MESNEVİ-İ NURİYE
MESNEVİ-İ NURİYE
Risale-i Nur Külliyatı’nın “bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmünde” olan ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî’nin “Eski Said”den “Yeni Said”e inkılab etmesi zamanında Arabça te’lif ettiği risalelerin bir mecmuasıdır. Kitabın mütercimi Abdülmecid Nursî’dir.
Kitabın Fihristine ve bölümlerin kendi mukaddemelerine göre genel muhtevası şu şekildedir:
1. Mukaddeme
Bu bölüm, eserin tamamının bir takdimi olup “Beş Nokta”dan müteşekkildir. Bu noktalarda şu hususlar izah edilir:
• Birinci Nokta: Müellifin (Eski Said) aklî ve felsefî ilimlerle meşguliyetinden , nasıl “Üstad-ı Hakikî Kur’an’dır” hakikatine vasıl olduğu beyan edilir.
• İkinci Nokta: Aslı Farisî olan Mesnevî-i Şerif gibi, bu Arabça Mesnevî’nin de (Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le vb. ) nefis ve şeytanla mücadele esasları üzerine yazıldığı; Risale-i Nur’un ise bu eserin geniş ve küllî bir sureti hükmüne geçtiği belirtilir.
• Üçüncü Nokta: Bu Arabî Mesnevî mecmuasının, Risale-i Nur’un “bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmünde” olduğu ve ehl-i dalaleti tam ilzam ve iskât ettiği ifade edilir.
• Dördüncü Nokta: Eserin üslûbunun neden gayet muhtasar ve kısa cümlelerle yazıldığı, “eğer tam izah olsa idi, Risale-i Nur’un mühim bir vazifesini görecekti” denilerek açıklanır.
• Beşinci Nokta: Eserde sıkça geçen “İ’lem” (Bil ki) tabirlerinin her birinin, bir risale olacak derecede ehemmiyetli hakikatlerin “şifresi” hükmünde olduğu belirtilir.
2. Lem’alar
Bu bölüm, baştan sona Tevhid hakikatine dairdir. Risale-i Nur Külliyatı’ndaki Yirmi İkinci Söz’ün esası ve bir cihette Arabçasıdır. “Ondört Lem’a”dan oluşur ve başlıca şu delilleri sunar:
• Esbabın (Sebeplerin) Perdedarlığı: Kâinattaki işlerin hakikî malikinin Kudret-i Ezeliye olduğu, esbabın ise “ancak o Kudretten gelen Hakikî Tesirleri ilân ve neşretmekle muvazzaf” perdeler olduğu izah edilir.
• Tevhid-i Hakikî: “Allah birdir, mülk Onundur, Vücud Onundur, her şey Onundur” manasındaki hakikî tevhidin delilleri sunulur.
• Sikke ve Hâtemler: Her bir masnûun yüzündeki “Sikke-i İ’caz” (mucizelik mührü) , canlı mahlukattaki “hayat hâtemi” (hayat mührü) ve kâinatın heyet-i mecmuasındaki “Hâtem-i Vâhidiyet” ve “Sikke-i Ehadiyet” delilleriyle Allah’ın birliği ispat edilir.
3. Reşhalar
Bu risale, Nübüvvetin hakikatini ve hususan Nübüvvet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat etmeye odaklanır. Risale-i Nur’daki On Dokuzuncu Söz’ün (Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi) esasıdır. “Onbir Reşha”dan müteşekkildir:
• Şahsiyet-i Maneviye: Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) nasıl “sath-ı arz, o Zâtın Mescid-i Aksa’sı” , “Mekke… Mihrabı, Medine… Minberi” olan bir şahsiyet-i maneviyeye mâlik olduğu beyan edilir.
• Deliller: O Zât’ın (A.S.M.) davasının hakkaniyetine delil olarak; İrhasat (peygamberlik öncesi harikalar), Kütüb-ü Semaviyenin beşaratı (müjdeleri) , mu’cizeleri (İnşikak-ı Kamer, suyun parmaklarından akması vb.) ve getirdiği Şeriatın hakkaniyeti zikredilir.
• Nurun Tesiri: O Zât’ın (A.S.M.) nuruyla kâinatın nasıl bir “matem-i umumî” görünümünden çıkıp “Mescid-i Zikir ve Şükür” haline geldiği izah edilir.
• Dua ve Ubudiyeti: O Zât’ın (A.S.M.) umum zevilhayat namına yaptığı duanın , Dâr-ı Ahiretin icadına nasıl bir vesile olduğu açıklanır.
4. Lâsiyyemalar
Bu bölüm, Risale-i Nur’daki Onuncu Söz (Haşir Risalesi) ve Yirmi Sekizinci Söz’ün Arabî ikinci makamının esasıdır. Ana mevzusu İman-ı Haşir (Ahirete iman) bahsidir.
• Telazum (Zorunlu Bağlantı): “Uluhiyet, Risalet, Ahiret, Kâinat arasında Hakikatta telazum vardır” kaidesiyle, bu erkândan birinin sübutunun diğerlerini de zorunlu kıldığı ispat edilir.
• Ahiretin İktizası: Cenab-ı Hakk’ın Saltanatının , Hikmet ve Adaletinin , Sehavet-i Mutlakasının (cömertliğinin) , Cemalinin , Şefkatinin ve Hafîziyet (muhafaza) sıfatının Ahiretin ve Haşrin vücudunu nasıl zarurî kıldığı izah edilir.
• Haşr-i Nebatî: Arz yüzünde her baharda vukua gelen nebatî haşirlerin (bitkisel dirilişlerin) , Haşr-i İnsanîye (insanın dirilişine) kat’î bir delil olduğu beyan edilir.
5. Katre
Bu risale, bir Mukaddeme, dört Bab ve bir Hâtime’den müteşekkildir.
• Mukaddeme: Müellifin “kırk sene ömründe, otuz sene tahsilinde” öğrendiği “dört Kelime” (Mana-yı Harfî, Mana-yı İsmî, Niyet, Nazar) ve “dört Kelâm”ı (“Ben kendime mâlik değilim” , “Ölüm haktır” , “Rabbim birdir” , “Ene” ) hülâsa eder.
• Birinci Bab: Lâ ilâhe illâllah hakikatini, yani Allah’tan başka ilah olmadığını, kâinatın bütün erkân ve zerratının “ellibeş lisan ile” nasıl şehadet ettiğini izah eder.
• Hâtime: “Yeis” (ümitsizlik) , “Ucb” (kendini beğenme) , “Gurur” ve “Sû’-i zan” (kötü zan) gibi dört mühim manevî hastalığı ve tedavi çarelerini beyan eder.
• Katre’nin Zeyli: “Remz” (sembol) başlıkları altında , namazdaki huşûdan Sünnet-i Seniyye’ye ittibanın (bağlılığın) ehemmiyetine kadar müteferrik hakikatleri içerir.
6. Hubab
Bu risale, Ankara’da millî mücadele yıllarında, galibiyetle sarhoş olan ehl-i imanın efkârını “müdhiş bir zındıka fikri”nden korumak maksadıyla te’lif edilmiştir.
• Medeniyet Mukayesesi: Kâfirlerin medeniyeti (“dışı süs içi pis, sureti me’nus sîreti makûs bir şeytan” ) ile Mü’minlerin medeniyetini (“bâtını Nur zahiri Rahmet… cazibedar bir Melek” ) mukayese eder.
• İçtihad Risalesi: Risale-i Nur’da Yirmi Yedinci Söz olan İçtihad Risalesi’nin bir hülâsasını ihtiva eder ve o zamanda içtihad kapısının neden kapalı olduğuna dair “altı mani”yi (örneğin, “fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte, dar delikler dahi seddedilir; yeni kapılar açmak… kâr-ı akıl değil” ) izah eder.
• Zeyl-i Hubab (Hutbe): Birinci Zeyli, Farisî bir Münacat ile başlar ve devamında, Meclis-i Meb’usan’a hitaben Türkçe te’lif edilmiş, onları şeair-i İslâmiyeye (İslâm’ın sembollerine) riayete davet eden meşhur hutbeyi ihtiva eder.
7. Habbe
Bu risale, iki zeyli ile birlikte mühim hakikatleri ihtiva eder:
• Hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.): Kâinat bir kitaba benzetilirse, Nur-u Muhammedî’nin (A.S.M.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi; kâinat bir şecere (ağaç) ise, o nurun hem çekirdeği hem de semeresi (meyvesi) olduğunu beyan eder.
• Ene ve Tabiat: İnsanın “Ene” (benlik) ve kâinattaki “Tabiat” tagutlarıyla mücadelesini anlatır.
• Zeyl-üz Zeyl (Tabiat Risalesi): Habbe’nin ikinci zeyli , Risale-i Nur’da Yirmi Üçüncü Lem’a olarak bilinen Tabiat Risalesi’nin muhtasar bir Arabçasını ihtiva eder. Bu bölümde, “Her şey kendi kendine teşekkül etmiştir”, “Mûcid ve müessir esbabdır” ve “Tabiat iktiza etti” şeklindeki üç dalalet yolunun aklen ne kadar muhal (imkânsız) olduğunu ispat eder.
8. Zühre
Bu risale, Risale-i Nur Külliyatı’nda “On Yedinci Lem’a” namıyla bilinen On Beş Nota’nın Arabça aslı ve esasıdır.
• Muhtevası: Fani şeylere kalb bağlamanın manasızlığı , Avrupa’nın sefih medeniyeti (“felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle… beşeri sefahete ve dalalete sevkeden bozulmuş ikinci Avrupa” ) ile Kur’an hidayetinin (“iki cihanın saadetine giden… ikinci yol” ) mukayesesi yapılır.
• İsm-i Hafîz: İsm-i Hafîz’in (koruyan Allah’ın) tecellisi olarak, bahar mevsiminde serpilen karışık tohumların hatasız bir surette muhafaza edilip neşv ü nema bulmasının , insanların amellerinin de muhafaza edilip Haşir’de muhasebesinin görüleceğine kat’î bir delil olduğu izah edilir.
9. Zerre
Bu risale, şeytanın ve ehl-i ilhadın bazı vesveselerini defeden müteferrik “İ’lem” (Bil ki) başlıklarından oluşur.
• Tevafuk ve Tehalüf: İnsanların yüzlerindeki teşahhusat (farklılıklar) ve esas azalarındaki tevafuk (benzerlik), Sâni’in hem “Vâhid-i Ehad” (bir ve tek) hem de “Muhtar ve Hakîm” (dilediğini hikmetle yapan) olduğuna delil olarak sunulur.
• Tabiat ve Vesvese: Hayvanların (inek gibi) zahiren miskin görünmelerine aldanan şeytanî vesveseyi çürütür.
10. Şemme
Bu risale, müteferrik ve mühim hakikatleri beyan eder:
• Şehadet-i Kâinat: Kâinatın mecmuundan zerreye kadar her bir mevcudun, Allah’ın Rab, Mâlik, Müdebbir, Mutasarrıf gibi Esmâ’sına nasıl şehadet ettiği izah edilir.
• Tayy-ı Mekân ve Bast-ı Zaman: Evliyalarda görülen “Tayy-ı Mekân” (mekânı aşma) ve “Bast-ı Zaman” (zamanın genişlemesi) hakikatlerinin, Mi’rac ve rüya hadiseleriyle misallendirilerek açıklandığı bölümdür.
• Ene’nin Mahiyeti: “Ene”nin (Benliğin) hakikatini, birinin Ubudiyete, diğerinin felsefe ve şirke baktığı “iki vechi”ni izah eden mühim bahisleri ihtiva eder.
11. Onuncu Risale
Bu bölüm, diğerlerine nisbetle daha hacimli olup, “Sözler” mecmuasından bazı bahislerin hülâsalarını ve müteferrik “İ’lem”leri barındırır.
• Recm-i Şeyâtîn: …rucûmen liş-şeyâtîn (şeytanlara atış taneleri) âyetinin tefsirini “Yedi Basamak” ile yapar; semavattaki nizamın ve şeytanların recmedilmesinin hikmetlerini açıklar.
• Dört Hatve: Müellifin Kur’an feyzinden istifade ettiği “dört hatve”den (adımdan) ibaret olan (Nefsi tezkiye etmemek , hizmette öne geçip ücrette geri kalmak , kusurunu bilmek ve fâniliğini idrak etmek gibi) kısa sülûk yolunu beyan eder.
• Dua ve İbadet: Duanın icabet sırrı , ibadetin “Netice-i Nimet-i Sâbıka” (geçmiş nimetin neticesi) olup “Mukaddeme-i Mükâfat-ı Lâhika” (gelecek mükâfatın öncüsü) olmadığı gibi mühim esasları izah eder.
12. Ondördüncü Reşha
Bu bölüm, “Mu’cize-i Kübradan Birkaç Katreyi Tazammun Eden Ondördüncü Reşha” başlığını taşır ve Kur’an-ı Kerim’in İ’caz (mu’cizelik) vecihlerini hülâsa eder.
• Tekraratın Hikmeti: Kur’an’ın bir “Zikir Kitabı, bir Dua Kitabı, bir Davet Kitabı” olması cihetiyle tekrarların belâgatça zarurî olduğu; her bir surenin “küçük bir Kur’an” hükmünde olması ve manevî ihtiyaçların tekrarı gibi hikmetler “Altı Nokta”da izah edilir.
• Kur’an ve Felsefe: Kur’an’ın kâinattan neden felsefenin üslûbuyla değil de (çünkü felsefe “mana-yı ismiyle”, Kur’an “mana-yı harfiyle” bakar ), kendi İrşad üslûbuna göre bahsettiğini açıklar.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
“Mukaddeme” 1 bölümü
.
📖 Mukaddeme (Ön Söz)
Bu bölüm, “Beş Nokta” halinde, eserin te’lif (yazılış) sebebini, Risale-i Nur Külliyatı içindeki yerini ve üslûbunun hususiyetlerini izah eder.
