANE’YE “HUŞU” Nedir.?

Diye sorarlar: Cevap çok enteresan;

Bir adam Behlül dane Hazretlerine huşu hakkında soru sorar, O da cevaben:

-“Bu adama ağzına kadar doldurulmuş bir tas zeytinyağı verin. Yanına birkaç asker koyup şehrin sokaklarını dolaştırın. Eğer bir damla yağı yere dökerse başını vurun der”

Hikmetini anlamazlar ama mutlaka bizim Behlüldane bir şeyler anlatacak diye dediğini yapmaya koyulurlar.

Adamcağız denildiği şekilde gönderilir. Bir süre sonra da salimen döner.

Behlüldane sorar;

“Anlat bakalım şehrin sokaklarında neler gördün ?”

Adam cevap verir ;

“Ben tastaki zeytinyağından başka hiçbir şey görmedim.”

Behlüldane tekrar sorar;

“Ama nasıl olur, falan yerde düğün dernek vardı ; davullar zurnalar çalıyordu nasıl görmez nasıl duymazsın?”

Adam;

“Aman efendim bana öyle bir dert verdiniz ki, başımın kesilme korkusundan başka bir şey ne duydum ne de gördüm” der.

Behlüldane hikmetli sözünü kondurur; 

“Namaz kılarken Azrail’in başında bekler vaziyette olduğunu bu namazdan sonra canını teslim alacağını hayal edersen …başka bir şey hatırına gelmez. Sen de o zaman huşu içinde namazını kılarsın” der.

***************** 

Loading

No ResponsesAralık 8th, 2021