Kur’an’ın Varlık Tasavvuru ve Modern Fiziğin (Kuantum Fiziği) Nazariyeleri Işığında Bir Tefekkür

Kur’an’ın Varlık Tasavvuru ve Modern Fiziğin (Kuantum Fiziği) Nazariyeleri Işığında Bir Tefekkür
​Özet
​Bu makale, Kur’an-ı Kerim’in varlığın hakikati, zaman-mekân, sebep-netice (illiyet) ve tabiatın işleyişine dair sunduğu temel prensipleri, yirminci asırda ortaya çıkan modern fiziğin, bilhassa Kuantum Mekaniği’nin getirdiği paradigmalarla mukayeseli bir tefekkür zemininde ele almayı amaçlamaktadır. Çalışma, Kuantum Dolanıklığı, Gözlemci Etkisi ve Belirsizlik İlkesi gibi nazariyelerin, klasik materyalist ve determinist (gerekli) tabiat anlayışını nasıl sarstığını ve bu sarsıntının, Kur’an’ın Tevhid eksenli, her an ilahî bir irade ve kudretle yönetilen âlem tasavvuru üzerine düşünmek için ne gibi yeni ufuklar açtığını incelemektedir. Bu bir “isbat” veya “bilimsel tefsir” iddiası taşımaktan ziyade, farklı bilgi kaynakları olan vahiy ve kâinat kitabının (bilim yoluyla okunuşu) arasında, aklı ve kalbi birlikte harekete geçiren, ufuk açıcı bir mukayese denemesidir.
​Anahtar Kelimeler: Varlık Tasavvuru, Kuantum Fiziği, Tevhid, Gözlemci Etkisi, Kuantum Dolanıklığı, Sebepler Perdesi, Teceddüd-i Emsâl.
​1. Giriş
​İnsanlık, varoluşun en temel suallerine cevap arama yolculuğunda daima iki temel kaynağa müracaat etmiştir: Biri, peygamberler vasıtasıyla gelen ilahî vahiy; diğeri ise insanın kendi aklı ve nazarıyla kâinatı ve hadiseleri tetkik etmesidir. On dokuzuncu asra kadar hüküm süren Newtoncu-Klasik Fizik, kâinatı, her parçası önceden belirlenmiş kanunlara göre işleyen devasa bir mekanik saat gibi tasvir etmiştir. Bu determinist (gerekirci) model, zamanla, her şeyin sebeplerin eseri olduğu ve ilahî bir müdahaleye yer olmadığı şeklinde yanlış bir inancın yayılmasına zemin hazırlamıştır.
​Ancak yirminci asırda Kuantum Fiziği’nin doğuşu, bu mekanik ve katı maddeci paradigmayı temelinden sarsmıştır. Atomaltı dünyada, maddenin bildiğimiz manada “katı” olmadığı, sebep-netice zincirinin mutlak işlemediği, gözlemcinin gözleneni etkilediği ve mekânın anlamsızlaştığı bir hakikatler manzumesi keşfedilmiştir. Bu yeni ve “garip” fizik, eski materyalist dogmaları yıkarken, Kur’an-ı Kerim’in 1400 sene evvel sunduğu varlık tasavvurunun derinliği üzerine yeniden düşünmek için hayret verici kapılar aralamıştır. Bu çalışma, bu kapıdan girerek, bir uygunluk arayışından ziyade, bir tefekkür seyahatine çıkmayı hedeflemektedir.
​2. Kur’an-ı Kerim’in Varlık Tasavvurunun Temel Esasları
​Kur’an’ın varlık tasavvuru, her şeyin merkezine Allah’ı koyan Tevhid akidesi üzerine kuruludur. Bu tasavvurun bazı temel esasları şunlardır:
• ​Varlığın Hakikati ve Allah’ın Vücûd-u Vâcibi: Hakiki ve mutlak varlık (Vâcibü’l-Vücûd) yalnızca Allah’tır. O’nun dışındaki bütün âlemler, varlıklarını her an O’ndan alan “mümkin” (olabilir) varlıklardır. Kendi başlarına bir varlıkları ve devamlılıkları yoktur. “Allah, kendisinden başka ilâh olmayandır; her zaman diridir (hayy), bütün varlığın idaresini yürüten (kayyûm) O’dur.” (Bakara, 2/255).
• ​Sebepler Perdesi (Esbâb Perdesi): Allah, hikmetiyle her neticeyi bir sebebe bağlamıştır. Ancak hakiki tesir sahibi sebepler değil, o sebepleri de yaratan ve neticeyi halk eden Allah’tır (Müsebbibü’l-Esbâb). Sebepler, ilahî kudretin ve izzetin görünürdeki bir perdesidir. Bu husus, Risale-i Nur Külliyatı’nda şöyle izah edilir: “Evet, izzet ve azamet ister ki, esbap perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celal ister ki, esbap ellerini çeksinler tesir-i hakikiden.”
