BERCESTE VE İZAHI – 113
BERCESTE VE İZAHI – 113
Berceste Beyitlerin Derûnî İhtivaları: İnsan, Hayat ve Hakikat Arayışı
Bu makalede, önümüze konulan beş farklı beyit üzerinden insan hayatının derûnî meselelerini ele alacağız. Her bir beyit, kendi içinde bir hakikat barındırır ve bu hakikat, bize cihan şümul düşünceler sunar. Bu beş mısra ve beyit, bizi adaletten muhabbete, gafletten tevhide ve dünyaya karşı takındığımız tavırlara kadar pek çok mevzuda tefekküre sevk etmektedir.
1. Adalet, Fazilet ve Hakk’a İnkıyad
İktibas:
Dîğer sitâyişe bir şâh adl ü dâdı kadar
Sezâ-yı hürmet olur Hakk’a inkıyâdı kadar
-Âsaf
Bu beytin tasvir ettiği üzere, bir şahın veya yöneticinin medhedilmeye en layık olduğu husus, onun adaleti ve hukuka olan bağlılığıdır. Tarih boyunca, adaletle hükmeden nice sultanlar ve padişahlar, milletlerin nazarında yücelmiş, faziletleriyle anılmıştır. Mesela, Hz. Ömer’in (r.a.) adaleti, tüm zamanlara ders veren bir timsaldir. Onun, “Fırat kenarında bir kurt bile telef olsa, Ömer’den sorulur” sözü, adaletin ne denli mühim bir vazife olduğunu isbat eder. Bir yöneticinin adil olması, sadece tebaasına karşı bir mesuliyet değil, aynı zamanda Hak’ka karşı bir kulluk vazifesidir.
Beytin ikinci mısrası, bu düşünceyi daha da derinleştirerek, bir insanın hürmet ve saygıya layık olmasının en mühim sebebini, Cenab-ı Hak’ka olan inkıyadına, yani tam bir teslimiyetine bağlar. Adalet, Hak’ka olan teslimiyetin bir neticesidir. Eğer bir kişi, yaratıcısına karşı boyun eğmişse, O’nun koyduğu hudutlara riayet ediyorsa, bu inkıyad onun bütün fiillerine yansır. O kişi, adaleti de, sevgiyi de, ilmi de Hak’tan bir emanet olarak görür ve hayatını bu emanetin hakkını vererek tanzim eder. Bu açıdan, adalet sahibi olmak, evvela Hak’ka karşı dürüst ve teslim olmuş olmanın bir zahiri ifadesidir.
2. Gaflet, İlim ve Tevhid Işığı
İktibas:
Salâh-ı hâli mahv eyler dem-i pîrideki gaflet
Tecellî-i füyûzât-ı sabâha hâb olur mâni’
-Antepli Aynî
Bu beyit, insan ömrünün en mühim meselelerinden biri olan gaflet mevzuunu ele alır. İlk mısrada şair, yaşlılık deminde yaşanan gafletin, insanın halini ve salahiyetini perişan ettiğini dile getirir. Gençlik yıllarının o bitmeyen enerjisi ve gelecek hayalleri, bazen bizi ahiret ve manevi hakikatlerden uzaklaştırabilir. Ancak yaşlılık, bu hayallerin sonuna yaklaştığımızı, hayatın zahiri yüzünün giderek silikleştiğini gösteren bir levhadır. İşte bu demde dahi gaflette kalmak, insanın bütün bir hayatını heba etmesine yol açabilir. Zira insana verilen ömür, Hakk’ı bilmek, O’na kulluk etmek ve rızasını kazanmak için bir fırsattır. Gaflet ise bu fırsatı yitirmektir.
