BERCESTE VE İZAHI – 129–
BERCESTE VE İZAHI – 129–
Hayatın İncisi ve Gönül Bağı: Şeyhülislâm Yahyâ’nın Bakışından İnsan ve Enaniyet
”Bahr isen de katre-i nâ-çiz göster kendini / Gönlüne gir ey gönül ol goncanın şeb-nem gibi”
Şeyhülislâm Yahyâ Efendi’nin bu beyiti, hayatın denizinde kaybolmuş olan ene ve enaniyetin insana verdiği zararı, zarif bir tasvirle ortaya koyar. İnsan, cihan şümul bir deniz kadar büyük ve kudretli olsa da, kendi enaniyetini bırakıp, aciz bir damla gibi kendini göstermelidir. Çünkü hakiki büyüklük ve fazilet, tevazu ile tecelli eder. Bu mısra, aslında bir tebliğ ve nasihattir. İnsana, kendini büyük sanma, zira hakiki büyüklük, Hakk’ın nazarında küçüklüğünü idrak etmekle başlar, der.
İkinci mısrada ise, bu tevazuun gönül üzerindeki tesiri tasvir edilir: “Gönlüne gir ey gönül ol goncanın şeb-nem gibi.” Burada gönül, hem insanın iç âlemini hem de bir başkasının gönlünü temsil eder. Gonca, henüz açılmamış, saf ve temiz bir ruhu simgelerken, şeb-nem (çiğ tanesi) ise o saflığa dokunan, nazik ve latif bir tesiri temsil eder. Şeyhülislâm Yahyâ, bir başkasının gönlüne girebilmenin sırrını, bir çiğ tanesinin gonca yaprağına dokunuşu gibi incelikli ve hafif olmaya bağlar. Bu, adeta bir düşünce ve hikmet dersidir. Karşısındakine enaniyetle değil, tevazu ve alçak gönüllülükle yaklaş ki, onun kapalı olan gönlü sana açılsın. Tarihi açıdan bakıldığında, bu beyitlerin Osmanlı’nın fazilet ve edep anlayışını ne kadar derûnî bir şekilde ihtiva ettiğini görürüz. Devlet adamlarının ve ilim ehlinin, halk ile olan münasebetlerinde bu tarz bir inceliği esas aldıkları bilinir. Bu beyit, hem bireyin kendi iç muhasebesi için bir ölçü, hem de insan ilişkileri için cihan şümul bir prensip sunar. Kısacası, bir damla ol ki, deryaya dönüşesin.
Aşkın Kaza ve Kaderi: Şeyh Gâlib’den Ebedi Bağlılık
”Fârığ olmam eylesen yüz bin cefâ sevdim seni / Böyle yazmış alnıma kilk-i kazâ sevdim seni”
Şeyh Gâlib’in bu beyiti, tasavvufi aşkın ve kulun Rabbine olan bağlılığının en güçlü tasvirlerinden biridir. Bu mısra, maşukun (sevgili) binlerce cefa etmesine rağmen, âşıkın ondan vazgeçmeyeceğini dile getirir. Bu sevda, iradi bir seçimden ziyade, bir kader ve yazgı olarak beyan edilir. “Alnıma kilk-i kazâ yazmış” ifadesi, bu aşkın ilahi bir takdirin neticesi olduğunu, kaleme alınmış bir yazı gibi alın yazısında mevcut olduğunu isbat eder. Bu durum, insanı düşündürür; acaba hayatımızdaki büyük sevdalar, ayrılıklar ve kavuşmalar ilahi bir yazgının tecellisi midir? Bu mısra, zorluklar karşısında sabır göstermenin, sevginin bir imtihanı olduğunu vurgular.
