BERCESTE VE İZAHI – 119–

BERCESTE VE İZAHI – 119–

​1. Makale: Kabristanların Sükûtu ve Kalbin Feryadı
​İktibas:
​”Bakma kabristânın ancak sâha-i medhûşuna
Dur da bir müddet kulak ver nâle-i hâmûşuna”
​Mehmet Akif Ersoy
​Sadece, kabristanın dehşet verici olan fiziki görüntüsüne bakma.
Bir müddet dur da onların sessizce ağlayıp inlemelerine kulak ver.

​İzah ve Açıklama:
​Mehmet Akif Ersoy’un bu mısraları, kabristana zahiri bir bakışın ötesine geçmeyi teşvik eden derin bir nazar sunar. Umumiyetle kabristan, ürkütücü, dehşet verici ve soğuk bir mekan olarak anlaşılır. Ancak şair, bizi bu yanlış inançtan sıyrılarak, o sessizliğin ardındaki hakikate kulak vermeye çağırır. Kabristan sadece bir mezarlık değil, aynı zamanda hayatın sonu ve ahiretin başlangıcıdır. Orada yatanlar, dünyalık hayatın telaşından uzaklaşmış, ancak yaptıkları amellerin karşılığını bekleyen ve içlerindeki ayrı bir acıyla sessizce inleyenlerdir.
​Şairin “nâle-i hâmûş” yani sessiz feryat ifadesi, çok güçlü bir tasvirdir. Bu, dille değil, hal ile anlatılan bir feryattır. Bu feryat, dünyadayken isyankar olanların, gaflet içinde bulunanların veya Allah’tan uzak bir hayat sürenlerin feryadıdır. Bu, sadece kulakla değil, aynı zamanda kalp ile duyulması gereken bir feryattır. Bize düşen, kabristana bir ölüm yeri gibi bakmak yerine, onu bir ibret ve ders yeri olarak nazar etmek, orada yatanların halini düşünmek ve kendi hayatımızın da bir gün sona ereceğini idrak etmektir. Bu mısralar, bize cihan şümul bir ders verir: Hayatın manası, dünya makamlarının zahiri parlaklığında değil, gönlün huzurunda ve ahirete hazırlıkta yatar.
​Makale:
​Kabristanlar, her ne kadar zahiren birer sessizlik mekânı olsalar da, hakikatte hayatın en gürültülü derslerinin verildiği yerlerdir. Mehmet Akif’in o mübarek mısraları, bu sessizliğin ardındaki feryadı işitmeye davet eder bizi. Orayı, sadece taşların, toprağın ve üzerlerinde anlamsız yazıtların bulunduğu bir yer olarak görenler, asıl dersi kaçırırlar. Oysa orada, her bir mezar taşının altında, bir hayat hikâyesi yatar; bir zamanlar arzu ve emelleri olan, belki de hırs ve dünya malı peşinde koşan, fakat bugün artık o fani yarışın sona erdiği insanlar.
​Bir kabristana girdiğimizde, öncelikle gördüğümüz dehşet, aslında kendi ölümümüzün bir yansımasıdır. Bu bir yanılmadır. Çünkü asıl dehşet, orada yatanların sessiz feryadını işitememektir. İmanlı bir kalp, o feryatları duyar. Kimisi dünyada geçirdiği vakti düşünerek pişmanlık içinde inlerken, kimisi de salih amellerinin getirdiği huzurla sessizce mutluluk duyar. Bu sessizliğin her bir iniltisi, aslında bir nasihattir. Bu nasihat, cihan şümul bir ders niteliğindedir. Kabirler, bize fani ve baki olanı ayırmayı, dünya malının geçiciliğini ve ahiret hayatının ebedi olduğunu öğretir.
​Bu düşünce ve hikmet içinde, kabristanlar sadece bir ölüm yeri olmaktan çıkar, birer manevi durak haline gelirler. Bu duraklarda, fazilet ve erdem dolu bir hayat yaşamanın önemi bir kez daha ortaya çıkar. Bu makaleden çıkarılacak ibret, hayatın sadece zahiri görünüşten ibaret olmadığıdır. Mehmet Akif’in de belirttiği gibi, asıl mühim olan, gönül gözüyle görmek, kalp kulağıyla duymaktır.
​Özet:
​Kabristanlar, zahiri dehşetleri aşarak derûnî anlamlarına bakılması gereken yerlerdir. Mehmet Akif Ersoy, bizden mezarlardaki sessizliği, orada yatanların pişmanlık ve hasret dolu feryatlarını dinlememizi ister. Bu, cihan şümul bir ibrettir ve bize hayatın fani olduğunu, erdem ve fazilet dolu bir ömür sürmenin ehemmiyetini hatırlatır. Asıl dehşet, orada yatanların sessiz feryadını duymazdan gelmektir.