İkinci mısra, bu düşünceyi daha anlaşılır bir şekilde tasvir eder: “Sabahın feyzinin tecellîsinden istifade etmeye uyku engel olur.” Bu ifade, bir teşbihin ötesinde derin bir hikmet barındırır. Sabah vakti, ilahi feyiz ve rahmetin yeryüzüne saçıldığı, tecelli ettiği bir zamandır. Hadis-i Şeriflerde de sabahın bereketi hususunda nice beyanlar mevcuttur. Uykuda kalmak, bu feyizden mahrum kalmak demektir. Bu, maddi bir uykunun yanı sıra, kalbin ve aklın gaflet uykusunda olması halini de temsil eder. İnsan, kendi nefsine ve dünyaya dalmışsa, kalbi uyanık değilse, en parlak hakikatler bile ona tesir edemez. Bu yüzden, gerçek uyanıklık, sabahın feyzine mazhar olmak için ruhî bir uyanıklık içinde olmaktır.
3. Muhabbet, İman ve Peygamberin (s.a.v.) Varlığı
İktibas:
Muhabbetden Muhammed oldu hâsıl
Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl
-Lâedri
Bu mısra, Hazreti Peygamber’in (s.a.v.) varlığının ilahi muhabbetin bir neticesi olduğunu, aynı zamanda O olmadan da bu muhabbetin tam manasıyla tecelli edemeyeceğini dile getiren cihan şümul bir hikmet taşır. Ayette buyrulduğu üzere, “Ben cinleri ve insanları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) Bu kulluğun, Allah’ı bilme ve O’na muhabbet besleme esasına dayandığı düşünüldüğünde, Hazreti Muhammed’in (s.a.v.) gönderilişi, bu muhabbetin hayat bulması, kemal bulması ve insanlığa ulaşması için bir vesile olmuştur. Allah Teâlâ, kullarına olan muhabbetinin bir isbatı olarak Resulünü göndermiş, O’nun vasıtasıyla cihan şümul bir nizam kurmuştur.
İkinci mısra, “Muhammedsiz muhabbetden ne hâsıl?” sorusuyla, imanın en mühim rükünlerinden birine parmak basar. Allah’a olan muhabbet, Peygambere itaat ve muhabbet ile kaimdir. Bu, Kur’an’da da şöyle beyan olunur: “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyunuz ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın.” (Âl-i İmrân, 3/31) Yani, Allah’a duyulan muhabbetin doğruluğunun isbatı, Peygamberin yoluna tâbi olmaktır. O’nun getirdiği şeriat, O’nun ahlakı ve O’nun sireti olmadan, Allah’a yönelen sevginin kuru bir iddiadan başka bir şey olması muhtemeldir. Zira muhabbetin bir yolu, usulü ve âdâbı vardır ve bu yol bizzat Hazreti Peygamber (s.a.v.) Efendimizdir.
4. Varlıktan Vazgeçiş ve Hak’la Bir Olma
İktibas:
Yağmâ edersen varlığın gider gönülden darlığın
Mahv eylesin ağyarlığın yâr olısar mihmân sana
-Niyâzî-i Mısrî
Niyâzî-i Mısrî’nin bu beyti, tevhid ve tasavvuf düşüncesinin merkezindeki bir mevzuya işaret eder. Beytin ilk mısrası, “varlığın yağmalanması” tabiriyle, enaniyeti ve nefsani arzulardan sıyrılmayı tasvir eder. İnsanın gönlü, kendi benliğinin, nefsini ilahlaştırmasının darlığı ile doludur. Bu darlıktan kurtulmanın tek yolu, insanın kendisini, arzu ve heveslerini yokluğa mahkûm etmesidir. Varlık, yani ene ve enaniyet, insan ile Allah arasındaki en büyük perdedir. Bu perde ortadan kalktığında, gönül darlığı da gider.