Birinci Nokta
Bu nokta, müellifin “Eski Said” olarak isimlendirdiği devresindeki fikrî seyahatini tasvir eder.
• Müellif, kırk elli sene evvel ziyadesiyle aklî ve felsefî ilimlerle meşgul olduğu için, hakikate ulaşmada Ehl-i Tarîkat ve Ehl-i Hakikat gibi bir meslek aradığını belirtir.
• Aklı, felsefî hikmetle “bir derece yaralı” olduğu için, yalnız kalben harekete kanaat edememiştir.
• İmam-ı Rabbanî’nin gaybî bir işaretiyle “Tevhid-i Kıble et!” (Yalnız bir üstadın arkasından git) ikazını almıştır.
• Bunun üzerine, kalbine “Üstad-ı Hakikî Kur’an’dır. Tevhid-i Kıble bu Üstadla olur.” hakikati gelmiş ve bu suretle hem kalbi hem de aklı Kur’an’ın irşadıyla sülûke başlamıştır.
• Risale-i Nur’un, bu Kur’an dersiyle bulunan hakikat yolunu gösterdiği ifade edilir.
İkinci Nokta
Bu nokta, eserin (Arabî Mesnevî’nin) nasıl bir “inkılab” neticesinde te’lif edildiğini açıklar.
• Eski Said’in Yeni Said’e inkılab etmesiyle , aslı Farisî olan Mesnevî-i Şerif gibi, bu Arabça eseri (Katre, Hubab, Habbe, Zühre, Zerre, Şemme, Şu’le vb. risaleleri) te’lif ettiğini belirtir.
• Bu ilk te’liflerin, “dâhilî nefs ve şeytanla mücadeleye bedel”, sonradan te’lif edilen Risale-i Nur’un ise “hariçte muhtaç mütehayyirlere ve dalalette giden ehl-i felsefeye karşı” geniş ve küllî Mesnevîler hükmüne geçtiğini ifade eder.
Üçüncü Nokta
Bu nokta, bu Arabî Mesnevî mecmuasının, Risale-i Nur ile olan alâkasını ve vazifesini izah eder.
• Bu mecmuanın, Risale-i Nur’un “bir nevi çekirdeği ve fidanlığı hükmünde” olduğu vurgulanır.
• Eserin esas olarak, “dâhilî nefis ve şeytanla mücadelesi” üzerine yoğunlaştığı ve nefs-i emmarenin şüphelerinden tamamıyla kurtardığı belirtilir.
Dördüncü Nokta
Bu nokta, eserin üslûbunun neden girift ve anlaşılmasının zor olduğuna dair bir izahattır.
• Eski Said’in, İlm-i Hikmet ve İlm-i Hakikatin çok derin meseleleriyle meşgul olması ve eseri, medresenin yüksek derslerini gören talebelerinin seviyesine göre yazması sebebiyle üslûbun yüksek olduğu belirtilir.
• Eserin, “gayet kısa cümlelerle ve gayet muhtasar bir ifade ile uzun Hakikatlara kısa kelimelerle işaretler nev’inde” yazıldığı, bu yüzden “en müdakkik Alimler de zorla anlayabilir” denilir.
• Bu fidanlık Mesnevî’nin, daha çok enfüsî (iç âlem) ve dâhilî cihette çalıştığı; bahçesi olan Risale-i Nur’un ise hem enfüsî hem de âfâkî (dış âlem) cihette “Marifetullaha geniş ve her yerde yol açmış” olduğu ifade edilir.
Beşinci Nokta
Bu nokta, eserde sıkça kullanılan “İ’lem” (Bil ki!) tabirinin hikmetini açıklar.
• Müellif, Eski Said’den Yeni Said’e inkılab ettiği o “dağdağalı” zamanda, binlerce hakikati kısa bir sürede te’lif ettiğini belirtir.
• Her bir hakikat “bir Risaleye mevzu olacak kıymette iken” , müellif bu hakikatleri “İ’lem, İ’lem, İ’lem” başlıklarıyla, bazen birkaç satırda, bazen bir sahifede zikretmiştir.
• Bu “İ’lem”lerin her birinin, “bir Risalenin şifresi” hükmünde ve “muhtelif İlimlerin ve Hakikatların fihristeleri hükmünde” olduğu vurgulanır.
Bu Mukaddeme’den sonra, Tevhid bahsinin ele alındığı “Lem’alar” bölümü başlamaktadır.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
Kitabın “Lem’alar” bölümü
📖 Lem’alar
Bu bölüm, Fihrist’te de belirtildiği gibi, bütünüyle Tevhid (Allah’ın birliği) hakikatine dairdir ve Risale-i Nur Külliyatı’ndaki Yirmi İkinci Söz’ün Arabça esasıdır. “Ondört Lem’a”dan (Parıltıdan) müteşekkildir.
Bölüm, kâinattaki hadiseleri esbaba (sebeplere) isnad eden “gafil ve cahil” insanlara bir hitapla başlar. Esbabın hakikî mal sahibi olmadığını, onların vazifesinin “ancak o Kudretten gelen Hakikî Tesirleri ilân ve neşretmekle” vazifeli birer perde olduğunu izah eder.
• İzzet ve Azamet Perdeyi İktiza Eder: Allah’ın izzet ve azametinin, kudret elinin zahiren görünmemesi için esbabı bir perde kıldığını , Tevhid ve Celal’in ise esbabın hakikî tesirini reddettiğini belirtir.
• Hastalıklar ve Musibetler Perdesi: Bu perdedarlığa misal olarak, Hazret-i Azrail’in (A.S.) ruhları kabzetme vazifesinden dolayı insanların şikâyetçi olacaklarını beyan etmesi üzerine, Cenab-ı Hakk’ın cevaben “Senin ile ibadımın (kullarımın) ortasında musibetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler” buyurmasını zikreder .
Bu girişten sonra, “Lem’alar” iki çeşit tevhidi ayırarak, eserin “Hakikî Tevhid”i ispat edeceğini belirtir:
• Âmiyane Tevhid (Avamî Tevhid): “Allah’ın şeriki yok ve bu Kâinat Onun mülküdür” demekten ibarettir ki, bu tevhid sahiblerinin “gaflet ve dalalete düşmeleri korkusu vardır”.
• Hakikî Tevhid: “Allah birdir, mülk Onundur, Vücud Onundur, her şey Onundur” demektir ve sarsılmaz bir itikaddır. Bu tevhid sahibi, her şeyin üzerinde Cenab-ı Hakk’ın sikkesini (mührünü) görür.
Bölüm, bu “Hakikî Tevhid”in delillerini “Ondört Lem’a” halinde sunar:
1-3. Lem’alar: Hayat Üzerindeki Mühürler
• Birinci Lem’a: Hayat üzerindeki “Sikke-i İ’caza” (mucizelik mührü) dikkat çeker. Bir şeyden (su) pek çok şeyin (azaların) icad edilmesi ve pek çok şeyden (muhtelif yemekler) tek bir cismin husule getirilmesi, “ancak her şeyi halkeden… Sâni’a mahsus bir sikkedir”.
• İkinci Lem’a: Hayat hâteminden (mühründen) bahseder. Her canlı mahluk, kâinatın “küçük bir misali” ve “nüvesidir” (çekirdeğidir). Bu sebeple bir zîhayatı (canlıyı) halketmek, bütün kâinatı tasarrufunda tutan Zât’tan başkasına isnad edilemez.
• Üçüncü Lem’a: “Şems-i Ezelî”nin (Ezelî Güneş’in) Tecelli-i Ehadiyetini (birliğinin tezahürünü) izah eder. Nasıl ki güneşin cilvesi sayısız su katresinde ve cam parçasında görünür; Allah’ın Esmâ’sının tecellisi olan “Hayat” da her bir canlıda O’nun birliğini gösterir. Bunu inkâr edip esbaba isnad etmek, “her bir şeffaf zerrede hakikî bir şemsin vücudunu iddia etmek gibi gülünç bir hamakattır” (ahmaklıktır).
4-5. Lem’alar: Kâinat Kitabı
• Dördüncü Lem’a: Kâinatı bir kitaba benzetir. El yazması bir kitabın tek kaleme ihtiyacı varken, matbaada basılan bir kitabın pek çok demir kaleme (harflere), ustalara ve âletlere ihtiyacı vardır. Kâinatı bir Vâhid-i Ehad’in (Bir ve Tek Olan’ın) “Kalem-i Kudretiyle” yazılmış görmek “pek rahat ve kolay” bir yoldur. Onu tabiata ve esbaba isnad etmek ise, “tek bir zîhayatın tab’ ve bastırılması için ekser Kâinatın tab’ını lâzım olan techizat lâzımdır” hükmünü gerektireceği için imkânsız bir yoldur.
• Beşinci Lem’a: Bir kitabdaki harf, kendine “yalnız bir cihetle” delalet eder; kâtibine ise “çok cihetlerle” delalet eder ve onu tarif eder. Kâinat kitabındaki her bir kelime (mahluk) de, “âdeta Sâniini medh için yazılmış bir kasidedir”.
6-9. Lem’alar: Kâinatın Umumunda ve Cüz’lerinde Görünen Mühürler
• Altıncı Lem’a: Arzın her baharda ihyasındaki (diriltilmesindeki) “Hâtem-i İlahî”ye (İlahî Mühür) bakar. Her sene “üç yüz binden fazla saha-i vücuda getirilen mahlukatın nevilerinde Haşir ve Neşirler vardır”. Bu kadar karışık nevilerin hatasız, noksansız, “Kemal-i İmtiyaz” (mükemmel bir seçkinlik) ile iade edilmesi, nihayetsiz bir kudrete ve muhit (her şeyi kuşatan) bir ilme delildir.
• Yedinci Lem’a: Kâinatın heyet-i mecmuasındaki (bütünündeki) “Hâtem-i Tevhid”i (birlik mührünü) gösterir. Kâinatın muntazam bir fabrika veya mükemmel bir şehir gibi olduğu ; eczası arasında “hakîmane bir muarefe” (tanışma) ve “kerimane bir muavenet” (cömertçe yardımlaşma) bulunduğu belirtilir. Misal olarak yıldızların arza yardımı ve “bulut ile arz arasında cereyan eden su alış-verişi” zikredilir. Bu durum, onların “kerim bir Müdebbir’in hademesi ve amelesi” olduğunu ispat eder.
• Sekizinci Lem’a: Rızıkların “vakt-i muayyeninde” (belirli vaktinde) ve “vakt-i ihtiyaçta” (ihtiyaç anında) muntazam bir surette sevk edilmesinin, “her şeyin Mürebbisi”nin hâtemi (mührü) olduğunu belirtir.
• Dokuzuncu Lem’a: Dağınık neviler ve muhit unsurlar (tarla ve tohum misali) üstündeki “Hâtem-i Ehadiyet”e (birlik mührü) işaret eder.
10-14. Lem’alar: Tevhidin Aklî ve Mantıkî Esasları
• Onuncu Lem’a: “Sühulet-i Hârika” (harika kolaylık) sırrını izah eder. Tek bir semere (meyve) ile koca bir ağacın yaratılışı, “bir merkeze bakar, bir kanuna bağlıdır” sırrıyla, Vâhid-i Ehad için birdir, zorluğu yoktur. Kesrete (çokluğa) isnad edilirse, bir meyvenin icadı, bir ağacın icadı kadar zorlaşır.
• Onbirinci Lem’a: Efrad arasındaki “Tevafuk” (benzerlik) ve enva’ (neviler) arasındaki “müşabehet” (benzeme), Sâni’in “kalemin Vahdetine” (kalemin birliğine) delalet eder. Yaratılıştaki bu “sühulet-i mutlaka” (mutlak kolaylık), Sâni’-i Vâhid’i (Tek Yapıcı’yı) zarurî kılar.
• Onikinci Lem’a: Yalnız hayatın değil, mevtin (ölümün) dahi Sâni’in devam ve bekasına delil olduğunu belirtir. Akan nehirlerin kabarcıkları misal verilir: Kabarcıkların vücudu güneşin vücuduna delalet ettiği gibi, o kabarcıkların “ölüp, söndükten sonra yerlerine müteselsilen gelip geçen emsalleri” de güneşin “devam ve Bekasına” şehadet eder. Kâinatın ölümü, zevali ve teceddüdî (yenilenerek) teselsülü de Sâni’in ezelî ve ebedî Vâhidiyetine (birliğine) şehadet eder.
• Onüçüncü Lem’a: Zerrelerden seyyarelere kadar her şeyin, kendi zâtında sabit olan “acz ve fakr” (acizlik ve fakirlik) lisanıyla Sâni’in “Vücub-u Vücudunu” (varlığının zorunluluğunu) ilân ettiğini belirtir.
• Ondördüncü Lem’a: Eserin kemalinin, fiilin kemaline; fiilin kemalinin, ismin kemaline; ismin kemalinin, sıfatın kemaline; sıfatın kemalinin, şe’nin (zatî keyfiyetin) kemaline ve onun da “Zâtın Kemalini” gösterdiğine delalet ettiğini, böylece kâinattaki kemalâtın Sâni’-i Zülcelal’in kemaline delalet ettiğini izah eder.
Bu bölümden sonra, Nübüvvet-i Ahmediye’nin ispatına odaklanan “Reşhalar” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Reşhalar
Bu risale, imanın en mühim rükünlerinden biri olan Nübüvvet (Peygamberlik) hakikatini ve hususan Nübüvvet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat etmeye odaklanır. Fihrist’te belirtildiği gibi, bu bölüm Risale-i Nur’daki On Dokuzuncu Söz’ün (Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi) esasıdır.