​2. Makale: Makam ve Gururun Yanıltıcı Sonu
​İktibas:
​”O câh kim ola hem-dûş-ı ihtimâl-i zevâl
Teveccüh etse bile ibtihâcımız yokdur”
​Nâbi
​Bir gün yok olma ve elimizden gitme ihtimali olan dünyevi bir makam bize doğru yönelse bile bizim gönlümüz bundan dolayı mutlu olmaz, sevinmez.

​İzah ve Açıklama:
​Nabi’nin bu beyti, dünya makam ve mevkiinin gelip geçiciliğini, bu zahiri makamların insana asıl mutluluğu getiremeyeceğini tasvir eder. Şairin ifade ettiği “câh” yani makam, mevki ve şöhret, esasen her an yok olma ihtimalini içinde barındırır. “İhtimal-i zevâl” ifadesi, bu makamların fani ve dayanıksız yapısını çok güzel bir şekilde anlatmaktadır. İnsanlar, dünyalık makamlar için nice fedakârlıklarda bulunur, nice enaniyetlere kapılırlar; oysa Nabi, bu makamların ne kadar boş ve anlamsız olduğunu dile getirir.
​Hatta şair, böyle bir makamın kendisine yönelmesi durumunda bile sevinç ve mutluluk duymayacağını belirtir. Bu, dünyaya ve dünyalık makamlara karşı sahip olunması gereken bir düşünce ve hikmet duruşudur. Bu durum, bize, gerçek faziletin makamlarda değil, derûnî bir huzur ve kanaatte yattığını gösterir. Bu beyit, bize cihan şümul bir ders verir: Asıl mutluluk, fani şeylere bağlanmakta değil, baki olanı aramaktadır.
​Makale:
​Dünya hayatı, çoğu zaman insanları, gelip geçici makamların ve şöhretin zahiri cazibesine çeker. Oysa hikmet ve düşünce erbabı, bu makamların ne kadar kırılgan ve aldatıcı olduğunu bilirler. Nâbi’nin deyişiyle, bir makamın yok olma ihtimali dahi varsa, o makam asıl sevinci getiremez. İnsanın derûnî mutluluğu, dışarıdan gelen bir unvanla, bir makamla elde edilemez. Tam tersine, bu makamlar, çoğu zaman insanı enaniyet ve gurur gibi kötü hislere sevk eder.
​Tarih, bu türden makamların düşüş hikayeleriyle doludur. Nice padişahlar, krallar, kumandanlar, bir zamanlar ellerinde tuttukları tüm makam ve saltanatın bir gün nasıl yok olduğunu görmüşlerdir. Onların bu hayatı, bizim için birer ibret vesikasıdır. Bu makamlar, rüzgarda savrulan bir yaprak gibidir. Bugün elinizde olan makam, yarın sizden başkasına geçebilir veya tamamen yok olabilir.
​Dolayısıyla, bu beytin verdiği asıl ders, hayatın gayesini fani olanın peşinden koşmakta görmemektir. Asıl fazilet ve erdem, bir makam elde etmekten ziyade, o makamın getirebileceği kötü ahlaktan sakınmaktır. Kalbimizin, geçici bir sevinç için değil, ebedi bir huzur için atması gerekir. Bu makamların gelip geçici olduğunu idrak eden bir insan, gerçek hayat gayesini bulur ve enaniyetten uzak durur.
​Özet:
​Nabi, dünyevi makamların gelip geçici olduğunu ve asıl mutluluğu getiremeyeceğini ifade eder. Bir makamın yok olma ihtimali bile, ona bağlanmamamız için yeterli bir sebeptir. Bu beytin hikmeti, insanın fani makamlar peşinde koşmak yerine, kalbî huzur ve fazilet arayışında olması gerektiğini bize hatırlatır.