”Ben bu sözden dönmezem devr eyledikçe nüh-felek / Şâhid olsun aşka arz u semâ sevdim seni”
İkinci mısra, bu bağlılığın cihan şümul boyutunu gözler önüne serer. Dokuz kat göğün dönmesi ve kâinatın devam etmesi müddetince bu sözden dönülmeyeceği beyan edilir. Bu, bir ant içme, bir ahittir. Bu bağlılığın şahitleri ise yer ve göktür. Bu beyit, sıradan bir beşeri aşktan öte, ilahi bir aşka ve bağlılığa işaret eder. Şeyh Gâlib’in bu sözü, hakiki aşkın, dünya meşgaleleri ve zahiri dertleri aşarak ebedi ve baki olacağını tasvir eder. İnsan için ibretli bir ders vardır; eğer bir sevdaya düşersen, ona kâmil manada sadık kal. En büyük delilin ise, içinde bulunduğun tabiat ve kâinat olsun. Bu beyit, bir yanılma değil, kâmil bir inanışın dışavurumudur.
Canın İmtihanı: Şeyh Gâlib’in Hikmetli Bakışı
”Cân helâk-ülfet zebân hâmûş dil hoşnûd-ı gam / Merg ü sıhhat gûyiyâ şükr ü şikâyetdir bana”
Şeyh Gâlib, bu beyitte insanın maddi ve manevi varlığı arasındaki zıt ve aykırı durumu, derin bir düşünce ile ortaya koyar. “Cân helâk-ülfet” (can helak olmaya alışkın), ruhun bu fanî hayatta çektiği sıkıntıları ve yok olmaya olan meylini ifade ederken, “zebân hâmûş” (dil suskun), insanın şikayet etmeyişini ve tevekkülünü tasvir eder. “Dil hoşnûd-ı gam” (gönül dertten hoşnut), ise bu zıtlığın en dikkat çekici yönüdür. Canı helak olan ve dili suskun olan bir insanın gönlü, çektiği dertten dolayı mesut ve memnun olabilmektedir. Bu, bir yanlış inanç değil, tasavvufun derin hikmetidir; dertler ve sıkıntılar, insanın Rabbine olan yakınlığını artırır, bu yüzden gönül o dertlerden hoşnuttur.
İkinci mısra bu durumu daha da açıklar: “Merg ü sıhhat gûyiyâ şükr ü şikâyetdir bana.” Burada ölüm ve sağlık, sanki bir şükür ve şikayet vesilesi olmuştur. Fakat bu kelimeler, alışılagelmiş anlamlarından başka bir açıdan ele alınmıştır. Şeyh Gâlib için ölüm, sevgilisine (Rab’bine) kavuşmanın vesilesi olduğu için bir şükür sebebidir. Sağlık ise, bu kavuşmayı geciktirdiği için bir şikayet sebebidir. Bu, hayatın ve ölümün tabiatına dair ezber bozan, zıtlıklarla dolu bir bakıştır. İnsana, dertleri birer imtihan ve Hakk’a ulaşma vesilesi olarak görmeyi ve bu nazarla hayatı tasavvur etmeyi öğretir. Bu mısralar, sadece edebi değil, aynı zamanda derûnî bir muhteva ihtiva eder.
Aşkın İmtihanı ve Aşk Ehlinin Sükûtu: Niyâzî-i Mısrî’nin Nazarında
”Dil bekâsın dost fenâsın istedi mülk-i tenin / Bir devâsız derde düşdüm âh ki Lokmân bî-haber”
Niyâzî-i Mısrî, bu beyitte aşığın içinde bulunduğu zıtlık dolu durumu tasvir eder. “Dil bekâsın dost fenâsın istedi mülk-i tenin” mısrası, bu zıtlığın ana kaynağını gösterir. Aşıkın gönlü, ebedi ve baki olmayı, yani fani dünyadan kurtulmayı isterken, maşuku (dost) ise onun bu fani bedenin (mülk-i ten) yok olmasını istemiştir. Bu, aşık için büyük bir imtihandır. Fenafillâh mertebesine ulaşmak, yani fani varlığını bırakıp Allah’ın varlığında yok olmak, bir dert gibi görünse de, aşıkın hedefidir. Aşık, bu derdi öylesine derûnî yaşar ki, bu mısrada da geçtiği üzere, “Lokman hekim bile bu dertten habersizdir.” Bu durum, aşk derdinin, bilinen maddi dertlerden başka, zahiri bir ilaç veya çareyle tedavi edilemeyecek kadar derin ve gizli bir hastalık olduğunu gösterir.
