TEVEKKÜL VE RIZIK: VARLIĞIN ASLI, İHTİYACIN MERKEZİ
TEVEKKÜL VE RIZIK: VARLIĞIN ASLI, İHTİYACIN MERKEZİ
Giriş
İnsanın yaratılışındaki hakikat, onun yokluktan varlığa çıkarılmasıdır. Yoktan var eden ise, elbette Mutlak Varlık olan Allah’tır. Öyleyse insanın varlığı da, varlığının devamı da, ihtiyaçlarının karşılanması da O’na bağlıdır. Bu itibarla insanın hem varlık sebebi hem de rızık kaynağı yalnız Allah’tır.
Kur’ân-ı Kerîm bu gerçeği şöyle beyan eder:
“Sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldürecek, sonra da diriltecek olan Allah’tır. Ortaklarınızdan bunu yapabilecek kimse var mı?”
(er-Rûm, 30/40)
İşte bu ayet, yaratmak ile rızık vermek arasındaki doğrudan bağlantıyı gösterir. Çünkü hayatı veren kim ise, onu besleyen de odur. Bu açıdan Bediüzzaman Said Nursî şöyle der:
““Evet en parlak bir mu’cize-i san’at-ı Samedaniye ve bir hârika-i hikmet-i Rabbaniye olan hayatı kim vermiş, yapmış ise; rızıkla o hayatı besleyen ve idame eden de odur. Ondan başka olmaz… Delil mi istersin? En zaîf, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtları ve balıklar gibi). En âciz, en nazik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).”(bk. Nursi, Sözler, s. 23)
Tevekkülün Manası ve Hakikati
Tevekkül, kulun sebeplere sarılarak sonucu Allah’tan beklemesidir. Yani insan çalışır, ama bilir ki neticeyi takdir eden, rızkı nasip eden yalnız Allah’tır. Bu hâl, imanın fiilî bir tezahürüdür.
Resûlullah (s.a.v.) buyurur:
“Eğer siz Allah’a hakkıyla tevekkül etseydiniz, kuşlar gibi rızıklanırdınız; sabah aç gider, akşam tok dönersiniz.”
(Tirmizî, Zühd, 33; İbn Mâce, Zühd, 14)
Bu hadis, tevekkülün tembellik değil, teslimiyet olduğunu gösterir. Kuş rızkını arar, fakat kalbinde korku değil, itimat vardır. İşte müminin hâli budur: çalışır, ama sonucu Allah’a bırakır.
Kur’an-ı Kerim’de bu hakikat şöyle bildirilmiştir:
“Kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu gösterir. Ve onu hiç ummadığı yerden rızıklandırır. Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter.”
(et-Talâk, 65/2-3)
Rızıkta Hikmet ve İmtihan
Rızık, yalnız madde değil; nimet, sağlık, huzur, iman, ilim gibi manevî lütufları da içine alır. İnsan, bazen az rızıkla sabır, bazen çok rızıkla şükür imtihanına girer. Rızkın miktarını değil, bereketini düşünmek gerekir.
Bediüzzaman bu hakikati şöyle izah eder:
“Vasıta-i rızk-ı helâl, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki acz u za’f ile olduğunu anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarları, ağaçlar ile hayvanları müvazene etmek kâfidir.”
Sözler, s. 23)
Zayıf olan balık denizden, yavru annesinden kolay rızık bulur; güçlü tilki ise aç kalır. Bu gösterir ki rızık kuvvetle değil, Rezzâk’ın rahmetiyle gelir.
Bilim açısından bakıldığında da, her canlı türünün rızkına uygun bir ekolojik denge kurulmuştur. Bitkiler, fotosentezle kendi rızkını üretir; hayvanlar doğada besin zinciriyle yaşar. Bu denge, ilâhî bir hikmet düzenidir. Modern ekoloji bile “kendi kendine” izah edemediği bu sistemin arkasında bilinçli bir düzenleyicinin varlığını hisseder.