• ​Teceddüd-i Emsâl (Varlığın Her An Yeniden Yaratılması): Kâinat, bir defa yaratılıp kendi haline bırakılmış statik bir yapı değildir. Aksine, ilahî kudret ve irade ile her an yeniden yaratılmakta, varlıklar her an taze bir vücut giymektedir. Varlığın devamlılığı, bu sürekli yaratma fiilinin bir neticesidir. “O, yaratmayı ilkin yapıp sonra onu tekrar edendir ve bu O’na daha kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O’nundur. O, mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Rûm, 30/27).
• ​Âlem-i Şehadet ve Âlem-i Gayb: Varlık, sadece bizim beş duyumuzla idrak ettiğimiz bu görünür âlemden (âlem-i şehadet) ibaret değildir. Onun ötesinde, mahiyetini tam olarak bilemediğimiz, melekler, ruhlar ve daha nice hakikatleri barındıran görünmez âlemler (âlem-i gayb) vardır.
​3. Kuantum Fiziğinin Paradigmaları ve Kur’anî Tefekkür Ufukları
• ​Belirsizlik İlkesi ve Gözlemci Etkisi:
• ​Kuantum Nazariyesi: Werner Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi’ne göre, bir parçacığın konumu ve momentumu (hızı) aynı anda mutlak bir kesinlikle bilinemez. Dahası, “Gözlemci Etkisi” şunu göstermiştir: Bir kuantum sistemini gözlemleme eylemi, o sistemin durumunu değiştirir. Gözlemden önce bir “imkanlar dalgası” halinde bulunan parçacık, gözlem anında bu mümkünlerden birine “çökerek” somut bir gerçekliğe bürünür. Bu, gözlemciden bağımsız, “objektif” bir maddi gerçeklik fikrini yıkmıştır.
• ​Tefekkür Ufku: Bu hadise, Kur’an’ın “varlık, her an ilahî bir ilim ve iradeye tabidir” prensibine nazar etmemizi sağlar. Maddenin kendi başına, katı ve değişmez bir hakikati yoktur. Onun varlığı ve sıfatları, her an bir “Nazar” altındadır. En büyük Gözlemci olan Allah’ın ilmi her şeyi kuşatmıştır. İnsanın cüz’î iradesiyle yaptığı gözlem ve müdahalenin kâinatta bir tesir halk etmesi, her şeye şahit olan ve her şeyi idare eden Şâhid-i Ezelî’nin kudretinin ve iradesinin bir cilvesi olarak tefekkür edilebilir. Varlık, statik bir “şey” değil, ilahî tecellilerin her an tazelenen bir “fiili”dir.
• ​Kuantum Dolanıklığı ve Mekânsızlık:
• ​Kuantum Nazariyesi: “Dolanıklık”, iki veya daha fazla kuantum parçacığının, aralarındaki mesafe ne kadar uzak olursa olsun, sanki tek bir sistemmiş gibi birbirine bağlı kalması halidir. Bir parçacık üzerinde yapılan bir ölçüm, diğerini anında (ışıktan hızlı bir şekilde) etkiler. Bu, Einstein’ın “ürpertici bir mesafeden etkileşim” dediği, mekân ve yerellik düşüncemizi altüst eden bir hakikattir.
• ​Tefekkür Ufku: Dolanıklık, kâinattaki eşyanın zahiren ayrı ve dağınık görünmesine rağmen, hepsini birbirine bağlayan, mekânın ötesinde derûnî bir “birlik” ve “irtibat” olduğunu gösterir. Bu, Tevhid akidesinin kâinattaki bir yansımasıdır. Her şeyin tek bir Yaratıcı’dan (Sâni’-i Vâhid) gelmesi, onların arasında bizim idrak edemediğimiz gizli bir bağ kurar. “Doğu da batı da Allah’ındır. Nereye dönerseniz Allah’ın yüzü işte oradadır. Şüphesiz Allah, lutfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.” (Bakara, 2/115) ayeti, ilahî “vech”in (zatın tecellisinin) mekândan münezzeh olarak her yeri kuşattığını ifade eder. Dolanıklık, bu kuşatıcılığın ve birliğin atomaltı seviyedeki bir işareti olarak düşünülebilir.
• ​Madde-Dalga İkiliği ve Sanal Parçacıklar:
• ​Kuantum Nazariyesi: Kuantum fiziği, elektron gibi parçacıkların hem tanecik hem de dalga özelliği gösterebildiğini ortaya koymuştur. Madde, katı bir cevherden ziyade, bir enerji yoğunlaşması veya bir “olay” gibidir. Ayrıca, “boşluk” olarak bildiğimiz vakumun aslında boş olmadığı, her an “sanal parçacıkların” yoktan var olup tekrar yoka karıştığı bir enerji denizi olduğu anlaşılmıştır.
• ​Tefekkür Ufku: Bu keşif, “madde”ye atfedilen ezelîlik ve kendinden var olma vehmini temelden yıkar. Maddenin bu kararsız, akışkan ve “hayalî” yapısı, onun hakiki bir vücudu olmadığını, ancak bir Kudret sahibinin iradesiyle her an varlıkta durdurulan bir “gölge” veya “yazı” gibi olduğunu akla getirir. Bu durum, Kelâm ilminde ve Risale-i Nur’da zikredilen “teceddüd-i emsâl” yani varlığın her an yeniden yaratılması mebhasini akla yaklaştıran bir penceredir. Kâinat, Kudret Kaleminin her an yazdığı ve sildiği hareketli bir levha gibidir. “O, gökleri ve yeri örneksiz yaratandır. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece ‘Ol!’ der, o da hemen oluverir.” (Bakara, 2/117) ayetindeki “Kün fe yekûn” (Ol der, oluverir) sırrı, varlığın bu anlık ve sürekli yaratılışını ifade eder.
​4. Bir “İsbat” Değil, Bir “Tefekkür” Zemini
​Tekrar vurgulamak gerekir ki, buradaki maksat, “Kur’an kuantum fiziğini haber vermişti” gibi sığ ve hatalı bir neticeye varmak değildir. Bilimsel nazariyeler, beşerî aklın mahsulüdür ve zamanla değişebilir. Kur’an ise mutlak ve ebedî hakikatleri bildiren ilahî bir kelâmdır. Değişken olanla, sabit olanı “isbat” etmeye çalışmak, usûl olarak yanlıştır.
​Lakin bu mukayesenin kıymeti şuradadır: Materyalist felsefenin en kuvvetli kalesi olan fizik ilmi, kendi derinliklerine daldıkça, o kalenin duvarlarını kendi elleriyle yıkmıştır. Kuantum fiziği, determinist, mekanik ve öngörülebilir bir âlem tablosu yerine; gaybı, belirsizliği, bütünlüğü ve gözlemcinin dahil olduğu dinamik bir hakikatler manzumesi sunmuştur. Bu yeni tablo, Kur’an’ın sunduğu Tevhid merkezli, her an ilahî iradeye bağlı, sebeplerin sadece bir perde olduğu ve her şeyin birbiriyle manevi bir bağ içinde olduğu varlık tasavvurunu anlamak ve tefekkür etmek için modern insanın zihnine daha münasip bir zemin hazırlamıştır.
​5. Netice
​Kuantum fiziği, modern bilimin, maddenin hakikatini araştırırken ulaştığı en ileri noktada, adeta bir “hayret” vadisine girdiğini göstermektedir. Bu vadi, klasik fiziğin sunduğu “bilinen” ve “hesaplanabilen” bir dünyadan çok, “bilinmeyen” ve “sırlarla dolu” bir âleme açılmaktadır.
​Bu noktada, Kur’an-ı Kerim’in daveti daha da manidar hale gelmektedir. Kur’an, insanı kâinat kitabının ayetlerini (âyât-ı afâkiyye) ve kendi nefsindeki ayetleri (âyât-ı enfüsiyye) okumaya davet eder. Modern fizik, bu âyât-ı afâkiyyeyi kendi lisanınca okuma çabasının bir neticesidir. Ve bu okuma, onu, her şeyin ardında mutlak bir Kudret, İlim ve İrade’nin varlığını sezebileceği bir eşiğe getirmiştir.
​Son tahlilde, kuantum fiziğinin açtığı pencereler, materyalizmin dar ve karanlık odasından çıkarak, Kur’an’ın aydınlık ve geniş seması altında varlığı yeniden tefekkür etmek için bir davetiyedir. Bu davetiye, aklı ve kalbi birleştirerek, kâinatın her zerresinde tecelli eden Sâni’-i Zülcelâl’in varlığına ve birliğine (Tevhid) giden yolları gösterir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
20/10/2025

 

 

Loading

No ResponsesEkim 21st, 2025