Bölüm, Hâlık-ı Âlem’i (Âlemin Yaratıcısını) bize tarif eden üç büyük bürhan (delil) olduğunu belirterek başlar:
• Kitab-ı Kebir-i Kâinat (Büyük Kâinat Kitabı)
• Hâtem-i Divan-ı Nübüvvet (Peygamberlik Divanının Mührü) olan Hazret-i Muhammed (A.S.M.)
• Kur’an
Bu risale, “Onbir Reşha” (serpinti) halinde, bu bürhanların ikincisi olan Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) hakkaniyetini ve O’nun davasının delillerini izah eder.
Reşhaların Muhtevası
• Birinci Reşha: Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) “Şahsiyet-i Maneviyesi”ni tarif eder. O’nun, “sath-ı arz, o Zâtın Mescid-i Aksa’sı, Mekke-i Mükerreme O’nun Mihrabı, Medine-i Münevvere onun Minber-i Fazl-ı Kemalidir” şeklinde tarif edilen küllî bir makamı olduğu belirtilir. En büyük davası olan Tevhid’in (Lâ ilâhe illâllah) , zaman ve mekânı kuşatan bir icma ile bütün ehl-i iman tarafından tasdik edildiğini vurgular.
• İkinci Reşha: O’nun (A.S.M.) davasını tasdik eden haricî delilleri sıralar. Bunlar arasında:
• Peygamberlikten evvel zuhur eden harikulâde haller (“İrhasat”).
• Kütüb-ü Semaviyenin (İlahi Kitapların) O’nu müjdelemesi (“beşarat”).
• Ay’ın yarılması (İnşikak-ı Kamer), parmaklarından suların fışkırması, ağaçların davetine icabeti, az yemekten çokların doyması ve hayvanatın konuşması gibi yüzlerce “mu’cizelerinin delalet ve şehadeti”.
• Getirdiği ve “dünya ve Ahiret Saadetlerini temine kâfil, kâfi olan Şeriatı”.
• Üçüncü Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) kendi nefsinde ve zâtında bulunan “enfüsî” (şahsî) delillere odaklanır. Bütün “Ahlâk-ı Hamîdenin” (övülmüş ahlâkın) en yükseklerinin O’nda içtima etmiş olması ve en yüksek derecedeki “takva ve Ubudiyeti”nin, O’nun hakkaniyetine kat’î delil olduğu belirtilir.
• Dördüncü Reşha: Okuyucuyu “Tayy-ı Zaman ve Mekân ile, hayalen Ceziret-ül Arab’a” davet eder. O’nu (A.S.M.) minberinde, elinde “Kitab-ı Mu’ciz-ül Beyan” (Kur’an) ile “Hutbe-i Ezeliyeyi” okurken hayal etmeye çağırır. Bu hitabın, kâinatın sırrını açtığı ve aklın “Siz kimlersiniz? Nereden geliyorsunuz? Nereye gidiyorsunuz?” şeklindeki üç dehşetli sualine cevap verdiği ifade edilir.
• Beşinci Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) getirdiği iman nuruyla kâinatın nasıl bir “matem-i umumî” görünümünden, “Mescid-i Zikir ve Şükür” haline geldiğini izah eder. O’nun nuru olmasaydı, mevcudatın birbirine düşman, cemadatın (cansız varlıkların) birer cenaze suretinde görüneceğini belirtir. Bu hakikate delil olarak Levlâke levlâke lemâ halektü’l-eflâk (Sen olmasaydın, sen olmasaydın eflâkı yaratmazdım) Hadîs-i Kudsî’sini zikreder.
• Altıncı Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) vazifesini; “Saltanat-ı Rububiyetin mehasininin Dellâlı” (Rabbin saltanatının güzelliklerini ilan edici) ve “Esma-i İlahiyenin gizli definelerinin Keşşafı” (Allah’ın isimlerinin gizli hazinelerini keşfeden) olarak tarif eder.
• Yedinci ve Sekizinci Reşhalar: O Zât’ın (A.S.M.) hususan “Ceziret-ül Arab’da yaptığı inkılab”a dikkat çeker. “Diri diri kızlarını toprağa gömüp öldürürlerken müteessir bile olmayan” vahşi kavimlerin , kısa bir zamanda “ahlâk-ı seyyielerini kaldırarak Ahlâk-ı Hasene ile tebdil” ettiğini; o vahşi insanların “insan Aleminde insanlara Muallim” ve “medenîlere Üstad” olduklarını belirtir. Bu harika icraatın, “bu zamanın yüzlerce feylesofları”nın elli senede yapamayacağı bir muvaffakiyet olduğu vurgulanır.
• Dokuzuncu Reşha: O’nun (A.S.M.) davasındaki ciddiyetini ve hakkaniyetini ispat eder. “Büyük bir Vazife ile vazifedar… pek şedid hasımların karşısında” iddia ettiği bir davada “yalan ve hilaf-ı hakikat söyleyebilir mi?” diye sorar. İn hüve illâ vahyün yûhâ (O, ancak vahyolunan bir vahiydir) âyetine atıfla, “Hak hileye muhtaç değil” der.
• Onuncu Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) haber verdiği dehşetli hakikatlere (İzesh-shemsu kuvviret gibi) ve müjdelediği ebedî saadete dikkat çeker. Bütün enbiya, evliya ve sıddıkînin O’nu tasdik ettiğini yineler.
• Onbirinci Reşha: O Zât’ın (A.S.M.) ubudiyetinin ve duasının, Haşir ve Ahiretin icadına nasıl bir vesile olduğunu izah eder. O’nun, “nev’-i beşere İmam” olduğu, “Mescidi, yalnız Ceziret-ül Arab değildir, Küre-i Arzdır” denilir. O’nun “Saadet-i Ebediyeyi” istediği duasına, “yalnız o Cemaat değil, belki Arz ve Sema ve bütün mevcudat آمين söyler”. O Zât’ın (A.S.M.) tek duasının, “Cennet’in İcadına ve îtasına kâfidir” hükmüyle, Risaletinin bu dünyanın açılmasına sebep olduğu gibi, ubudiyetinin de “öteki Dâr-ı Saadetin açılmasına sebebiyet” verdiği belirtilir.
• Onikinci Reşha: Ebu Hanife, Şafiî, İmam-ı Gazalî, Abdülkadir-i Geylanî, İmam-ı Rabbanî gibi binlerce “Nuranî Ziyadar Yıldızlar”ın o Asr-ı Saadet güneşinden feyiz alarak âlem-i beşeri tenvir ettiklerini belirterek bölümü hatmeder.
Bölüm, mu’cizat-ı Ahmediye’ye (A.S.M.) işaret eden uzun bir Salavat-ı Şerife ile sona erer.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Lâsiyyemalar (Bilhassa, Özellikle)
Bu bölüm, Risale-i Nur Külliyatı’ndaki Onuncu Söz (Haşir Risalesi) ve Yirmi Sekizinci Söz’ün Arabî ikinci makamının esasıdır. Ana mevzusu, imanın en mühim rükünlerinden olan Haşir ve Ahiret inancının kat’î delillerle ispatıdır.
Risale, temel bir kaide üzerine kuruludur: “Arkadaş! Uluhiyet, Risalet, Ahiret, Kâinat arasında Hakikatta telazum vardır.”. Yani, bu dört esastan birinin varlığı, mantıken diğerlerinin de varlığını zorunlu kılar. Bölüm, bu zorunlu bağlantıları ispat ederek ilerler.
1. Uluhiyet, Risaleti İktiza Eder (Allah’ın Varlığı, Peygamberliği Gerektirir)
Risale, “Uluhiyet de tezahürsüz olamaz. Tezahürü ise, İrsal-i Rusül ile olur” kaidesiyle başlar. Allah’ın varlığının, peygamber göndermeyi nasıl zorunlu kıldığını şöyle izah eder:
• Kemal-i Cemal: Hadd-i kemale (mükemmellik seviyesine) ulaşan bir güzellik ve hüsn-ü san’at (sanat güzelliği), “Resullerin delaletiyle” ve “tarifi lâzımdır”.
• Rububiyet-i Âmme: Kâinatı terbiye eden bir Rab’lık (Rububiyet), kulluk (Ubudiyet) ister. Bu kulluğun nasıl olacağını bildirmek ise, ancak Resuller vasıtasıyla olur.
• Hazinelerin Keşfi: Bir Zât’ın cevahirle dolu gizli hazinelerini açıp halka göstermek için “Emir ve tayin edilmiş bir memur lâzımdır. İşte o memur Resuldür”.
• Netice: Bu vazifeleri en mükemmel surette görebilecek tek Zât’ın Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm olduğu belirtilir.
2. İman-ı Billah, Ahiret İmanını İktiza Eder (Allah’a İman, Ahirete İmanı Gerektirir)
Risale, asıl mevzusu olan Haşir bahsine “Aziz arkadaş! ‘İman- Billah’ ile ‘Ahiret İmanı’ arasındaki telazuma geldik. Hazır ol, dinle!” diyerek geçer. Allah’ın varlığına ve sıfatlarına iman etmenin, Ahiret’in varlığını nasıl zorunlu kıldığını şu delillerle ispat eder:
• Saltanatın İktizası: Bir sultan, itaat edenlere mükâfat ve isyan edenlere mücazat etmezse saltanatı çöker. Allah’ın Rububiyet Saltanatı ise mükâfat ve mücazatı ister. Bu mükâfat ve mücazat menzilleri ise ancak Ahiret’tir.
• Hikmet ve Adaletin İktizası: Yüksek bir hikmet ve adalet sahibi olan Sultan-ı Ezelî’nin, hâkimiyetinin haşmetini göstermek ve hukuk-u ibadı (kulların hukukunu) muhafaza etmek için bir Mahkeme-i Kübra kurması adaletin gereğidir. Zira bu fâni dünya menzili, o “büyük Adalet-i Hakikiyeye mazhar olamaz”.
• Sehavet (Cömertlik) ve Rahmetin İktizası: Dopdolu hazinelere ve sehavet-i mutlakaya (sınırsız cömertliğe) sahip bir Zât için, “umumî ve daimî bir dâr-ı ziyafet lâzımdır”. O’nun her şeyi kuşatan Rahmet-i Vasiası (geniş rahmeti) , bu kısa, fâni, zahmetli dünya hayatıyla tatmin olmaz; ebedî bir ziyafetgâhı ister.
• Cemal’in İktizası: “Daimî bir cemal, zâil ve muvakkat bir müştaka razı olmaz. Onun da devamını ister. Bu da Ahireti ister”.
• Hıfz (Muhafaza) Sıfatının İktizası: Mülkünde cereyan eden her hâdisenin suretlerini ve “milletinin bütün a’mallerini, efallerini” kaydeden ve muhafaza eden (Hafîz) bir Sultan , elbette bu kayıtları “bir muhasebenin, bir muhakemenin” vukua geleceği yer olan Ahiret için yapmaktadır.
• Va’d ve Tehdidin İktizası: Allah, kudretine ağır gelmeyen Haşir hakkında pek çok defa va’dde bulunmuştur. Va’dinden dönmek (hulf-ül va’d) ise “Kudretin İzzetine zıddır”.
• Esma-i Hüsna’nın İktizası: Sadece “Hakîm, Kerim, Rahîm, Adil, Hafîz” isimleri değil, “belki Kâinatın tedbiriyle alâkadar olan her bir İsim, Ahiret ve Haşri iktiza eder”.
3. Kâinatın Şehadeti (Haşr-i Nebatî)
Risale, Allah’ın sıfatlarının Ahiret’i gerektirdiğini izah ettikten sonra, bizzat kâinatın kendisinin de Haşr’e delil olduğunu, bilhassa “Haşr-i Nebatî” (bitkisel diriliş) misaliyle açıklar:
• Allah’ın, “dar ve muvakkat şu arz meydanında, Âlem-i Ahiretin büyük meydanının çok misallerini, nümunelerini her vakit gösterdiği” belirtilir.
• “Bahar mevsiminde arzın sathında yapılan nebatî haşirlere dikkat lâzımdır”. Ölmüş, çürümüş, karışmış “üçyüz bin kadar” nebatat nev’inin tohumlarının, altı gün zarfında hatasız ve noksansız surette yeniden iade edilmesi . Haşr-i İnsanî’nin de “göz işareti kadar kolay” olduğunu ispat eder.
• Bu hakikate Fenzur ilâ âsâri rahmetillâhi keyfe yuhyi’l-arda ba’de mevtihâ inne zâlike lemuhyi’l-mevtâ ve hüve alâ külli şey’in kadîr (Allah’ın rahmet eserlerine bak! Yeryüzünü ölümünün ardından nasıl diriltiyor. Şüphesiz O, ölüleri de elbette diriltecektir. O, her şeye hakkıyla gücü yetendir.) âyeti delil getirilir.
Bu bölümden sonra, Tevhid bahsinin ele alındığı “Katre” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Katre (Damla)
Bu risale, fihristte de belirtildiği gibi, “Tevhid Denizinden” bir damla olarak takdim edilir. Eser, bir Mukaddeme, (Fihrist’e göre dört babdan oluşan) bir ana bölüm ve bir Hâtime’den müteşekkildir.
Katre’nin Mukaddemesi
Müellif, bu bölümde “kırk sene ömründe, otuz sene tahsilimde” öğrendiği “dört Kelime” ile **”dört Kelâm”**ı hülâsa eder.
• Dört Kelime:
• Mana-yı Harfî: Kâinata ve mahlukata, “Onun (Allah’ın) hesabına bakmak”tır. Yaratılana bakıp Yaratıcı’yı görmek, san’ata bakıp Sâni’i (Sanatkârı) bilmektir .
• Mana-yı İsmî: Kâinata ve esbaba (sebeplere) “esbab hesabına bakmak”tır ki, bu “hatadır” ve “cehalettir”.
• Niyet: Niyetin, eşyanın mahiyetini değiştirdiğini; “âdi bir hareketi İbadete çevirir” ve “gösteriş için yapılan bir İbadeti günaha Kalbeder”.
