BERCESTE VE İZAHI – 120–
BERCESTE VE İZAHI – 120–
Hayatın Akışı ve Kaderin Sırrı
”Kısmetindir gezdiren yer yer seni / Gafil olma akıbet bir yer yer seni”
“Seni yer yer gezdiren, dolaştıran kısmetindir. Gafil olma! Bir gün seni de yiyecek ve kabre gireceksin.”
İnsanoğlunun hayat yolculuğu, tıpkı bir nehrin akışı gibidir. Bu akış, bilinmez vadilerden, sarp kayalıkların arasından ve bazen de engin ovalardan geçer. Her birimizin bu yolda yürümesi, yeni menzillere varması, farklı hadiselerle karşılaşması, birer kısmet ve kader cilvesidir. Şair, bu hikmetli mısralarıyla bize bu gerçeği tasvir ederken, aynı zamanda mühim bir ihtar da verir.
Bazen hayatın akışı bizi hiç beklemediğimiz yerlere sürükler. Planlarımızın dışında gelişen olaylar, bize yeni kapılar açar veya bazen de bizi bir çıkmaza sevk eder. Bu durumlar karşısında enaniyetimiz, her şeyi kontrol etme vehmine kapılır ve bu akışı kabullenmekte zorlanırız. Oysa, tabiatın ve kainatın her zerresinin bir nizam ve intizam içinde hareket ettiğini idrak etmeliyiz. Her rüzgarın bir yönü, her damlanın düşeceği bir zemin vardır. Bizim de hayatımız, biz farkında olmasak da, ilahi bir takdirin çizdiği yolda ilerler.
Fakat şairin en mühim uyarısı, beyitin ikinci mısraında saklıdır: “Gafil olma akıbet bir yer yer seni.” Bizi gezdiren, dolaştıran kısmetimiz olduğu gibi, son durak da bizi beklemektedir. Bu, hiç kimsenin kaçamayacağı, er ya da geç varacağı o son menzildir: kabir. Hayatın bu bitimsiz koşuşturması içinde, varacağımız son noktayı unutmak en büyük yanılmadır. Mal, makam, şöhret gibi geçici değerlerin peşinde koşarken, her şeyin bir sonu olduğunu ve o sonun bizleri beklediğini idrak etmemiz elzemdir. Zira asıl gaye, ebedi hayata hazırlanmak ve kabre yüz akıyla girmektir. Bu beyit, bize hayatı tam manasıyla yaşarken, bir yandan da ahirete nazar etmemiz gerektiğini hatırlatır.
Hakikatin Derûnî Yüzü
”Sağ u solum gözler idim dost yüzünü görsem deyü / Ben taşrada arar idim ol cân içinde cân imiş”
“Dostun yüzünü görmek için sağa sola bakıp duruyordum. Ben onu dışarıda arıyordum, oysa o canımın içinde can imiş.”
Bu mısralar, mutasavvıfların en mühim kaidelerinden birini dile getirir: Hakikatin, dış veya zahiri dünyada değil, insanın kendi derûnî aleminde saklı olduğu. Niyâzî-i Mısrî, Dost’a, yani Cenab-ı Hakk’a kavuşmak için zahiri sebeplerin peşinden koşan bir dervişin halini tasvir eder. O, Dost’u dışarıda, yani tabiatta, insanlarda, hadiselerde arar. Sağ ve soluna bakıp durur, fakat aradığını bir türlü bulamaz. Çünkü o, en yakın olanı, en derinde olanı görmekten gafil kalmıştır.
Bu beyit, derin bir irfan dersi ihtiva eder. İnsan, nefsini ve ene’sini temizlemediği müddetçe, kalbi aynası paslı kaldığı sürece, hakikati dışarıda aramaya devam eder. Dış dünyadaki bütün deliller, bütün ayetler, aslında insanın iç dünyasına birer kapı açmak içindir. Asıl marifet, bu kapıdan içeri girmektir. Can, yani ruh, hakikatin tecelli ettiği en mühim mahalledir. Cenab-ı Hak, “Ben yere göğe sığmam, ancak mü’min kulumun kalbine sığarım” kudsî hadisiyle bu gerçeği işaret etmiştir.