​3. Makale: Günahın Karanlığı ve İhsan Sahibinin Işığı
​İktibas:
​”Safâ-yı sîneme zulmet veren jeng-i günâhımdır
Amân ey kân-ı ihsân zulmet-i kalbime cilâ ister”
​Es’ad-ı Erbilî
​Gönlümün, kalbimin safasına zulmet veren, onun berraklığını bozan işlediğim günahlardır.
Ey ihsan kaynağı Efendim (s.a.v.)! Kalbimin karanlığı senden bir cila istiyor.

​İzah ve Açıklama:
​Bu beyit, insanın kendi derûnî halini, kalp ve ruh yapısını tasvir eden, derin bir manevi halin dışavurumudur. Şair, kalbinin safiyetini, yani berraklığını bozanın, kendi işlediği günahlar olduğunu kabul eder. “Jeng-i günâh” yani günahın pası ifadesi, günahın kalbin üzerini nasıl kapladığını, onu nasıl kararttığını tasvir eder. Bu, insanın kendi kusurlarını idrak etmesi ve bu kusurlar yüzünden kalbinin ne kadar perişan olduğunu görmesidir.
​Beytin ikinci mısrası, bu durumdan kurtulmanın tek çaresini gösterir. Şair, “ihsan kaynağı” olan Peygamber Efendimiz’den (s.a.v.) yardım ve şefaat diler. Kalbinin karanlığının, ancak O’nun manevi cilası ile temizlenebileceğini belirtir. Bu, imanın bir gereğidir: Bir mümin, günahlarından arınmak için, Allah’ın rahmetine ve Efendimiz’in şefaatine sığınır.
​Makale:
​Kalp, insanın derûnî dünyasının merkezi, en kıymetli hazinesidir. Oysa bu hazine, hayat boyunca işlenen günahlarla kirlenir, paslanır ve zulmetle dolar. Es’ad-ı Erbilî’nin de dediği gibi, kalbin safiyetini bozan, dış etkenler değil, bizzat kendi günahlarımızdır. Günah, sadece bir fiil değil, aynı zamanda kalpte bir iz bırakan, onun nurunu silen bir lekedir. Bu zulmet, insanın Rabbine olan bağlantısını zayıflatır ve kalbi karartır.
​Bu kararan kalp, bir ayna gibi, artık hakikatleri yansıtamayacak hale gelir. İşte bu noktada, insanın acizliği ve Allah’ın rahmetine olan ihtiyacı ortaya çıkar. Şair, bu derûnî karanlıktan kurtulmak için en büyük ışığa, yani Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) manevi ihsanına yönelir. Bu, bir nevi tevbe ve yakarıştır.
​Bu beyit, bizlere büyük bir ibret dersi verir. Kendi kusurlarımızı, günahlarımızı kabul etmemiz, enaniyetten sıyrılarak kalbimizin pasını gidermek için Yaratıcı’dan ve O’nun elçisinden yardım istememiz gerektiğini anlatır. Bu beyit, faziletli bir hayat sürmek için, kalbi sürekli temiz tutmak ve manevi bir uyanış içinde olmak gerektiğini vurgular.
​Özet:
​Es’ad-ı Erbilî, kalbinin berraklığını bozanın kendi günahları olduğunu ifade eder. Günahlar, kalbi bir pas gibi karartır. Şair, bu derûnî zulmetten kurtulmak için, ihsan kaynağı olan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) manevi cilasına muhtaç olduğunu söyler. Bu beyit, bize kalp temizliğinin ehemmiyetini ve manevi arınma için yardım dilemenin faziletini öğretir.