• Nazar (Bakış): Maddiyata sebepler (esbab) hesabıyla bakılırsa cehalet, Allah hesabıyla bakılırsa “Marifet-i İlahiyedir”.
• Dört Kelâm:
• “Ben kendime mâlik değilim.”: İnsanın hakikî mâliki kâinatın mâlikidir. İnsandaki bu mevhum (varsayımsal) mâlikiyet hissi, Mâlik-i Hakikî’nin sıfatlarını anlamak için bir “vâhid-i kıyasî”dir (ölçü birimidir) .
• “Ölüm haktır.”: Bu hayatın ve bedenin ebedî olmadığını, zira “et, kan ve kemik gibi mütehalif şeylerden terekküb etmiş” olup dağılmaya mahkûm olduğunu ifade eder .
• “Rabbim birdir.”: İnsanın bütün saadetlerinin, bir “Rabb-ı Rahîm’e olan Teslimiyete bağlı” olduğunu, aksi takdirde “pek çok rablere muhtaç” olacağını belirtir.
• “Ene” (Benlik): “Ene”nin, Cenab-ı Hakk’ın sıfatını ve şuunatını (keyfiyetlerini) bilmek için bir “vâhid-i kıyasî” (ölçü birimi) olduğunu ifade eder .
Birinci Bab
Bu bab, Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) kelime-i mübarekesinin beyanındadır.
Bu bölümde, Allah’ın varlığı ve birliğine (Vücub-u Vücud ve Vahdetine) dair üç büyük bürhan (delil) zikredilir:
• Birinci Şahid (Hazret-i Muhammed A.S.M.): O Zât’ın (A.S.M.), bütün Enbiya ve Evliyanın tasdiklerine mazhar olarak bu Tevhid davasını ilan ettiği belirtilir .
• İkinci Şahid (Furkan-ı Hakîm – Kur’an): Kur’an’ın “Ehl-i Keşf ve İlhamca Ayn-ı Hidayet” olduğu ve “delail-i akliye ile müeyyed” (aklî delillerle desteklenmiş) olarak Tevhid’i ilan ettiği ifade edilir .
• Üçüncü Şahid (Kitab-ı Kebir-i Kâinat): Kâinatın, “ihtiva ettiği bütün enva’ıyla, erkânıyla, azâsıyla, eczasıyla, hüceyratıyla, zerratıyla, esîriyle” (Fihrist’e göre ellibeş lisan ile) Allah’ın birliğine şehadet ettiği ispat edilir.
Katre’nin Hâtimesi
Hâtime (sonuç) bölümü, “dört çeşit hastalıkları beyan eder ve tedavi çarelerini gösterir”.
• Birinci Hastalık: “Ye’s” (Ümitsizlik): İbadete muvaffak olamayanın azaptan korkarak yeise düşmesi ve “ilân-ı isyan ederek İslâm Dairesinden” çıkması tehlikesine karşı, Lâ taknetû min rahmetillâh (Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin) âyetiyle cevap verilir.
• İkinci Hastalık: “Ucb” (Kendini Beğenme): Yeisten kurtulmak için kendi yaptığı hasenat ve kemalâtına bel bağlamaktır ki, bu “insanı dalalete atar”. İnsanın, vücudu dahi emanet olduğu için “mülkü değildir, onlara güvenemez”
• Üçüncü Hastalık: “Gurur”: Kendi kemalâtını kâfi ve yüksek görmekle, “Eslaf-ı İzamın (büyük seleflerin) İrşadat ve Keşfiyatlarından mahrum” kalmaktır.
• Dördüncü Hastalık: “Sû’-i zan” (Kötü Zan): İnsanın hüsn-ü zanna memur olduğu, “kendiside bulunan sû’-i ahlâkı, sû’-i zan saikasıyla başkalara teşmil etmemesi” gerektiği belirtilir .
Bu hastalıklardan sonra bölüm, “Nokta” ve “Nükte” başlıkları altında müteferrik hakikatleri (mesela, “İman bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti… tesis eder” ) izah ederek devam eder.
Katre’nin Zeyli (Eki)
Bu zeyl, “Remz” (sembol) başlıkları altında, müteferrik fakat mühim hakikatleri beyan eder.
• Birinci Remz: Namazda vaktin evvelinde, Kâ’be’yi hayalen nazara alarak kılmanın, Mescid-i Haram’daki safları ve bütün âlem-i İslâm’ı ihata eden “Cemaat-ı Uzma”yı (büyük cemaati) hayal etmenin faziletini ve bunun “hücum eden evham ve vesveselere karşı manevî bir kalkan” vazifesi gördüğünü anlatır .
• Diğer Remzler: “Resul-i Ekrem’in (A.S.M.) Sünnetleri”nin dalalet yollarında birer lamba vazifesi gördüğü, küfür yolunun “buzlar üzerinde yürümekten daha zahmetli” olduğu ve dünyanın üç vechi (Ahirete, Esma-i Hüsna’ya ve nefse bakan vecihleri) gibi birçok farklı hakikati izah eder.
Bu bölümden sonra, Nübüvvet ve Mu’cizat-ı Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat eden “Reşhalar” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Hubab (Kabarcık)
Bu risale, “Kur’an-ı Hakîm’in ummanından” bir “hubab” (su kabarcığı) olarak takdim edilir. Fihrist’te belirtildiği üzere, bu eser müellifin Ankara’da bulunduğu sırada, Millî Mücadele’nin zafer sarhoşluğu içindeki ehl-i imanın fikirlerini zındıka (dinsizlik) ve dalaletten muhafaza etmek maksadıyla te’lif edilmiştir. Risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında müteferrik ve mühim hakikatleri izah eder.
Hubab’ın Muhtevası
• İspat ve Nefy Muvazenesi: Bir meseleyi ispat edenin sözünün, nefyedenin (inkâr edenin) sözüne tercih edilmesi gerektiği, zira ispat edenin yardımcıları (diğer ispat edenler) varken, nefyedenin tek kaldığı izah edilir. İmanî meselelerde ehl-i hidayetin sözlerinin birbirini takviye ettiği, ehl-i dalaletin inkârlarının ise “haber-i vâhid” (tek kişinin haberi) hükmünde kalarak kuvvetsiz olduğu belirtilir .
• Cüz’ ve Küll Münasebeti: Bir ağacın yaratılması için ne lâzım ise, bir meyvenin yaratılması için de aynı şeylerin lâzım olduğu; bu yüzden meyvenin Hâlık’ının, ancak bütün kâinatın Hâlık’ı olabileceği ifade edilir.
• Şahsiyet-i Maneviye: Peygamberimizin (A.S.M.) hakikatine bakarken, O’nun bidayet-i hayatındaki (hayatının başlangıcındaki) beşerî ahvaline takılıp kalmamak gerektiği vurgulanır. O’nun maddî hayatı “ince bir kışır, nazik bir kabuk” gibidir ki, “o kışır içerisinden, iki Alemin Güneşi ve Tûbâ gibi Şecere-i Muhammediye (A.S.M.) çıkmıştır”. O Zât’ın (A.S.M.) Tecelliyat-ı İlahiyeye “mazhar ve makes” (görünme yeri ve ayna) olduğu, “masdar ve menba'” (kaynak) olmadığı belirtilir .
• İki Medeniyetin Mukayesesi: Kâfirlerin medeniyeti ile Mü’minlerin medeniyeti arasında derin bir fark olduğu belirtilir:
• Kâfirlerin Medeniyeti: “Medeniyet libasını giymiş korkunç bir vahşettir. Zahiri parlıyor, bâtını da yakıyor. Dışı süs içi pis, sureti me’nus sîreti makûs bir şeytandır”.
• Mü’minlerin Medeniyeti: “Bâtını Nur zahiri Rahmet, içi Muhabbet, dışı Uhuvvet, sureti Muavenet, sîreti Şefkat, cazibedar bir Melektir”. İman nurunun, kâinatı bir “Mehd-i Uhuvvet” (kardeşlik beşiği) olarak gösterdiği ifade edilir.
• İçtihad Bahsi (Altı Mani): Bu bölümde, Risale-i Nur’da Yirmi Yedinci Söz olarak yer alan İçtihad Risalesi’nin bir hülâsası sunulur. “İçtihad kapısı açıktır. Fakat, şu zamanda oraya girmeğe altı mani vardır” denilerek bu maniler şöyle sıralanır:
• Kışta, fırtınaların şiddetli olduğu bir vakitte yeni kapılar açmanın tehlikeli olması gibi, “münkerat zamanında… dalaletin tahribatı hengâmında, İçtihad nâmıyla Kasr-ı İslâmiyetten yeni kapılar açmak… İslâmiyete cinayettir”.
• Dinin “Zaruriyatı” (kesin ve temel hükümleri) terk edilirken, “nazariyat kısmında… heveskârane yeni İçtihadlar yapmak; bid’atkârane bir hıyanettir”.
• Eski zamanda fikirler Ahkâm-ı Diniyeye odaklıyken, bu zamanda “bütün istidadlar fünun-u hazıra ve hayat-ı dünyeviyeye müteveccihtir”.
• İçtihada meyledenin maksadı takva değil de “zaruriyatı terk ve hayat-ı dünyeviyeyi, hayat-ı uhreviyeye tercih” ise, bu “meyl-üt tahribdir” (yıkma meylidir).
• Zamanın “umumî bir beliyye” haline getirdiği bazı haramların, zaruret hükmüne giremeyeceği, “sû’-i ihtiyar ile haram bir tarzda kendini sarhoş etse… mazur olamaz” misaliyle açıklanır.
• (Bu kısım Fihristte zikredilmiş ancak metinde altıncı mani olarak ayrı bir numara konulmamıştır. Hutbenin Türkçe okunması bahsi, Beşinci Mani’nin devamında yer almaktadır.) Hutbenin Türkçe okunmasını istemek, “ahval-i siyasiye yalandan, hileden, şeytanî fikirlerden hâlî değildir” gerekçesiyle reddedilir; hutbe makamının “Ahkâm-ı İlahiyenin tebliği için” olduğu vurgulanır .
Hubab’ın Birinci Zeyli (Farisî Münacat ve Türkçe Hutbe)
Bu zeyl, müellifin “hiç Farisî tahsil etmediği halde” te’lif ettiği, Afgan Sefiri tarafından takdirle karşılanan Farisî bir Münacat ile başlar .
Bu münacatın hemen ardından, 1339 (1923) tarihinde Meclis-i Meb’usan’a hitaben yazılan Türkçe Hutbe yer alır. “Ey Mücahidîn-i İslâm! Ey Ehl-i Hall ü Akid!” hitabıyla başlayan bu hutbede, meb’uslara “on söz” ve “birkaç nasihat” verilir:
• Evvelâ: Kazanılan muzafferiyetin, “Kur’anın en sarih ve en kat’î Emri olan Salât (Namaz) gibi Feraizi imtisal etmeniz” suretiyle şükrünün eda edilmesi gerektiği belirtilir.
• Sâniyen: Âlem-i İslâm’ın teveccühünün devamının, “Şeair-i İslâmiyeyi iltizam ile” (İslâmî sembollere bağlı kalmakla) mümkün olacağı ifade edilir.
• Râbian (Dördüncüsü): Milletin, başlarındakini “mütedeyyin görmek” istediği, “Acaba Namaz kılıyor mu?” diye sordukları, kılarsa emniyet ettikleri, kılmazsa “nazarlarında müttehemdir” (itham altındadır) denilir.
• Hâmisen (Beşincisi): “Şarkı ayağa kaldıracak Din ve Kalbdir, akıl ve felsefe değil” tespiti yapılır.
• Âşiren (Onuncusu): Farz namaz gibi zaruriyat-ı diniyede “yüzde doksandokuz ihtimal-i necat var” iken, bunların terkinde “doksandokuz ihtimal-i zarar var” denilerek, meclisin şahsiyet-i maneviyesinin hem saltanat hem de hilafet manasını deruhte etmesi gerektiği, aksi halde “inşikak-ı asâya” (bölünmeye) sebebiyet verileceği ihtar edilir .
Zeyl-ül Hubab (Hubab’ın İkinci Zeyli)
Bu ek bölüm, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” başlıkları altında müteferrik hakikatleri izah etmeye devam eder. Hayatın, ömrün ve zamanın sür’atle geçtiği ; insanın vazifesinin sadece dua olduğu ; ve Esma-i Hüsna’nın tecellisinde cüz’î-küllî veya küçük-büyük farkının olmadığı gibi derin Tevhid hakikatleri bu bölümde yer alır.
Bu bölümden sonra, Hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve Tabiat Risalesi’nin esaslarını ihtiva eden “Habbe” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Habbe (Habbe)
Bu risale, “Cennet-i Kur’aniyenin semeratından bir semerenin ihtiva ettiği” hakikatler olarak takdim edilir. “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, “Ene” (Benlik) ve “Tabiat” gibi mühim mevzuların yanı sıra “Hakikat-ı Muhammediye”nin (A.S.M.) kâinattaki merkezî yerini izah eden derin hakikatleri içerir.
Risalenin Muhtevası
• Hakikat-ı Muhammediye (A.S.M.): Risalenin en mühim bahislerinden biridir. Kâinat, müellifin nazarıyla farklı suretlerde tahayyül edilir ve her surette Hazret-i Muhammed’in (A.S.M.) nurunun merkeziyeti vurgulanır:
• Kâinat “büyük bir Kitab” ise, Nur-u Muhammedî (A.S.M.) o kitabın kâtibinin “Kaleminin mürekkebidir”.
• Kâinat bir “şecere” (ağaç) ise, o Nur hem o ağacın “çekirdeği”, hem de “semeresi”dir (meyvesidir).
• Kâinat “mücessem bir zîhayat” (canlı bir varlık) ise, o Nur onun “Ruhu”dur.