İnsanın enaniyetine düşmesi, kendisini dış dünyaya kaptırması, onu kendi derûnî hakikatinden uzaklaştırır. Dışarıda aradığı her şey, aslında kendi içindeki boşluğu doldurmaya çalıştığı bir yanılmadır. Mısrî, bu yanılmanın farkına varır ve hakikatin ta kendisinin, kendi canının içinde olduğunu idrak eder. Bu idrak, bir devrimdir. Dış arayışlardan vazgeçip, içe dönmenin, nefsi bilmenin ve nihayetinde Rabbini bulmanın başlangıcıdır. Bu, zahirden batına bir seferdir.
Dünya Zevklerinin Geçiciliği ve Vefa Hasreti
”Gün gelir elbet geçer eyyâm-ı gülzâr-ı emel / Bir vefâ âğûşuna hasret sana ikbâl eder”
“Emel gülbahçesinin günleri, gün gelecek ve elbette geçip gidecek. Daha sonra vefalı bir kucağa hasret duyacağın günler seni karşılayacak.”
Bu mısralar, fani dünyanın ve içindeki geçici zevklerin muhtevasını anlatır. Şair, emellerimizi, arzularımızı, umutlarımızı birer gülbahçesi gibi tasvir eder. Bu bahçe, göz kamaştırıcı güzelliklerle doludur; her türlü hayal ve arzu, burada bir gül gibi açar. Ancak şair, bu bahçenin ve içindeki güllerin ebedi olmadığını, bir gün solup gideceğini haber verir. Bu, dünyanın tabiatıdır. Dünya, vefasızdır. Ne malın mülkün, ne makamın şöhretin ve ne de güzelliğin bir garantisi vardır. Hepsi, bir bahar mevsimi gibi gelir ve geçer.
İnsan, bu fanilikten gafil olarak, emel bahçesinin geçici zevklerine tutunur. Oysa ki, bu emellerin ömrü kısadır. Asıl acı olan, bu fani zevkler geçtikten sonra, insanın derin bir boşlukta kalmasıdır. Şair, bu boşluğu “vefâ âğûşuna hasret” olarak tasvir eder. Hayatın son demlerinde, insan, dünyalık her şeyden elini çekince, asıl vefayı ve ebediyeti arar. Bu vefa, ancak ve ancak Cenab-ı Hakk’ın katında bulunabilir. Dünya hayatının bitiminde, insan, aslında bu geçici bahçede değil, gerçek ve vefalı bir kucağa sığınma ihtiyacı hisseder.
Bu beyit, bize dünyayı bir imtihan meydanı olarak görmemizi ihtar eder. Emellerimiz, hayallerimiz, bizi oyalamak için verilmiş geçici nimetlerdir. Asıl amacımız, bu nimetleri kullanarak, vefalı olana, yani Baki olana yönelmektir. Aksi takdirde, emel bahçesi solduğunda, geriye sadece bir hasret ve pişmanlık kalır.
Makalenin Özeti
Bu makale, farklı beytin muhtevasına odaklanarak, hayatın çeşitli yönlerine dair hikmetli bir nazar sunmaktadır. İlk olarak, “Kısmetindir gezdiren yer yer seni” beyiti üzerinden hayatın bir takdir ve kader akışı içinde olduğu vurgulanır. Aynı zamanda, bu akışın sonunda bizi bekleyen kaçınılmaz akıbet (ölüm) hatırlatılır ve gafletten sakınılması gerektiği ihtar edilir. İkinci olarak, “Sağ u solum gözler idim” beyitiyle, hakikatin dış arayışlarla bulunamayacağı, asıl ve derûnî hakikatin insanın kendi canında saklı olduğu belirtilir. Son olarak, fani dünyanın geçici zevklerinin sonunda bir pişmanlık bırakacağını ve hakiki güzelliğin, layıkıyla anlaşılamadığı için bir nevi yalnızlık ve gariplik içinde olduğunu anlatır. Makale, bu beyitlerin her birini kendi içinde bir bütünlükle ele alıp, hayat, ölüm ve hakikat gibi temel konulara dair derin bir tefekkür yolculuğu sunar.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025
![]()