İkinci mısra, bu manevi yolculuğun nihai gayesini gösterir: “Ağyarlığın (yabancılığın) yok olsun ki, o dost (Hak) sana misafir olsun.” “Ağyar”, “gayr” kelimesinden türemiş olup, “başka, yabancı” manasına gelir. Burada, Hak’tan başka olan her şey kastedilir. Bize yabancı olan, bizi Hak’tan uzaklaştıran her şey yok olduğunda, gönlümüz Hak için boş ve hazır hale gelir. İşte o zaman, ilahi bir misafirliğe nail olunur. Bu hal, tasavvufta “fenâfillah” olarak tasvir edilen, kişinin kendi varlığını ilahi varlıkta yok etmesi ve O’nunla bir olması halini anlatır. Hak’la olan bağlantı, ancak benlik perdesinin yırtılmasıyla tahakkuk eder.
5. Dünya Sevgisi ve Akıbetin Düşündürücü Açıları
İktibas:
Gedâ-yı bî-nevâ ol devlet-i dünyâyı n’eylersin
Ölüm en son mukarrerdür kuru gavgâyı n’eylersin
-Ulvi
Bu beyit, insanı dünyaya karşı takındığı tutum ve açısını düşünmeye sevk eder. Şair Ulvi, fakir ve eli boş bir insan olsan bile, bu dünyanın makam ve iktidarına ne kadar değer veriyorsun diye sorar. Dünya malı, makamı ve iktidarı, fani ve geçici şeylerdir. İnsanlar, bu geçici varlıklar için birbirleriyle didişir, zıt ve aykırı düşüncelere kapılır ve hayatlarını bir kavga içinde geçirirler.
İkinci mısra, bu manasız mücadelenin ne denli beyhude olduğunu çarpıcı bir şekilde ifade eder: “Ölüm en son mukarrerdür (kesinleşmiştir), kuru gavgayı neylersin?” Ölüm, hayatın bir parçası değil, hayatın sonu olarak kaçınılmaz bir hakikattir. Bu isbatı inkâr etmek mümkün değildir. İnsan, ne kadar mal ve mülk biriktirse, ne kadar makam sahibi olsa da, ölüm geldiğinde her şeyini geride bırakır. O halde, fani olan için yapılan kuru kavgaların, manasız çekişmelerin ne anlamı olabilir? Bu mısra, bize, dünyaya takılıp kalmaktansa, asıl yurdumuz olan ahirete hazırlık yapmamız gerektiğini, hayatı bu büyük hakikat nazarıyla yaşamamız gerektiğini hatırlatan bir ibrettir. Hayat, kuru bir gavgadan ibaret değildir; manası, hikmeti ve derinliği vardır. Bu manayı idrak etmek, ancak ölümün kaçınılmaz bir sonuç olduğu gerçeğini kabullenmekle mümkündür.
Makale Özeti
Bu makalede, beş farklı berceste beytin derûnî muhtevasını ele aldık. Her bir beyit, insan hayatının farklı bir açısına ışık tutmaktadır. Birincisi, yöneticinin fazileti olan adaletin, Hakk’a olan inkıyadın zahiri bir tezahürü olduğunu gösterdi. İkincisi, gafletin insanı manevi feyizlerden mahrum bıraktığını, hakiki uyanıklığın ruhen teyakkuzda olmakla mümkün olduğunu tasvir etti. Üçüncüsü, ilahi muhabbetin Hazreti Peygamber (s.a.v.) ile kaim olduğunu ve O’nsuz bir sevginin tam manasıyla tecelli edemeyeceğini izah etti. Dördüncüsü, nefs ve ene gibi varlık perdelerinin yok edilmesiyle tevhidin ve Hakk’a yakın olmanın mümkün olduğunu beyan etti. Son olarak, dünya malı ve makamı için yapılan kavgaların ölüm gerçeği karşısında ne denli manasız olduğunu, fani olana değil, baki olana yönelmenin hikmetini dile getirdi. Bu beyitler, bize bir bütün olarak hayatın mana ve hikmetini, Hakikat’in nuruyla görmemiz gerektiğini hatırlatmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
24/10/2025
![]()