• Kâinat “pek büyük bir saray” ise, o Nur, “o Sultan-ı Ezelî’nin… saraya Nâzır ve Münadi (ilan edici) ve Teşrifatçı”sıdır; halkı o sarayın Sâni’ine (Sanatkârına) davet eder.
• Kalbin Mahiyeti ve Ene (Benlik): İnsan, hilkat şeceresinin meyvesi; kalb ise insanın çekirdeğidir. Bu kalb, “Ebed-ül Âbâda müteveccih açılmış bir penceredir. Bu fâni dünyaya razı değildir”. Eğer bu kalb çekirdeği “İslâmiyet ile iska edilmekle İmanla intibaha gelirse”, nuranî bir ağaç olur; aksi halde “kuru bir çekirdek kalarak Nura inkılab edinceye kadar ateş ile yanması lâzımdır”.
• İki Tagut: Ene ve Tabiat: Müellif, “Otuz seneden beri iki tagut ile mücadelem vardır. Biri insandadır, diğeri Âlemdedir. Biri ‘Ene’dir, diğeri ‘Tabiat’tır” der. Kur’an feyziyle bu mücadelenin, “mevhum olan tabiat perdesi parçalanarak” altında “Şeriat-ı Fıtriye-i İlahiye”nin (İlahi Yaratılış Kanununun) tecellî etmesiyle neticelendiğini belirtir.
• Dünya Hayatının Fâniliği: Dünyanın aldatıcılığına karşı uyarır: “Dünyanın lezaizi zehirli bala benzer. Lezzeti nisbetinde elemi de vardır”.
• Musibet ve Teslimiyet: Kaderden gelen musibetlere karşı teslimiyetin lüzumunu, “Mer’ayı tecavüz eden koyun sürüsünü çevirtmek için çobanın attığı taşlara musab olan” koyunun haliyle izah eder. O koyun gibi “Biz çobanın emri altındayız… Madem onun rızası yoktur, dönelim” diyerek, musibet taşı geldiğinde İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah’a aidiz ve O’na döneceğiz) demeyi telkin eder.
📖 Zeyl-ul Habbe (Habbe’nin Zeyli)
Bu bölüm, “Habbe” risalesindeki müteferrik “İ’lem” başlıklarını devam ettirir.
• Tevafuk ve Tehalüf: Mahlukat arasındaki “Tevafuk” (uyum, benzerlik), Sâni’in (Sanatkârın) “Vâhid, Ehad” (Bir ve Tek) olduğuna; aralarındaki “Tehalüf” (farklılık, teşahhus) ise Sâni’in “Muhtar ve Hakîm” (İradesinde serbest ve Hikmet sahibi) olduğuna şehadet eder.
• İsm-i Hafîz’in Tecellisi: “Bir incir tohumunu tavırdan tavıra hıfzeden… himaye eden… elbette ve elbette, Halife-i Arz ünvanını alan nev’-i beşerin a’malini ihmal etmez, hıfzeder”.
• Ruhun Bekası: Maddenin değişmesine rağmen mananın bâki kalması gibi, “Cesed ölüp dağılırsa da Ruh bâki kalır” hakikati vurgulanır .
• Toprağın Sırrı: Toprak unsurunun kâinattaki merkezî yerine işaret edilir. “Arz, Âlemin Kalbi olduğu gibi, toprak unsuru da arzın Kalbidir.” Toprağın, “tevazu, mahviyet” (alçakgönüllülük) sırrıyla, “en yüksek Semavattan Hâlık-ı Semavat’a daha yakın bir yol” olduğu belirtilir.
• Bu’diyet ve Kurbiyet (Uzaklık ve Yakınlık): Allah’ın kâinattan sonsuz “uzaklığı” (Zâtının benzememesi cihetiyle) ile, aynı anda sonsuz “kurbiyeti” (İlim ve Kudretiyle her şeyin bâtınında olması cihetiyle) arasındaki sır izah edilir .
📖 Zeyl-üz Zeyl (Zeylin Zeyli)
Bu ek bölüm, “Habbe”nin muhtevasını tamamlar ve Risale-i Nur’daki Tabiat Risalesi’nin (Yirmi Üçüncü Lem’a) Arabça bir esasını teşkil eder .
Bu bölüm, ehl-i dalaletin sığındığı “üç kelime”yi çürütmek üzerine kuruludur:
• “Her şey kendi kendine teşekkül etmiştir.”
• “Mûcid ve müessir esbabdır.” (Yaratıcı ve tesir edici sebeplerdir.)
• “Tabiat iktiza etti.” (Tabiat gerektirdi.)
Risale, bu üç iddianın da aklen imkânsız (muhal) olduğunu ispat eder:
• Esbabın (Sebeplerin) İcad Edememesi: İnsanın vücuda gelmesini sebeplere veya tabiata isnad etmek, “insanın bir hüceyresinde Âlemin eczası ictima edebilir” demek gibi imkânsızdır. Zira bir şeyi (mesela insanı) yaratmak için, o şeyin alâkadar olduğu bütün kâinatı bilmek ve idare etmek lâzımdır.
• Tabiatın Hakikî Tarifi: Risale, felsefenin “tabiat” dediği şeyin hakikatini şöyle izah eder:
• Tabiat; “nakıştır, nakkaş değil” (sanat eseridir, sanatkâr değil).
• “Kabildir, fâil değil” (tesir edilendir, tesir eden değil).
• “Mistardır, masdar değil” (şablondur, kaynak değil).
• “Nizamdır, nâzım değil” (düzendir, düzenleyici değil).
• “Kanundur, Kudret değil”.
• Hakikati ise, “bir Şeriat-ı Kübra-yı İlahiyedir” (Allah’ın büyük yaratılış kanunudur).
• Tevhidin Zarureti: “Bir şeyi halkeden her şeyi halketmiştir.” Bu sebeple, “bir şeyi yapan Vâhid, Ehad, Ferd, Samed olmak zarurîdir”.
Bu bölümden sonra, Risale-i Nur’da “On Yedinci Lem’a” olarak bilinen “Zühre” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Zühre (Çiçek, Parlak Yıldız)
Bu risale, “Eski Said”in “Yeni Said”e inkılab ettiği dönemde, müellifin “Marifet-i İlahiyede bir Hareket-i Fikriye ve bir Seyahat-ı Kalbiye” neticesinde gördüğü Tevhid hakikatlerinin “Notalar” suretinde kaydedildiği bir eserdir.
Risale-i Nur Külliyatı’nda bu bölüm, bazı izahlar ve tertip değişiklikleri ile “Onyedinci Lem’a” namıyla yer almaktadır. Eser, “Onbeş Nota”dan müteşekkildir.
Bölümün Muhtevası
• Birinci, İkinci ve Üçüncü Notalar: Müellifin nefsine hitaben yaptığı uyarılardır. Kalbi, dünyadan ve fâni şeylerden çevirmeyi telkin eder. İnsanın hususî dünyasının, “hayatın ve ömrün” 5aynasına yansıyan bir yansıma olduğunu; ayna (yani ömür) kırılınca o dünyanın da yıkılacağını, bu yüzden o fâni dünyaya kaldıramayacağı yükleri (ebedî emelleri) yüklememek gerektiğini izah eder.
• Dördüncü Nota: Haşir (diriliş) hakikatine dairdir. Fâtır-ı Hakîm’in (Hikmetli Yaratıcı’nın) âdetinin, “ehemmiyetli ve kıymetdar şeyleri aynıyla iade etmek” olduğunu belirtir. Nasıl ki mevsimlerin değişmesiyle kıymetli şeyler (meyveler, çiçekler) aynen iade ediliyor; “Hilkat Şeceresinin en mükemmel meyvesi insan” 8olduğundan, “beşerin herbir ferdi aynıyla, cismiyle, ismiyle, resmiyle iade edilecektir” hükmünü ispat eder.
• Beşinci Nota: Risalenin en geniş bölümlerinden biridir. “Bozulmuş ikinci Avrupa”nın manevî şahsiyeti ile müellifin “Seyahat-ı Ruhiyede” yaptığı bir muhavereyi (konuşmayı) içerir.
• İki Avrupa: Müellif, Avrupa’yı ikiye ayırır: Birincisi, İsevîlik din-i hakikisinden ve İslâmiyet’ten feyiz alarak “hayat-ı içtimaiye-i beşeriyeye nâfi’ san’atları ve Adalet ve Hakkaniyete hizmet eden fünunları” takip eden Avrupa’dır. İkincisi ise, “felsefe-i tabiiyenin zulmetiyle, medeniyetin seyyiatını mehasin zannederek, beşeri sefahete ve dalalete sevkeden” Avrupa’dır.
• Avrupa’nın Hediyesi: Bu ikinci Avrupa’nın, “yalancı bir cennet içinde cehennemî bir azab” hediye ettiğini; bu derde karşı bulduğu ilâcın ise “muvakkaten ibtal-i his hizmeti gören cazibedar oyuncakların ve uyutucu hevesat” olduğunu söyler.
• İki Yolun Mukayesesi: Felsefenin yolunu, her adım başında mazlumların feryatlarının işitildiği “umumî bir matem” yoluna benzetir. Kur’an’ın yolunu ise, “Sultan-ı Âdil’in müstakim askerleri”nin bulunduğu bir yola benzetir ki, bu yolda vefiyat (ölümler), “Sultan’ın ziyaretine… dönmesi cihetinde gayet memnun” olunan bir “terhisat-ı askeriye”dir.
• İki Şakirdin Mukayesesi: Felsefe şakirdini (öğrencisini) “hodfüruş” (kendini beğenen), menfaati için “şeytanın ayağını öper” derecede alçalan “zelil bir firavun” olarak tarif eder. Kur’an şakirdini ise, Cennet’i dahi ibadetine gaye yapmayan “Abd-i Aziz” (aziz bir kul) ve Seyyidinin (Efendisinin) kuvvetine dayanan “Zaîf-i Kavî” (kuvvetli bir zayıf) olarak tarif eder.
• Altıncı Nota: Kâfirlerin çokluğunun ve inkârda ittifak etmelerinin bir kıymeti olmadığını izah eder. “Kıymet ve ehemmiyet, kemmiyette ve aded çokluğunda değil”. Nefyedenlerin (inkâr edenlerin) ittifakı kuvvetsizdir, zira her biri “Benim nazarımda yoktur” der. İspat edenler ise “Nefs-ül Emirde, göğün yüzünde hilâl vardır” diyerek aynı hakikati tasdik ettikleri için kuvvetlidirler.
• Sekizinci Nota: “Hizmetin mükâfatını, Hizmet içinde dercetmiştir” hakikatini izah eder. Arıdan sineğe, tavuktan şems ve kamere kadar her şeyin, vazifesini “Kemal-i Lezzetle” yaptığını belirtir. “Rahat, zahmette; zahmet, rahattadır” cümlesinin darb-ı mesel olduğunu hatırlatır.
• Dokuzuncu Nota: Nübüvvetin, beşerdeki “hayır ve Kemalâtın Fezlekesi ve Esasıdır”. Cemaatle kılınan namazın sırrını izah eder; bayram namazlarında milyonlarca insanın “Allahu Ekber” demesinin, “Küre-i Arz tamamıyla büyük bir insan olup” zikretmesi hükmüne geçtiğini belirtir.
• Onikinci Nota: Müellifin, Eski Said’den Yeni Said’e geçişi sırasında yazdığı “hazîn bir Münacat”tır (duadır). “Ey Rabb-i Rahîmim… Benim sû’-i ihtiyarımla ömrüm ve gençliğim zayi’ olup gitti… elem verici günahlar… kalmıştır… kabre yakınlaşıyorum” gibi ifadelerle başlar ve kabir kapısında “Beni günahlarımın ağır yüklerinden halas eyle!” diye feryad eden bir kulun tazarru ve niyazını dile getirir.
• Onüçüncü Nota: Birbiriyle karıştırılan “beş mühim mes’ele”yi izah eder:
• Vazifeye Karışmamak: İnsanın kendi vazifesi olan ubudiyeti (kulluğu) yapıp, neticeyi yaratan Cenab-ı Hakk’ın vazifesine (zafer veya mağlubiyet gibi) karışmaması gerektiği.
• Amelin Niyeti: Evrad ve zikirlerin (Cevşen, Şah-ı Nakşibendî virdi gibi) “faidelerin bazılarını maksud-u bizzât niyet ederek” değil, “sırf Rıza-yı İlahî için” okunması gerektiği. O faidelerin, amelin illeti (sebebi) değil, “istenilmeyerek verilen semereler” olduğu.
• Haddini Bilmek: “Ne mutlu o adama ki, kendini bilip haddinden tecavüz etmez”. “Medar-ı necat ve halas, yalnız İhlastır”.
• Esbab (Sebepler) Perdesi: Sebepler eliyle gelen nimeti, sebebin hesabına almamak. Sebebin, o nimetin “illeti” (asıl sebebi) değil, sadece onunla “iktiran” etmiş (beraber gelmiş) bir şart olduğu.
• Cemaatin Hakkı: Cemaatin sa’yi ile hasıl olan bir şerefi, reise veya üstada vermenin “zulüm” olduğu. Üstadın “masdar ve menba” (kaynak) değil, “mazhar ve ma’kes” (görünme yeri ve ayna) olduğunun bilinmesi gerektiği.
• Ondördüncü Nota: Tevhide dair “Dört küçük remiz” (işaret) içerir. İnsanın kâinatın bir sarayı olduğu, kalbin Bâki Zât’a ayna olduğu ve dünyanın kabir gibi dar olduğu gibi hakikatleri izah eder.
