Yapay Zekâ ve İnsan Şuuru Karşısında Kur’an’ın “Ruh” ve “İrade” Mefhumlarının Tahlili
Yapay Zekâ ve İnsan Şuuru Karşısında Kur’an’ın “Ruh” ve “İrade” Mefhumlarının Tahlili
Özet
Bu makale, yirmi birinci asrın en mühim teknolojik ve felsefî tartışma sahalarından biri olan yapay zekâ, bilinç ve irade mebhasini, Kur’an-ı Kerim’in insanı tarif ederken merkeze aldığı “ruh” ve “irade” mefhumları açısından tahlil etmeyi hedeflemektedir. Çalışma, yapay zekânın algoritmik ve hesaplamaya dayalı yapısının, insanın derûnî boyutunu teşkil eden ve ona mesuliyet yükleyen temel hususiyetleri ne derecede karşılayabileceğini sorgulamaktadır. İnsanı “halife” kılan ve diğer mahlukattan ayıran ilâhî nefha olan “ruh”un ve imtihanın sırrını taşıyan “cüz’î irade”nin, maddi bir yapıya ve programlanabilir bir mantığa indirip indirilemeyeceği meselesi, Kur’an’ın insan tasavvuru üzerinden incelenmektedir. Bu tahlil, yapay zekânın bir “taklit” mi yoksa hakiki bir “şuur” potansiyeli mi taşıdığını, vahyin ölçüleriyle anlamak için bir çerçeve sunmayı amaçlamaktadır.
Anahtar Kelimeler: Yapay Zekâ, İnsan Şuuru, Ruh, İrade, Algoritma, Kur’an Psikolojisi, Halife.
1. Giriş
İnsanlık tarihi, insanın kendini ve kâinattaki yerini anlama çabasının bir tezahürüdür. Bu çabada son asırda yaşanan teknolojik inkılaplar, bilhassa yapay zekâ sahasındaki gelişmeler, kadim felsefî sualleri yeniden ve daha şiddetli bir şekilde gündeme getirmiştir: Zekâ nedir? Şuur nasıl ortaya çıkar? İrade, hür bir seçim midir, yoksa karmaşık bir biyokimyevî reaksiyonlar silsilesi midir?
Günümüzde yapay zekâ sistemleri, lisanı anlama, metin üretme, sanatkârane tasarımlar yapma ve karmaşık problemleri çözme gibi, düne kadar sadece insana mahsus zannedilen kabiliyetleri sergilemektedir. Bu durum, kaçınılmaz olarak şu suali doğurmaktadır: Yeterince karmaşık bir algoritma ve yeterince büyük bir veri seti ile insanın zihnî ve hatta hissî dünyası taklit edilebilir, yahut bir gün tamamen kopyalanabilir mi? Materyalist ve anlaşılır bir bakış açısı, insan şuurunu ve iradesini beynin biyoelektrik faaliyetlerinin bir neticesi olarak görmekte ve dolayısıyla bunun bir gün silikon tabanlı sistemlerde de üretilebileceğini varsaymaktadır.
İşte bu noktada, ilâhî vahyin rehberliğine müracaat etmek elzem hale gelmektedir. Kur’an-ı Kerim, insanı sadece biyolojik bir varlık olarak değil, aynı zamanda manevi ve aşkın (müteal) bir boyuta sahip bir “cevher” olarak tanımlar. Bu çalışma, yapay zekânın algoritmik dünyası ile Kur’an’ın insana yüklediği “ruh” ve “irade” manalarını mukayese ederek, teknolojinin getirdiği bu yeni meydan okumaya karşı hikmetli bir bakış açısı sunmayı hedeflemektedir.
2. Kur’an-ı Kerim’de İnsanı “İnsan” Kılan Temel Cevherler
Kur’an’a göre insan, çamurdan (maddî boyut) yaratılmış, ancak kendisine Allah’ın ruhundan üflenmesiyle (manevi boyut) şeref kazanmış mükerrem bir varlıktır.