Toplumsal ve Ahlâkî Boyut
Tevekkül, sosyal dengeyi de sağlar. Çünkü tevekkül eden insan hırs ve tamah duygusundan arınır; rızkın Rezzâk’tan olduğunu bilir, başkasının hakkına el uzatmaz. Böylece toplumda adalet, kanaat, dayanışma hâkim olur.
Aksine, rızkı yalnız kendi kuvvetiyle aradığını sanan kimse, namazı bırakıp dünya derdine dalarsa, Bediüzzaman’ın ifadesiyle:
“Demek derd-i maişet için namazını terkeden, o nefere benzer ki: Talimi ve siperini bırakıp, çarşıda dilencilik eder. Fakat namazını kıldıktan sonra Cenab-ı Rezzak-ı Kerim’in matbaha-i rahmetinden tayinatını aramak, başkalara bâr olmamak için bizzât gitmek; güzeldir, mertliktir, o dahi bir ibadettir.”(bk. Nursi, Sözler, s. 23)
Bu hâl, hem dünyevî zillet, hem de uhrevî hüsrandır. Halbuki namazını kıldıktan sonra rızkını helâl yoldan aramak, hem mertlik hem de ibadettir. Çünkü çalışmak da bir fiilî duadır.
Tarihî ve İbretli Bir Misal
Hazret-i Ömer (r.a.) döneminde bazı kimseler, “Biz tevekkül ettik, çalışmıyoruz” diyerek mescitte otururlardı. Hz. Ömer onları görünce:
“Siz tevekkül değil, teekkül yani hazır yiyicilik,tembellik ediyorsunuz. Gerçek tevekkül sahibi, tarlasını eker, sonra Allah’a güvenir.” buyurmuştur.
Bu kıssa, İslâm’ın tevekkülü pasif bir bekleyiş değil, aktif bir teslimiyet olarak gördüğünü gösterir.
Siyasî ve Sosyal Hikmet
Bir milletin de fertler gibi tevekkül şuuruna sahip olması gerekir. Çünkü tevekkül, istiklâliyetin ve izzetin ruhudur. Rızkını dışa bağlayan toplumlar, bağımlılığa sürüklenir.
Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
“Nice canlı vardır ki rızkını kendisi taşımaz; Allah onları da sizi de rızıklandırır.”
(el-Ankebût, 29/60)
Bu ayet, ekonomik bağımsızlık ile imanî tevekkül arasında da derin bir bağ kurar. Çünkü gerçek mü’min, hem tedbirini alır, hem de neticeyi Allah’a bırakır.
SONUÇ VE ÖZET
İnsan yokluktan var edilmiştir; varlığını, hayatını ve rızkını Allah’tan alır.
Tevekkül, bu hakikatin bilincinde olarak sebeplere sarılmak ve neticeyi Allah’a bırakmaktır.
Rızık, kuvvetle değil, rahmetle; hırsla değil, kanaatle; tembellikle değil, çalışarak elde edilir.
Çünkü Allah, “Rezzâk”tır; hem yaratır, hem besler, hem de idame ettirir.
Tevekkül eden insan; huzurlu, izzetli ve dengeli olur.
Tevekkül eden toplum ise; bağımsız, merhametli ve istikametli olur.
“Rızık için endişe eden, Rezzâk’ı unutmuştur.
Rezzâk’a güvenen ise, endişesini unutmuştur.”
Kısa Özet (Veciz Biçimde):
İnsan “yokluktan var” edilmiştir; varlığını ve rızkını Allah’tan alır.
Tevekkül, çalışmakla beraber sonucu Allah’tan beklemektir.
Rızkın kaynağı kuvvet değil, acz ve Rahmet-i İlâhî’dir.
Tevekkül; hırsı, korkuyu ve zilleti yok eder, kanaati ve izzeti doğurur.
Çünkü “Kim Allah’a tevekkül ederse, Allah ona yeter.” (Talak, 65/3)
Boylece İnsan, “yokluktan” yaratılmış bir varlıktır ve onu “var” eden Allah’tır. Öyleyse, varlığını O’na borçlu olan insanın, ihtiyaçlarını da O’ndan istemesi en doğru yoldur.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
21/10/2025