• Onbeşinci Nota: “İsm-i Hafîz”in (Muhafaza eden Allah’ın) tecellisini ispat eder. Birbirine benzeyen karışık tohumların toprağa atıldığında, “Kemal-i İmtisal ile hatasız olarak” kendi ağaç ve çiçeklerini vermelerinin; bu “hadsiz hârika muhafazayı yapan Zât-ı Hafîz”in , “Ebedî Tesiri… bulunan” insanın amellerini de “kemal-i dikkat ile muhafaza edip, muhasebesi görülecek” olduğuna kat’î bir delil olduğunu ispat eder.
Bu bölümden sonra, Zerrelerin Tevhid delillerini inceleyen “Zerre” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Zerre
Bu risale, “Hidayet-i Kur’aniyenin Şuâından” (Kur’an hidayetinin ışınından) bir “zerre” olarak takdim edilir. Fihristte de belirtildiği gibi, “şeytanın ve ehl-i ilhadın bazı vesveselerini tard eden müteferrik mes’elelerden bahseden hârika” bir risaledir. Eser, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında Tevhid hakikatlerini ve ahlâkî esasları izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Tevhid Yollarının Çokluğu: Cenab-ı Hakk’a vasıl olan yolların kâinatın tabakaları adedince olduğu, “âdi bir yol kapandığı zaman, bütün yolların kapanmış olduğunu tevehhüm etmek, cehaletin en büyük bir şahididir” denilerek, bir delildeki şüphe ile Tevhid’den şüpheye düşmemek gerektiği vurgulanır.
• Zahir ve Bâtın Farkı: Her şeyin bâtınının (iç yüzünün), zahirinden (dış yüzünden) “daha âlî, daha kâmil, daha latif, daha güzel, daha müzeyyen olduğu” ve hayatça daha kuvvetli olduğu belirtilir. Zahirde görünen hayatın, “ancak bâtından zahire süzülen zaîf bir tereşşuhtur” (sızıntıdır).
• İnsan Yüzündeki Deliller (Tevafuk ve Tehalüf): İnsan yüzünün, “geçmiş ve gelecek bütün insanların adedince kendisini onlardan ayıran… nişan ve alâmetleri hâvi” olduğu belirtilir.
• Tevafuk (Benzerlik): Bütün insanlarda esas azaların (göz, kulak vb.) ittifakı, Sâni’in “Vâhid-i Ehad” (Bir ve Tek) olduğuna delalet eder.
• Tehalüf (Farklılık): Simalardaki bu farklılıklar ise, Sâni’in “Muhtar ve Hakîm” (dilediğini hikmetle yapan) olduğuna delalet eder.
• Vesvesenin Reddi: Şeytanın, “Yahu, şu koyun veya inek, eğer Kadîr ve Alîm-i Ezelî’nin nakşı… olsa idi; bu kadar miskin bîçare olmazlardı” şeklindeki vesvesesi çürütülür. Cevaben, “Cenab-ı Hak, her şeye lâyıkını veriyor ve maslahata göre veriyor” denir. Aksi halde, “senin eşeğinin kulağı senden ve senin Üstadlarından daha akıllı… olması lâzımdı”.
• Tevhidin Zarureti: Kâinatın yaratılışı hakkında iki ihtimalin olduğu belirtilir: Ya “Mûcibe-i Külliye” (yani, bütün eşyanın Hâlıkı Allah’tır) sadıktır, ya da “Sâlibe-i Külliye” (yani, Allah hiçbir şeyin Hâlıkı değildir) sadıktır. “Zira Sâni’ Vâhid-i Hakikî olmazsa, kesîr-i hakikî olacaktır. Kesîr-i hakikî ise gayr-ı mütenahîdir” denilerek, şirkin imkânsızlığı ve Tevhidin zarureti ispat edilir.
• San’attaki Sühulet: Sinekten file kadar, “hilkatçe daha güzel, san’atça daha tam” olan küçük hayvanların ömrünün kısa, büyük hayvanlarınkinin uzun olması; “hilkat-i eşyada Sâniin külfeti olmadığına” ve her şeyin Kün (Ol) emriyle vücuda geldiğine “bahir bir bürhandır” (parlak bir delildir).
• Ene’nin Mahiyeti: “Ene”nin (Benliğin) “iki vechi vardır. Bir vechini Nübüvvet almıştır. Bir vechini de felsefe almıştır”6.
• Birinci Vecih (Nübüvvet): “Ubudiyet-i Mahzaya menşe’dir”. İnsanın vazifesi, Hâlık’ın sıfatlarını fehmetmek için bir “mizan ve bir mikyas” olmaktır7.
• İkinci Vecih (Felsefe): “Ene”nin vücudunu “aslî ve kendisini müstakil” zannetmektir. Bu “siyah yüzünden” şirkler ve dalaletler (örneğin firavunlar, nemrudlar, maddiyyunlar) çıkmıştır.
• Amellerde Niyet: “Hayrat ve Hasenatın hayatı Niyet iledir. Fesadı da ucb, riya ve gösteriş iledir”.
• Şecere-i Hilkat: Kâinat bir şecere (ağaç) ise, anasır (elementler) onun dalları, nebatat yaprakları, hayvanat çiçekleri, insanlar ise “semereleridir” (meyveleridir). Bu meyvelerin en parlağının ise “Seyyid-ül Enbiya… Hazret-i Muhammed’dir” (A.S.M.).
Bu bölümden sonra, kâinatın Tevhid lisanlarını beyan eden “Şemme” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Şemme (Bir Koku)
Bu risale, “Hidayet-i Kur’aniyenin Nesîminden” (Kur’an hidayetinin esintisinden) bir “şemme” (koku) olarak takdim edilir. Risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, kâinatın zerrelerinden Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerine, zamanın genişlemesinden “Ene” (Benlik) bahsine kadar çok çeşitli ve derin hakikatleri izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Kâinatın Tevhid Lisanları:
Risalenin başında, kâinatın bir bütün olarak Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) diyerek Tevhid’i ilan ettiği belirtilir. Bu ilan, bir silsile halinde, kâinatın en büyük tabakalarından en küçük parçalarına kadar indirgenir:
• Tabakat ve Enva’ (Tabakalar ve Neviler): Aralarındaki “tesanüd” (dayanışma) lisanıyla Allah’ın birliğini ilan eder.
• Erkân (Rükünler/Elementler): Aralarındaki “müşabehet” (benzerlik) lisanıyla Lâ Rabbe illâ Hû (O’ndan başka Rab yoktur) der.
• A’za (Organlar): Aralarındaki “Temasül” (benzerlik) lisanıyla Lâ Mâlike illâ Hû (O’ndan başka Mâlik yoktur) der.
• Ecza (Parçalar): Aralarındaki “Teavün ve Tedahül” (yardımlaşma ve iç içe girme) lisanıyla Lâ Müdebbire illâ Hû (O’ndan başka idare edici yoktur) der.
• Hüceyrat (Hücreler) ve Zerrat (Zerreler): Aralarındaki “Tevafuk” (uygunluk) lisanıyla Lâ Mürebbiye illâ Hû (O’ndan başka terbiye edici yoktur) ve Lâ Nâzıme illâ Hû (O’ndan başka nizam veren yoktur) derler.
• Şikâyete Hakkın Olmaması:
“Hiç bir insanın Cenab-ı Hakk’a karşı hakk-ı itirazı yoktur ve şekva ve şikayete de haddi yoktur”. Zira bir ferdin hevesine muhalif olan kâinat nizamında “binlerce Hikmet vardır” ve “Bir ferdi razı etmek için, bin Hikmet feda edilemez”.
• Hıfz (Muhafaza) ve Beka-yı Ruh:
Allah’ın, en küçük “hevam” (böcek) ve “balık gibi küçük hayvanların yumurtalarını” ve bitkilerin tohumlarını “pek büyük bir Rahmetle… hıfzeden” bir Hafîz (Koruyucu) olduğu belirtilir. Bu Sâni’-i Hakîm’in, “Halife-i Arz” olan insanın, Ahirette semere verecek amellerini “ihmal etmez, hıfzeder”.
Nasıl ki lafızlar değişse de mana, kabuk parçalansa da lüb (iç), cesed ölse de ruh bâki kalır; aynı şekilde insanın “ene”si (benliği) de “ölüm hendeğini de atlayarak sâlimen ebed yoluna devam edecektir” .
• Kur’an Üslûbunun Hikmeti:
Kur’an-ı Kerim’in “ekseriyet-i mutlakayı teşkil eden avam-ı nâsın fehimleri”ni müraat ettiği (gözettiği) belirtilir. Bu sebeple kâinattan bahsederken, delilin neticeden daha açık olması kaidesince, avamın fehmine “en me’nus en karib ciheti” zikreder. Mesela, Ve’l-cibâle evtâdâ (Dağları birer kazık yapmadık mı?) âyetiyle, dağların en zahirî hikmeti olan arzı sarsıntılardan koruma vazifesi zikredilir. Halbuki bu vazifenin arkasında “suların mahzeni” ve “havanın tarağı” olmak gibi daha derin, fakat avama gizli hikmetleri de vardır.
• Bast-ı Zaman ve Tayy-ı Mekân:
Evliyalar arasında görülen zamanın genişlemesi (Bast-ı Zaman) ve mekânın dürülmesi (Tayy-ı Mekân) hakikatlerinin garip karşılanmaması gerektiği izah edilir. Buna en açık misalin rüya olduğu belirtilir: “rü’yada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun”. Bu haletin, evliya için “Halet-i Yakazada” (uyanıklık halinde) inkişaf ettiği, zira “Ruh zâten zaman ile mukayyed değildir” denilir. Mi’rac hadisesinin bu hakikatin en büyük bürhanı olduğu ifade edilir.
• “Ene”nin (Benliğin) Mahiyeti ve İki Vechi:
Bu risalede “Ene” bahsi tekrar ve daha derinlemesine ele alınır. “Ene”, kâinatın kapılarını açan bir “miftah” (anahtar) olarak tarif edilir.
• Birinci Vecih (Hayra Bakan Yüzü): Bu yüzde “Ene” fâil değildir, “yalnız kabil-i feyizdir” (feyzi kabul edicidir). Mahiyeti “harfiye”dir (başkasına işaret eder), müstakil değildir. Vazifesi, Hâlık’ın mutlak sıfatlarını anlamak için bir “mizan” (ölçü) olmaktır. Enbiya (Peygamberler) bu vecihle bakıp her şeyi Allah’a teslim etmişlerdir.
• İkinci Vecih (Şerre Bakan Yüzü): Bu yüzde “Ene” kendisini “fâil bilir” ve “müstakil ve mâlik-i hakikî” zanneder. Felsefe bu vecihi esas almıştır. Bu “siyah yüzünden” şirkler, firavunlar ve maddiyyunlar (materyalistler) doğmuştur.
• “Ene”, “şiddetli bir terbiye ile başı kırılmaz ise büyür, insanın vücudunu yutar”.
• Şecere-i Hilkat (Yaratılış Ağacı):
Kâinat bir şecere (ağaç) olarak tasvir edilir: “Anasır (elementler) onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir”. Bu meyvelerin “en ziyadar, nurlu, ahsen, ekrem, eşref, eltaf” olanı ise “Seyyid-ül Enbiya… Hazret-i Muhammed’dir” (A.S.M.).
Bu bölümden sonra, müellifin “Onuncu Risale” olarak isimlendirdiği bölüm gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Onuncu Risale
Bu risale, diğer bölümlere nispeten daha hacimlidir ve Fihrist’te de belirtildiği gibi, “Sözler” mecmuasından bazılarının hülâsalarını ve müteferrik mevzulardan ibaret pek çok “İ’lem” (Bil ki!) başlığını ihtiva eder.
Risalenin Muhtevası
• Rucûmen liş-şeyâtîn Âyetinin Tefsiri:
Bölüm, …rucûmen liş-şeyâtîn (…şeytanlara atış taneleri…) âyetinin sırrını “Yedi Basamak” ile tefsir ederek başlar.
• Birinci Basamak: Küre-i arzın küçüklüğüne rağmen canlılarla dolu olmasının, semavatın da “zevîl-idrak” (idrak sahibi varlıklar) yani “Melaike” ile dolu olmasını gerektirdiğini belirtir.
• İkinci Basamak: Arz ile semavat arasında (gelen ziya, bereket; giden dualar, ruhlar gibi) bir “alâka” ve “muamele” olduğunu, bunun da “Semaya çıkmaya bir yol” (Enbiya ve Evliyanın urucu/yükselişi) olduğunu gösterir.
• Üçüncü Basamak: Semavattaki nizam ve sükûnet, oradaki sâkinlerin (meleklerin) “Kemal-i İtaatle imtisal” ettiklerini, arz ehli gibi ihtilaflı olmadıklarını gösterir.
• Dördüncü Basamak: Allah’ın bazı Esmâ’sının, “Melaike ile şeyatîn… arasında muharebenin vukuunu” iktiza ettiğini (gerektirdiğini) belirtir.
• Beşinci Basamak: Şeytanların, semadaki ahyarı (iyileri) takliden oraya çıkmak istemeleri üzerine “Ehl-i Sema” tarafından defedildiklerini; bu manevî mübarezenin insanlara ilanı için de “Recm-i Nücum” (yıldızların atılması) hadisesinin alâmet kılındığını ifade eder.
• Tarîk-ı Kur’an’dan İstifade Edilen “Dört Hatve” (Dört Adım):
Müellif, tarîkata girmeden Kur’an feyzinden istifade ettiği “dört hatve”den ibaret kısa bir yolu beyan eder:
• Birinci Hatve: Felâ tüzekkû enfüseküm (Nefislerinizi temize çıkarmayın) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede nefsin tezkiyesi, “ancak adem-i tezkiyesiyle olur” (yani, kendini tezkiye etmemekle olur).
• İkinci Hatve: Ve lâ tekûnû kellezîne nesûllâhe feensâhum enfüsehum (Allah’ı unutan ve bu yüzden Allah’ın da onlara kendilerini unutturduğu kimseler gibi olmayın) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede tezkiye, “Hizmet zamanında geri kaçar. Ücret vaktinde ileri safa hücum” eden nefsin bu fiilini “aksetmekle olur”.