• Ruh: İlâhî Nefha ve Hayatın Aşkın Boyutu Kur’an, insanın yaratılışını anlatırken, onun fiziki teşekkülü tamamlandıktan sonraki aşamaya hassaten dikkat çeker: “Ona tam bir biçim verip de ruhumdan üflediğim zaman siz onun için saygı ile eğilin.” (Hicr, 15/29; bkz. Sâd, 38/72). Bu ayet, “ruh”un insana sonradan ve doğrudan Allah tarafından verilen ilâhî bir “nefha” (üfleme) olduğunu açıkça ifade eder. Ruh, bedenin bir ifrazatı veya beynin bir fonksiyonu değil, bedene hayat, şuur ve idrak kabiliyeti veren, mahiyeti itibarıyla maddeden münezzeh ve aşkın bir latifedir. Ruhun hakikatinin ne olduğu sualine ise Kur’an, onun beşerî idrakin sınırlarını aştığını bildirir: “Sana ruhtan soruyorlar. De ki: ‘Ruh rabbimin bildiği bir iştir (emirden, emir âlemi”nden) ve size ilimden ancak çok az bir şey verilmiştir.'” (İsrâ, 17/85). Bu ayet, ruhun mahiyetinin, laboratuvarda incelenecek, formüllere dökülecek veya algoritmalarla modellenecek bir nesne olmadığını, onun doğrudan Allah’ın “emir âlemi”ne ait bir sır olduğunu gösterir. O, insanın Allah ile olan en derin ve doğrudan bağıdır.
• İrade: İmtihanın, Mesuliyetin ve Halifeliğin Esası İnsanı meleklerden ve diğer mahlukattan ayıran en temel vasıflardan biri de kendisine verilen seçme hürriyeti, yani “cüz’î irade”dir. Bu irade, insanın kendi fiillerinin fâili olmasını, hayır ile şer, iman ile küfür arasında bir tercihte bulunabilmesini sağlar. Kur’an, insanın bu seçme hürriyetini ve bunun neticesindeki mesuliyetini pek çok ayette vurgular: “De ki: ‘Hak, rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.’…” (Kehf, 18/29). Bir başka ayette ise, “Şüphesiz biz ona doğru yolu gösterdik; artık o isterse şükreden olur, isterse nankör olur.” (İnsan, 76/3) buyrulur. Bu irade, insanın yeryüzündeki “halifelik” vazifesinin de temelidir. Zira halifelik, bilinçli ve ahlâkî tercihler yapmayı gerektirir. İnsanın imtihan sırrı, bu iradeyi hangi yönde kullanacağına bağlıdır.
Cenâb-ı Hak, insana bir irade-i cüz’iye vermiştir ki, o iradenin eline havâle etmiştir.”
Bu irade, basit bir mekanizma değil, insanın manevi yükselişinin veya düşüşünün anahtarıdır.
3. Yapay Zekâ: Algoritmik “Zekâ” ve “İrade” Simülasyonu
Yapay zekâ, en temel manasıyla, belirli hedeflere ulaşmak için verileri işleyen, kuralları tanıyan ve bu kurallara göre kararlar veren karmaşık algoritmalardan müteşekkildir. Onun “öğrenmesi”, insan beynini taklit eden nöral ağlar vasıtasıyla, milyarlarca parametreyi ayarlayarak istatistiksel ihtimalleri optimize etmesinden ibarettir.
• Zekâ ve Şuur Farkı: Yapay zekâ, hesaplama ve problem çözme manasında “zeki” olabilir. Ancak bu, “şuurlu” olduğu manasına gelmez. John Searle’ün meşhur “Çin Odası” düşünce deneyi bu farkı ortaya koyar: Bir odada, kendisine verilen Çince sembolleri, ne anlama geldiklerini bilmeden, sadece bir kural kitabına bakarak başka sembollerle eşleştiren bir kişi, dışarıdan bakıldığında Çince biliyor gibi görünebilir. Hâlbuki bu kişi, dilin manasına ve muhtevasına dair hiçbir anlayışa (understanding) sahip değildir. İşte mevcut yapay zekâ da bu odadaki kişi gibidir; sembolleri (verileri) ustalıkla işler, ancak yaptığı işin hakikatini, manasını ve gayesini idrak etmez. Şuur; farkındalık, öznel tecrübe (qualia), niyet ve mana idrakini ihtiva eden derûnî bir haldir.