​4. Makale: Gönlün Sırları ve Başka Bir Anlayış
​İktibas:
​”Herkesî ez-zann-ı hod şod yâr-i men
Ez-derûn-i men necost esrâr-i men”
​Hz. Mevlânâ
​Herkes kendi anlayışına göre benim dostum oldu.
Ama kimse gönlümdeki sırları araştırmadı, öğrenmedi.

​İzah ve Açıklama:
​Bu beyitte, Hz. Mevlânâ, insanlar arasındaki derûnî bağlantının ne kadar yüzeyel olabileceğini tasvir eder. Mevlânâ’nın ifade ettiği gibi, insanlar genellikle başkalarını kendi düşünce ve yanılmaları üzerinden tanırlar. “Herkes kendi zannına göre benim dostum oldu” mısrası, insanların dış görünüşe ve kendi düşüncelerine göre bir yargıya vararak ilişki kurduğunu, ancak hakiki anlayışa ulaşamadığını gösterir.
​Asıl hikmetli olan kısım ise ikinci mısradır: “Ama kimse benim derûnî sırrımı aramadı, öğrenmedi.” Bu mısra, insanların yüzeysel ilişkilerle yetindiğini, bir başkasının kalbindeki ve ruhindeki derin sırları, duyguları ve düşünceleri öğrenmek için çaba sarf etmediğini dile getirir. Mevlânâ’nın bu sözleri, derûnî hayatın dış görünümlerden ne kadar farklı olabileceğini ve hakiki dostluğun ancak derûnî bir anlayış ile kurulabileceğini vurgular.
​Makale:
​İnsan ilişkileri, çoğu zaman bir yanılma üzerine kuruludur. Birbirimize bakarak, kendi zannımıza ve önyargılarımıza göre bir profil çizeriz ve bu profile uygun bir bağlantı kurmaya çalışırız. Ancak Hz. Mevlânâ’nın da hikmetli sözleriyle ifade ettiği gibi, bu zahiri anlayış, hakiki bir dostluğun ve bağlantının önündeki en büyük engeldir. Herkes, karşısındaki kişiyi kendi düşünceleriyle, kendi beklentileriyle tasvir eder; oysa o insanın kalbinde ve ruhunda yatan sırlar, bu dış görünümden tamamen farklı olabilir.
​Bu makaleden çıkarılacak en önemli ibret, hakiki dostluk ve yakınlığın, zahiri olanın ötesine geçerek, derûnî olanı aramaktır. Bir insanın kalbine ulaşmak, onun sırlarını anlamak ve onunla derûnî bir bağlantı kurmak, gerçek fazilet ve erdemdir. Bu, sadece bir dostluk meselesi değil, aynı zamanda hayatın genel bir düşüncesidir. İnsanlar, olaylara aynı yüzeysel bakış açısı ile yaklaşırlar. Bu yanılma, hem bireysel hem de toplumsal hayatımızda zıtlıklar ve aykırılıklar meydana getirir.
​Hakiki hayat, zahiri görünüşün ardındaki derûnî manayı anlamakla başlar. Hz. Mevlânâ’nın beyti, bizleri bu derinliğe davet eder. Birbirimize daha derûnî bir bakış atmaya ve birbirimizin kalp sırlarını anlamaya çalışmaya davet eder.
​Özet:
​Hz. Mevlânâ, insanların birbirlerini kendi yanılma ve zannlarına göre tanıdıklarını, ancak kimsenin diğerinin derûnî sırlarını öğrenmeye çalışmadığını dile getirir. Bu, zahiri görünüşün ötesine geçerek derûnî bir bağlantı kurmanın ehemmiyetini vurgular. Hakiki dostluk ve hayat, derûnî manaları anlamakla mümkündür.