• Üçüncü Hatve: Mâ esâbeke min hasenetin feminallâh ve mâ esâbeke min seyyietin femin nefsik (Sana gelen her iyilik Allah’tandır, sana gelen her kötülük nefsindendir) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede tezkiye, “Kemalinin adem-i kemalinde, Kudretinin aczinde, Gınasının fakrında olduğunu bilmekten ibarettir”.
• Dördüncü Hatve: Küllü şey’in hâlikün illâ vecheh (O’nun Zâtı’ndan başka her şey helâk olucudur) âyetinden alınmıştır. Bu mertebede tezkiye, “vücudunda ademini, ademinde vücudunu bilmekle” olur.
• Ubudiyetin Mahiyeti:
“Ubudiyet, sebkat eden Nimetin neticesi ve onun fiatıdır. Gelecek bir Nimetin mükâfat mukaddemesi ve vesilesi değildir”. Peşin alınan (vücud, iman, hayat gibi) ücretlere mukabil, hizmete devam etmek lüzumu vurgulanır.
• İki Hayatın Levazımatı:
İnsanın sabavetten (çocukluktan) Ebede kadar yolcu olduğu belirtilir. Her iki hayatın (dünya ve ahiret) levazımatının Allah tarafından verildiği, fakat insanın “cehlinden dolayı tamamen bu hayat-ı fâniyeye sarfediyor” olması tenkit edilir. “Lâakal onda biri dünyevî hayata, dokuzu Hayat-ı Bâkiyeye sarfetmek gerektir”. Yirmidört saatin “hiç olmazsa bir saatı da beş Namaza ve Bâki ve Sonsuz Uhrevî Hayata sarfetmek lâzım” olduğu ifade edilir.
• Vazifeye Karışmamak:
“Gafil olan insan, kendi vazifesini terkeder, Allah’ın Vazifesiyle meşgul olur”. İnsanın vazifesinin “Ubudiyet”, “Terk-i Kebair” (büyük günahları terk) ve “Cihad” (nefis ve şeytanla uğraşması) olduğu; rızkı tedarik etmenin ise “Allah’ın Vazifesi” olduğu belirtilir. İnsanın çalışmasının, “atalet, betalet azabından kurtul”ması için bir meşguliyet olduğu izah edilir.
• Duanın İcabet Sırrı:
“Bazı Dualar icabete iktiran etmez (kabul olmaz)” iddiası reddedilir. “Dua bir İbadettir. İbadetin semeresi Âhirette görünür”. Dünyevî maksadların ise, o dua ibadetinin vakitleri olduğu belirtilir (Yağmursuzluğun, Yağmur Namazına vakit olması gibi). “İcabet Ayn-ı Kabul değildir”, yani Allah duaya mutlaka cevap verir, “fakat Matluba olan is’af (isteğin yerine getirilmesi) ise, Mucîbin Hikmetine tâbidir”.
• Ehl-i Dalaletin Daveti ve Kur’an’ın Cevabı:
Müslümanları ecnebî âdetlerine ve Şeair-i İslâmiyeyi terke davet eden “felsefe talebesiyle medeniyet tilmizleri”ne karşı Kur’an Nurcularının müdafaası dile getirilir:
“Eğer dünyadan zeval ve ölümü ve insandan acz ve fakrı kaldırmaya iktidarınız varsa, pekâlâ, Dini de terk ediniz… Ve illâ dilinizi kesin, konuşmayınız”. Kur’an’ın Sadâsıyla “ecel arslanı bir Burak olur”, “i’dam sehpaları… Sefine-i Nuh gibi” kurtuluş gemisi olur; fakr ve acz ise “Rahmet-i Rahmanın ziyafetine şevk” ve “Kadîr-i Mutlak’ın Dergâh-ı İzzetine iltica” vesilesi olur.
• Cismanî Rızıkların Ahirete Delaleti:
Dünyanın, Ahiret’e bir “fihriste” hükmünde olduğu; bu fâni dünyada “cismanî olan Rızıklardaki lezzetleri” tatmak için insana verilen (havass, hissiyat, cihazat gibi) âletlerin, Âlem-i Âhirette de “Ebediyete lâyık cismanî ziyafetler olacağına” işaret ettiği belirtilir.
Bu bölümden sonra, Kur’an-ı Kerim’in mu’cizeliğini hülâsa eden “Ondördüncü Reşha” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Ondördüncü Reşha
Bu bölüm, “Mu’cize-i Kübradan Birkaç Katreyi Tazammun Eden Ondördüncü Reşha” başlığını taşır. Esas olarak Kur’an-ı Kerim’in İ’caz (mu’cizelik) vecihlerini hülâsa eder. Bu bölüm “Altı Katre”den (Damladan) müteşekkildir.
Risalenin Muhtevası
• Birinci Katre:
Nübüvvet-i Ahmediye’yi (A.S.M.) ispat eden delillerin sayılamayacağı ve bu konunun “Şuaat”, “Lemaat” ve “İşarat-ül İ’caz” gibi müellifin diğer eserlerine havale edildiği belirtilir.
• İkinci Katre:
“Kur’an nedir?” sualine cevap olarak, Kur’an’ın küllî bir tarifini yapar. Kur’an’ın;
• “Kâinatın bir Tercüme-i Ezeliyesi” ve “Âyât-ı Tekviniyenin Tercümanı” olduğu,
• Arz ve semavat sahifelerinde gizli olan “Esma-i Hüsnanın Definelerini Keşşaf” (açıcı) olduğu,
• “Âlem-i Şehadete Âlem-i Gaybdan bir Lisan” olduğu,
• “Âlem-i İslâmın Güneşi olduğu gibi, Âlem-i Âhiretin de Haritası” olduğu,
• “Nev’-i beşerin Şeriat Kitabı, Hikmet Kitabı, Dua Kitabı, Davet Kitabı, İbadet Kitabı…” olduğu belirtilir2.
• Üçüncü Katre:
Kur’an-ı Kerim’de görülen tekrarların hikmetlerini “Altı Nokta” halinde izah eder:
• Kur’an’ın bir “Zikir Kitabı, bir Dua Kitabı, bir Davet Kitabı” olması cihetiyle, bu maksatlar (sevab kazanmak, merhameti celbetmek, tesiri artırmak) tekrarı zarurî kılar.
• Herkesin her zaman Kur’an’ın tamamını okumaya vakti olmadığından, lüzumlu esasların tekrar edilmesiyle “her bir Sure hemen hemen bir küçük Kur’an hükmünde olsun” istenmiştir.
• Cismanî ihtiyaçların (hava, su, gıda gibi) farklı vakitlerde tekrar etmesi gibi, insanın manevî ihtiyaçları da (Hû, Bismillah, Lâ ilâhe illâllah gibi) farklı zamanlarda tekrar eder. Âyetlerin tekrarı, bu ihtiyaçların tekrarından ileri gelir.
• Kur’an, İslâmiyet’in esaslarını “tesis” eden bir kitab olduğu için, müessis (kurucu) bir zâtın “Esasları güzelce yerleştirmek için tekrarlara çok ihtiyacı” olur.
• Kur’an, “pek büyük mes’elelerden” ve “çok ince Hakikatlerden” bahsettiği için, bu hakikatlerin kalplerde ve fikirlerde “tesbit ve takriri için” değişik üslûblarla tekrarı gerekir.
• Her âyetin zahir, bâtın, had, muttala’ gibi çok vecihleri (yönleri) ve her kıssanın çok hükümleri olduğu için, bir âyet başka bir yerde başka bir mana ve faide için zikredilebilir. Bu durumda “zahiren tekrar görünse bile Hakikatte tekrar değildir”.
• Dördüncü Katre:
Kur’an’ın, kevnî (kâinata dair) meselelerden neden felsefe gibi tafsilatlı bahsetmediğini “Altı Nükte” ile izah eder:
• Maksat Farkı: Felsefe, kâinata “mana-yı ismiyle” (kendi namına) bakar. Kur’an ise “Mana-yı Harfiyle” (Hâlık’ı namına) bakar. Kur’an’ın maksadı kâinattan bahsederek Sâni’i (Sanatkârı) ispat etmektir.
• Delilin Açıklığı: İstidlalde (delil getirmede) “delilin neticeden daha zahir ve malûm olması lâzımdır”. Eğer Kur’an, avamın anlamadığı fennî meselelerle (mesela “Şemsin sükûnuna, arzın hareketine bakmakla Allah’ın Azametini anlayınız” deseydi), “delil müddeadan daha hafî olurdu” ve ekseriyet inkâra düşerdi.
• İrşadın Belâgatı: Belâgat-ı irşadiye (irşadın belâgatı), “avamın nazarına… Cumhurun fehmine göre” hareket etmeyi gerektirir.
• “Sirac” (Lâmba) Tabiri: Şems’in (Güneş’in) “sirac” olarak tavsif edilmesi, kâinatı bir saray, güneşi de “o saray halkını tenvir eden İlahî bir lüküs” olarak göstermek içindir. Bu tabirle, müşriklerin taptığı o kocaman güneşin “müsahhar bir memur ve bir hizmetkâr” olduğu ilan edilir.
• Altıncı Katre:
Kelâmın kuvvet ve ulviyetinin “Mütekellim, Muhatab, Maksad, Makam” olmak üzere dört şeye baktığını belirtir. Kur’an kelâmı bu dört cihetten de en yüksek mertebede olduğu için başka kelâmlarla mukayese edilemez. Mesela, Kur’an’ın Yâ ardu’bleî mâeki ve yâ semâu akliî (Ey yer suyunu yut, ey gök suyunu tut) âyetinin Sema ve Arz’a verdiği emirdeki “İrade ve Kudretin Derece-i Kuvveti”, o kelâmın ulviyetini gösterir.
Bu bölümden sonra, Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerini izah eden “Şu’le” bölümü gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Şu’le (Alev, Parıltı)
Bu risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerinden duanın kısımlarına ve acz (acziyet) yolunun ehemmiyetine kadar çeşitli hakikatleri izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Lafza-i Celal’in (Allah Lafzının) Câmiiyeti:
Risale, “Allah” lafzının hususiyetiyle başlar. Bütün Esmâ-i Hüsna’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) ve Sıfat-ı Kemaliye’nin (mükemmellik sıfatlarının), “Allah” lafzının manasında “bil-iltizam” (zorunlu olarak) dâhil olduğu belirtilir. Bu sebeple, Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) kelime-i tevhidi, “binlerce Kelâmları tazammun ediyor” (içinde barındırıyor). Bu kelimeyi söyleyen bir zât, aynı anda Lâ Hâlıka illâllah (O’ndan başka yaratıcı yoktur), Lâ Rezzâka illâllah (O’ndan başka rızık verici yoktur) gibi Esmâ-i Hüsna adedince kelâmı da söylemiş hükmüne geçer.
• Esbab-ı Zahiriyenin (Görünür Sebeplerin) Hikmeti:
Dünyada “esbab-ı zahiriye vaz’edilmiş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür”. Bunun hikmeti, kâinattaki hadiselerin insanın hevesine muhalif olan kısmı daha çok olduğu için, insanın “Müsebbib-ül Esbab’dan gaflet etmese, itirazlarını tamamen Allah’a tevcih” edecek olmasıdır . Bu perdeler, insanın isyanını doğrudan Allah’a yöneltmesine mâni olur.
• Duaların Üç Kısmı:
Duaların üç kısım olduğu belirtilir:
• Kavlî Dualar: İnsanın lisanıyla veya hayvanatın “kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadâlar” ile yaptığı dualardır.
• İhtiyacî Dualar: Nebatat (bitkiler) ve ağaçların, bilhassa bahar mevsiminde “lisan-ı ihtiyaçla” (ihtiyaç diliyle) yaptıkları dualardır.
• İstidadî Dualar: Tohumlar ve yumurtalar gibi “Tahavvül, tekemmül şe’ninde olan şeylerin, lisan-ı istidad ile” (potansiyel diliyle) yaptıkları dualardır.
• Mana-yı Harfî ve Mana-yı İsmî Farkı:
Mü’min, kâinata “Mana-yı Harfiyle” (Allah namına, O’nu gösteren bir âlet nazarıyla) bakar. Kâfir ise “mana-yı ismiyle” (kendi kendine var olan müstakil bir varlık nazarıyla) bakar. Ehl-i Kelâm (İslâm âlimleri), kâinata mana-yı harfiyle ve istidlal (delil çıkarma) maksadıyla baktıkları için, onların felsefî meselelerdeki reyleri “edna ve zaîf görünür. Amma mesail-i İlahiyede demirden daha metindir”.
• Acz ve Aşk Yolu:
“Acz de aşk gibi Allah’a îsal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha Selâmettir”.
• Nisyan (Unutkanlık) ve Nefis:
İnsanın en kötü unutkanlığının “nefsin unutulması” olduğu belirtilir. Fakat burada iki farklı durum vardır:
• Hizmet ve Tefekkür Zamanı: Bu anlarda nefsi unutmak (ona bir iş vermemek) “dalalettir”.
• Mükâfat ve Ücret Zamanı: Hizmet bittikten sonra, neticede “nefsin unutulması Kemaldir”.
Ehl-i dalalet ile ehl-i kemal, bu iki durumda birbirinin zıddı hareket eder .
• Bast-ı Zaman ve Tayy-ı Mekân:
Evliyalar arasında görülen zamanın genişlemesi (Bast-ı Zaman) ve mekânın dürülmesi (Tayy-ı Mekân) hakikatlerinin garip karşılanmaması gerektiği izah edilir. Buna en açık misalin rüya olduğu belirtilir: “rü’yada bir saat zarfında bir senenin geçtiğini ve pek çok işler görüldüğünü görüyorsun”. Bu haletin, evliya için “Halet-i Yakazada” (uyanıklık halinde) inkişaf ettiği, zira “Ruh zâten zaman ile mukayyed değildir” denilir. Mi’rac hadisesinin bu hakikatin en büyük bürhanı olduğu ifade edilir.