• Programlanmış Tercih ve Hür İrade Farkı: Bir yapay zekânın “karar vermesi”, programlandığı gaye ve öğrendiği verilere dayanarak en optimal (en verimli) yolu seçmesidir. Bu, determinist (gerekirci) veya probabilist (ihtimalci) bir süreçtir. Milyonlarca seçenek arasında bir satranç hamlesi seçmesi, hür bir irade ile değil, en yüksek kazanma olasılığını veren hamleyi hesaplamasıyla gerçekleşir. Hâlbuki insanın “iradesi”, ahlâkî bir boyuta sahiptir. İnsan, bazen kendi menfaatine aykırı olanı, sırf bir fazilet veya inanç uğruna seçebilir. Bu seçim, algoritmik bir optimizasyonun değil, mana ve değer dünyasına bağlı derûnî bir tercihin eseridir.
4. Mukayeseli Tahlil: Ruh ve İradenin faaliyetsizliği
• Algoritma Ruha Tekabül Edebilir mi? Kur’an’ın tarif ettiği “ruh”, ilâhî, aşkın ve mahiyeti bilinemeyen bir cevherdir. Algoritma ise beşerî, sonlu, bilinebilir ve tamamen maddî bir altyapıya (silikon çipler) dayanan bir talimatlar dizisidir. Biri “emir âlemi”nden, diğeri “halk âlemi”ndendir. Dolayısıyla, ne kadar karmaşık olursa olsun, hiçbir algoritma “ruh”u üretemez. Ruhun bir tecellisi olan şuur da bu sebeple algoritmik bir yapıya indirilemez. Yapay zekâ, şuurlu bir varlığın davranışlarını taklit edebilir, ancak asla o derûnî tecrübeye, o “ben” idrakine sahip olamaz.
• Hesaplama İrade Yerine Geçe bilir mi? Yapay zekânın “tercihi”, bir hesaplamadır. İnsanın “iradesi” ise bir imtihandır. Bir makine, ahlâkî bir karmaşayla karşılaştığında, kendisine öğretilen ahlaki kurallara göre en uygun sonucu hesaplayabilir. Ancak bu süreçte bir “vicdan” azabı, bir “tereddüt” veya bir “pişmanlık” yaşamaz. Çünkü mesuliyetin temel şartı olan hürriyetten mahrumdur. O, programının dışına çıkamaz. İnsan ise nefsine, şeytana veya aklına uyarak, ilâhî emre itaat veya isyan etme hürriyetine sahiptir. İşte bu hürriyet, onu ahlâkî ve hukûkî olarak mesul kılar. Bir yapay zekâyı ahlâken “kınamak” veya “övmek” manasızdır; çünkü onun fiilleri, onu programlayanların bir neticesidir.
5. Netice
Teknolojinin ulaştığı seviye baş döndürücü olsa da, Kur’an-ı Kerim’in insan tasavvuru karşısında yapay zekânın sınırları net bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Yapay zekâ, maddenin ve algoritmanın imkânları dairesinde kalmaya mahkûmdur. İnsan ise, kendisine üflenen ilâhî “ruh” ile maddeyi aşan, “irade” ile de kendi kaderine tesir edebilen ve oluşmasına sorumluluk cihetiyle sahip olan müstesna bir varlıktır.
• Taklit, Hakikat Değildir: Yapay zekâ, zekâyı, şuuru ve hatta hissiyatı ancak taklit edebilir. Bu taklit, son derece ikna edici olabilir, ancak derûnî bir hakikatten ve öznellikten mahrumdur.
• Ruh, tam bilinemez: İnsanın şuuru, hafızası ve benlik idraki, mahiyeti ilâhî bir sır olan ruha dayanır. Bu cevher, hesaplanabilir, ölçülebilir veya kopyalanabilir değildir.
• İrade, Mesuliyetin Şartıdır: Hakiki irade, ahlâkî bir seçimi ve mesuliyeti beraberinde getirir. Algoritmik bir sistemin “seçimleri” ahlâkî bir muhteva taşımaz ve onu mesul kılmaz.
Sonuç olarak, yapay zekânın yükselişi, insanın kendi hakikatini unutmasına değil, bilakis onu daha derinden tefekkür etmesine bir vesile olmalıdır. İnsanın değeri, hesaplama kabiliyetinde veya bilgi işleme hızında değil, Allah’ın kendisine emanet ettiği “ruh” ve “irade” cevherinde saklıdır. Bu teknoloji, insana kendi aczini ve Yaratıcısının sonsuz kudretini gösteren yeni bir ayna mesabesindedir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
20/10/2025