Bu beyit, bir düşünce ve hikmet dersi sunar. Aşk, sadece lezzetlerden ibaret değildir, bilakis çile ve dertlerle yoğrulmuş bir yoldur. Bu yolun yolcusu, kendisinden geçmeyi, yani enaniyetini bırakıp dostun varlığında fani olmayı arzu eder. Makalenin sonunda da belirtileceği gibi, bu durum, aşkın cihan şümul bir tabiatı olduğunu ve bu yolun yolcularının, tabipten veya zahiri sebeplerden medet ummayacağını gösterir.
Hayatın Sermayesi ve Hakiki Kâr: Şeyh Gâlib’in İdrâki
”Benim feyz-i hayâtım hâsılı rûh-ı revânımsın / Eger ser-mâye-i ömrümde kârım varsa sendendir”
Şeyh Gâlib, bu beyitte, hayatının bereketinin ve kazancının yegâne kaynağını, sevdiği kişide (Hakikat’te) bulduğunu ifade eder. “Feyz-i hayâtım” ifadesi, sadece maddî bir bereketten değil, manevi bir feyizden, ilahi bir lütuftan bahseder. Hayatın özü, neticesi ve ruhu, maşuktur. Bu, sıradan bir beyit olmaktan başka, insanın hayatını ne üzerine kurması gerektiğine dair ibretli bir nasihattir. Hayatın maddî kazançlardan, mal ve mülkten ibaret olmadığı, asıl kazancın, ruha hayat veren bir sevdanın olması gerektiği düşüncesini vurgular.
İkinci mısrada ise bu düşünce daha da kuvvetlenir: “Eger ser-mâye-i ömrümde kârım varsa sendendir.” Hayatın sermayesi olan ömrün içindeki kazançlar, yani faziletler, iyi işler ve hayırlar hep maşuktan gelen bir lütuf olarak görülür. Bu, kulun tevazusunu ve her şeyin Allah’tan geldiği inancını tasvir eder. Bir diğer açıdan, bu beyit, bir insan için en büyük kazancın, hayatına yön veren, onu anlamlandıran ve ruhuna hayat katan bir aşka sahip olmak olduğunu da düşündürür.
Makalelerin Özeti
Bu makaleler, beş farklı beyitin muhtevasını ele alarak, insana, hayata ve maneviyata dair derin dersler ihtiva eder.
• Şeyhülislâm Yahyâ’nın beyiti, tevazuun ve alçakgönüllülüğün faziletini, enaniyetin ise insana engel teşkil ettiğini anlatır. Asıl büyüklüğün bir damla gibi acziyetini bilmekten geçtiğini tasvir eder.
• Şeyh Gâlib’in ilk beyiti, ilahi aşkın bir yazgı olduğunu, binlerce cefaya rağmen bu aşktan vazgeçilmeyeceğini ve bu bağlılığa arz ve semanın şahit olduğunu beyan eder. Bu, aşkın ebedî tabiatını vurgular.
• Şeyh Gâlib’in ikinci beyiti, insanın dertler karşısındaki duruşunu ele alır. Can ve gönül arasındaki zıtlık, ölümün bir şükür, sağlığın ise bir şikayet vesilesi olabileceği gibi derin bir hikmeti tasvir eder.
• Niyâzî-i Mısrî’nin beyiti, aşk derdinin, zahiri dertlerden başka, Lokman Hekim’in bile bihaber olduğu derin bir dert olduğunu ve bu derdin kaynağının fenafillâh mertebesine ulaşma arzusu olduğunu anlatır.
• Şeyh Gâlib’in son beyiti, hayatın asıl sermayesinin ve kazancının maddiyattan öte, ruha hayat veren ilahi bir aşktan geldiğini, hayattaki tüm güzellik ve bereketin bu aşktan hasıl olduğunu vurgular.
Tüm bu makaleler, birbirinden bağımsız konuları ele alsa da, insanın manevî yolculuğunda ene, aşk, tevekkül ve tevazu gibi derûnî meselelere derin bir bakış açısı sunarak bir bütünlük arz eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
25/10/2025
![]()