​5. Makale: İkbalin Coşkusu ve Hayatın Zorlukları
​İktibas:
​”Cûşiş-i ikbâl eyler hâl-i pîrânı tebâh
Ekserî vîrânlığı seyl-âbdandır püllerin”
​Çelebizâde Âsım
​Eğer ikbalin coşkun, isteğin varsa yaşlılığın çok zor olur, yorulur, perişan olursun.
Köprüler genellikle altından akan nehrin coşkusundan dolayı yıkılır.

​İzah ve Açıklama:
​Çelebizâde Âsım’ın bu beyti, hayatın düşünce ve hikmet dolu bir izahını sunar. “Cûşiş-i ikbâl” ifadesi, dünyevi şöhretin, makamın ve başarıların getirdiği coşkulu ve hızlı ilerleyişi tasvir eder. Şair, bu coşku ve hırsla dolu bir hayatın, bilhassa yaşlılık döneminde, insanı nasıl perişan ettiğini, yorduğunu ve halini “tebâh” yani harap ettiğini söyler.
​Beytin ikinci mısrası, bu düşünceyi çok çarpıcı bir benzetmeyle ispatlar. Köprülerin yıkılmasının asıl sebebi, altında usul usul akan su değil, coşkun akan seldir. Bu benzetme, hayatın sükun ve denge ile yaşanması gerektiğini gösterir. Aşırı hırs, tutku ve dünya malına olan aşırı bağlılık, tıpkı sel gibi, insanın hayat köprüsünü temelden sarsar ve yıkıma sebebiyet verir.
​Makale:
​Hayat yolculuğumuz, bir nehir kenarında inşa ettiğimiz bir köprüye benzer. Bu köprünün altından akan su, zamanın ta kendisidir. Eğer bu su, sakin ve dengeli bir şekilde akarsa, köprümüz sağlam kalır ve bizi hayatın öteki yakasına güvenle taşır. Ancak ikbalin coşkusu, şöhretin ve makamın hırsı, bu sakin nehri bir sele dönüştürür. İşte o zaman, bu coşku ve hız, köprümüzü yıkmaya başlar.
​Çelebizâde Âsım’ın beyti, bize, hayatın faziletli bir şekilde yaşanması için sükunet ve dengenin ne kadar önemli olduğunu anlatır. Gençlik ve orta yaşlarda, ikbal coşkusuyla dolu bir şekilde hayata sarılan ve düşünmeden hareket eden insanlar, yaşlılık döneminde bunun bedelini ağır bir şekilde öderler. Onların hayatı, adeta yıkılmış bir köprüye döner; yorgunluk, pişmanlık ve perişanlık içinde kalırlar.
​Bu makalenin ibretli yönü, dünya hayatının bir yarıştan ibaret olmadığını, asıl faziletin, sakin ve kanaatkar bir hayat sürmek olduğunu göstermesidir. Aşırı hırs ve tutku, insanın sadece dışsal hayatını değil, aynı zamanda derûnî huzurunu da yok eder. Bu beyit, bize, dünya malı ve şöhreti peşinde koşmak yerine, kalbî huzur ve manevi zenginlikler peşinde koşmanın daha doğru bir yol olduğunu hatırlatır.
​Özet:
​Çelebizâde Âsım, ikbalin getirdiği aşırı coşku ve hırsın, insan hayatını nasıl perişan ettiğini tasvir eder. Köprülerin coşkun sellerle yıkılması gibi, insan da aşırı hırslarının kurbanı olur. Bu hikmetli beyit, bizlere sakin, dengeli ve kanaatkar bir hayat sürmenin faziletini ve ehemmiyetini anlatır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 25th, 2025