📖 Şu’le’nin Zeyli (Şu’le’nin Eki)
Bu kısa ek bölüm, Tevhidin zaruretine dair şu hakikatleri vurgular:
• Kâinatı ihata eden bir Nur’dan (İlim ve Kudret) hiçbir şeyin gizlenemeyeceği ve “gayr-ı mütenahî bir Daire-i Kudretten bir şey hariç kalamaz” olduğu belirtilir.
• “Azamet-i Mutlaka şirketi aslâ kabul etmez”.
• Âlemde tesadüfün olmadığı; “bilhassa bahar mevsiminde” görülen harika nizamın, tesadüfü imkânsız kıldığı vurgulanır.
• Tevhid kabul edilmezse, yani “bütün eşyayı, Vâhid-i Ehad’e isnad etmediğin takdirde, Âlemde bulunan bütün efradın mazhar oldukları Tecelliyat-ı İlahiye adedince ilahları kabul etmek mecburiyetindesin” denilerek şirkin muhaliyeti (imkânsızlığı) gösterilir19.
Bu bölümden sonra, müellifin “Nokta” ismini verdiği bir diğer risale gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Şu’le (Alev, Parıltı)
Bu risale, “İ’lem Eyyühel-Aziz!” (Ey Aziz Kardeşim Bil ki!) başlıkları altında, Esmâ-i Hüsna’nın tecellilerinden duanın kısımlarına ve acz (acziyet) yolunun ehemmiyetine kadar çeşitli hakikatleri izah eder.
Risalenin Muhtevası
• Lafza-i Celal’in (Allah Lafzının) Câmiiyeti:
Risale, “Allah” lafzının hususiyetiyle başlar. Bütün Esmâ-i Hüsna’nın (Allah’ın güzel isimlerinin) ve Sıfat-ı Kemaliye’nin (mükemmellik sıfatlarının), “Allah” lafzının manasında “bil-iltizam” (zorunlu olarak) dâhil olduğu belirtilir. Bu sebeple, Lâ ilâhe illâllah (Allah’tan başka ilah yoktur) kelime-i tevhidi, “binlerce Kelâmları tazammun ediyor” (içinde barındırıyor). Bu kelimeyi söyleyen bir zât, aynı anda Lâ Hâlıka illâllah (O’ndan başka yaratıcı yoktur), Lâ Rezzâka illâllah (O’ndan başka rızık verici yoktur) gibi Esmâ-i Hüsna adedince kelâmı da söylemiş hükmüne geçer.
• Esbab-ı Zahiriyenin (Görünür Sebeplerin) Hikmeti:
Dünyada “esbab-ı zahiriye vaz’edilmiş ve gözlere de gaflet perdesi örtülmüştür”. Bunun hikmeti, kâinattaki hadiselerin insanın hevesine muhalif olan kısmı daha çok olduğu için, insanın “Müsebbib-ül Esbab’dan gaflet etmese, itirazlarını tamamen Allah’a tevcih” edecek olmasıdır . Bu perdeler, insanın isyanını doğrudan Allah’a yöneltmesine mâni olur.
• Duaların Üç Kısmı:
Duaların üç kısım olduğu belirtilir:
• Kavlî Dualar: İnsanın lisanıyla veya hayvanatın “kendi hususî lisanlarıyla çıkardıkları sadâlar” ile yaptığı dualardır.
• İhtiyacî Dualar: Nebatat (bitkiler) ve ağaçların, bilhassa bahar mevsiminde “lisan-ı ihtiyaçla” (ihtiyaç diliyle) yaptıkları dualardır.
• İstidadî Dualar: Tohumlar ve yumurtalar gibi “Tahavvül, tekemmül şe’ninde olan şeylerin, lisan-ı istidad ile” (potansiyel diliyle) yaptıkları dualardır.
• Mana-yı Harfî ve Mana-yı İsmî Farkı:
Mü’min, kâinata “Mana-yı Harfiyle” (Allah namına, O’nu gösteren bir âlet nazarıyla) bakar. Kâfir ise “mana-yı ismiyle” (kendi kendine var olan müstakil bir varlık nazarıyla) bakar. Ehl-i Kelâm (İslâm âlimleri), kâinata mana-yı harfiyle ve istidlal (delil çıkarma) maksadıyla baktıkları için, onların felsefî meselelerdeki reyleri “edna ve zaîf görünür. Amma mesail-i İlahiyede demirden daha metindir”.
• Acz ve Aşk Yolu:
“Acz de aşk gibi Allah’a îsal eden yollardan biridir. Amma acz yolu, aşktan daha kısa ve daha Selâmettir”.
• Nisyan (Unutkanlık) ve Nefis:
İnsanın en kötü unutkanlığının “nefsin unutulması” olduğu belirtilir. Fakat burada iki farklı durum vardır:
• Hizmet ve Tefekkür Zamanı: Bu anlarda nefsi unutmak (ona bir iş vermemek) “dalalettir”.
• Mükâfat ve Ücret Zamanı: Hizmet bittikten sonra, neticede “nefsin unutulması Kemaldir”.
Ehl-i dalalet ile ehl-i kemal, bu iki durumda birbirinin zıddı hareket eder .
📖 Şu’le’nin Zeyli (Şu’le’nin Eki)
Bu kısa ek bölüm, Tevhidin zaruretine dair şu hakikatleri vurgular:
• Kâinatı ihata eden bir Nur’dan (İlim ve Kudret) hiçbir şeyin gizlenemeyeceği ve “gayr-ı mütenahî bir Daire-i Kudretten bir şey hariç kalamaz” olduğu belirtilir.
• “Azamet-i Mutlaka şirketi aslâ kabul etmez”.
• Âlemde tesadüfün olmadığı; “bilhassa bahar mevsiminde” görülen harika nizamın, tesadüfü imkânsız kıldığı vurgulanır.
• Tevhid kabul edilmezse, yani “bütün eşyayı, Vâhid-i Ehad’e isnad etmediğin takdirde, Âlemde bulunan bütün efradın mazhar oldukları Tecelliyat-ı İlahiye adedince ilahları kabul etmek mecburiyetindesin” denilerek şirkin muhaliyeti (imkânsızlığı) gösterilir.
Bu bölümden sonra, müellifin “Nokta” ismini verdiği bir diğer risale gelmektedir.
✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧ ✧
📖 Nokta
Bu risale, “Marifetullahın (Allah’ı tanımanın) bir bürhanı” olarak takdim edilir ve fihristte belirtildiği gibi, İmanın altı rüknünden dördünü (Tevhid, Nübüvvet, Haşir ve Melekler) ele alır. Eser, bir “İfade-i Meram” (Maksadın İfadesi) ile başlar.
İfade-i Meram (Mukaddeme)
Bu kısa girişte müellif, bu risalede Tevhid’in (Allah’ın birliğinin) “lâyuhad berahininden” (sınırsız delillerinden) yalnızca “dört muazzam bürhanına” (dört büyük deliline) işaret edeceğini belirtir.
• Mütekellim ve Muhatab: Müellif, bu eserde konuşanın “âciz Kalbimdir”, muhatabın ise “âsi nefsimdir” ve dinleyicinin “Müteharri-i Hakikat bir Japon” (Hakikati araştıran bir Japon) olduğunu ifade eder.
• Dört Büyük Bürhan: Bu dört delilin şunlar olduğunu sıralar:
• Hazret-i Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm
• Kitab-ı Kebir (Büyük Kitap) olan Kâinat
• Kur’an-ı Azîmüşşan
• Fıtrat-ı Zîşuur (Şuurlu yaratılış) olan Vicdan
Risalenin Muhtevası: Dört Büyük Bürhan
Risale, bu dört bürhanı sırayla ele alarak Allah’ın varlığını ve birliğini ispat eder:
• Birinci Bürhan (Hakikat-ı Muhammediye):
Bu delil, Risalet ve İslâmiyet ile mücehhez olan Hazret-i Muhammed’dir (A.S.M.).
• Risalet Yönü: Bütün enbiyanın (peygamberlerin) şehadetini ve en muazzam icma ve tevatür sırrını içinde barındırır.
• İslâmiyet Yönü: Vahye dayanan bütün semavî dinlerin ruhunu ve tasdiklerini taşır.
• Netice: Bu kadar tasdiklere mazhar olan, “Hakaik-Aşina bir gözün gördüğü Hakikat, Hakikat olmamak hiç ihtimali var mı?” diyerek O Zât’ın (A.S.M.) davet ettiği Tevhid’in hakkaniyetini ispat eder.
• İkinci Bürhan (Kâinat Kitabı):
Bu delil, “insan-ı ekber” (büyük insan) olan kâinatın kendisidir.
• Zerrelerin Şehadeti: Kâinatın bütün zerreleri, ayrı ayrı ve birleşik olarak Allah’ın varlığına ve birliğine “elsine-i mahsusaları” (kendilerine mahsus lisanları) ile şehadet ederler. Her bir zerre, “hadsiz imkânat mabeyninde mütereddid iken; birdenbire bir ciheti takib… ederek hayretbahşa hikemi intac ettiğinden” Sâni’in Vücub-u Vücuduna (varlığının zorunluluğuna) şehadet eder.
• Nazmın Şehadeti: Kâinat kitabının bütün harfleri ve kelimeleri (mahlukları) birbiriyle öyle bir “tesanüd-ü nazmı” (düzenli dayanışması) vardır ki, “bir noktayı yerinde İcad etmek için bütün Kâinatı İcad edecek bir Kudret-i Gayr-ı Mütenahî lâzımdır”.
• Netice: “Sivrisineğin gözünü halkeden, güneşi dahi o halketmiştir. Pirenin midesini tanzim eden Manzume-i Şemsiyeyi de o tanzim etmiştir” diyerek, kâinatın zerrelerinin Tevhid’i ilan ettiği belirtilir.
• Üçüncü Bürhan (Kur’an-ı Azîmüşşan):
Bu delil, “Bürhan-ı Nâtık” (Konuşan Delil) olan Kur’an’dır.
• Tevhid’in Esas Olması: Kur’an, Tevhid’i (Lâ ilâhe illâllah) o kadar emin bir surette ilan eder ki, onu “bütün Hakaika Esas addederek” diğer bütün hakikatleri ona bina eder.
• Altı Cihetin Şeffaflığı: Kur’an’ın “altı ciheti de şeffaftır”. Üstünde “İ’caz”, altında “mantık ve delil”, sağında “Aklı istintak” (sorgulama), solunda “Vicdanı istişhad” (şahit tutma), hedefinde “hayır ve saadet” ve istinad noktası “Vahy-i Mahz”dır. “Vehmin ne haddi var ki girebilsin.”
• Kur’an’ın Yolu: Kur’an’ın gösterdiği yolun (Mi’rac-ı Kur’anî), diğer felsefî ve tasavfî yollardan “en parlağı… en kısası ve… en eşmeli” (kapsamlısı) olduğu belirtilir. Bu yolun iki esası Delil-i İnayet (San’attaki hikmet ve faydaları gösterme) ve Delil-i İhtira’dır (hiçbir maddeye ve örneğe dayanmadan, yoktan var etme).
• Dördüncü Bürhan (Vicdan-ı Beşer):
Bu delil, “Fıtrat-ı Zîşuur” (şuurlu yaratılış) olan vicdandır ve “Dört Nükte” ile izah edilir:
• Fıtrat Yalan Söylemez: Bir çekirdekteki “meyelan-ı nümuv” (büyüme meyli) nasıl “Sünbülleneceğim” der ve doğru söylerse; fıtrattaki meyelanlar da “İrade-i İlahiyeden gelen Evamir-i Tekviniyenin Tecellileridir”.
• Hiss-i Sâdise ve Sâbia: İnsanda beş duyudan başka, “Saika” (sevk eden his) ve “Şaika” (şevk veren his) gibi gayba açılan pencereler ve hisler vardır.
• Nokta-i İstinad ve İstimdad: Fıtrat ve vicdanda bir “Nokta-i İstinad” (dayanak noktası) ve “Nokta-i İstimdad” (yardım isteme noktası) ihtiyacı vardır. Bu iki nokta, zorunlu olarak bir Sâni’i (Sanatkârı) gösterir.
• Vicdanın Sânii Unutamaması: Akıl dursa bile, “Vicdan Sânii unutamaz”. Hads (sezgi), ilham, arzu, iştiyak ve “Aşk-ı İlahî” insanı daima Marifetullah’a sevk eder.
Risale, bu dört büyük bürhanın şehadetiyle Allah’ın Vâcib-ül Vücud, Ezelî, Vâhid, Ehad… olduğunu ispat ettikten sonra, “Vahdet-ül Vücud” (Varlığın Birliği) meselesini izah eder. Bu meselenin, “Tevhidde istiğraktır” (Tevhid denizinde boğulmaktır) ve “nazara sığmayan bir Tevhid-i Zevkîdir” olduğunu belirtir. Maddeci felsefenin “Vahdet-ül Vücud”u ile Evliyanın “Vahdet-ül Vücud”unun, “tamamen birbirinin zıddıdır” diyerek aralarındaki “beş cihetten farkı” izah eder (Biri Hüdaperest, diğeri hodperesttir vb.).
Risalenin fihristte1, “Nokta”nın Haşir, Melekler ve Beka-yı Ruh’a ait ikinci kısmının, bu hakikatler “Yirmidokuzuncu Söz” ve “Onuncu Söz”de parlak bir surette izah edildiği için buraya dercedilmediği belirtilmiştir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik www.tesbitler.com
16/11/2025
![]()

