Hak ile Bâtıl Arasındaki Ezelî Mücadele: Bâtılın Bahaneleri ve Hakikatin Cevabı
Hak ile Bâtıl Arasındaki Ezelî Mücadele: Bâtılın Bahaneleri ve Hakikatin Cevabı
“De ki: Hak geldi, bâtıl yok (zail) olup gitti. Zaten bâtıl yok olmaya mahkûmdur.”
(el-İsrâ, 17/81)
I. Hakkın Karşısında Bâtılın Ezeli Tavrı
İnsanlık tarihi, hak ile bâtılın mücadelesinin sahnesidir.
Bütün peygamberler hakka davet etmiş; bâtıl zümreler ise her devirde aynı bahaneyi, farklı bir kisveyle öne sürmüştür.
Zaman değişse de bahane değişmez; sadece suret değiştirir.
Hz. Âdem’den itibaren bâtılın yolu isyan, inkâr, kibir ve menfaat üzere kurulmuştur.
Hak ise tevhid, teslimiyet, adalet ve hikmet üzere yürür.
Bâtıl, hak karşısında mağlup olacağını sezdiği anda, doğrudan karşı çıkmak yerine “bahaneye sığınır”.
Çünkü bâtıl, delilsizdir; bu yüzden her zaman mazeretli bir inkâr üretmek zorundadır.
II. Bâtılın Tarih Boyunca Uydurduğu Bahaneler
• “Bu, sadece bir insan sözüdür.”
(Müşriklerin Kur’ân’a iftirası)
“Bu bir insan sözünden başka bir şey değildir!”
(el-Müddessir, 74/25)
Bu sözle, ilahî olanı beşerîleştirdiler.
Hakikati kendi seviyelerine indirdiler ki, ondan sorumluluktan kaçsınlar.
• “Biz atalarımızı bu yolda bulduk.”
(Gelenekçiliğin kalkanı)
“Biz atalarımızı bu din üzerinde bulduk, biz de onların izinden gidiyoruz.”
(ez-Zuhruf, 43/22)
Bu bahane, aklın yerine taklidi koymak, hakikatin yerine alışkanlığı yerleştirmektir.
Hakikate değil, geçmişe tapınmaktır.
• “Böyle bir şey işitmedik, bu yenidir!”
(Kur’ân’ın Mekke’de karşılaştığı bir başka itiraz)
“Biz bunu son dinde işitmedik, bu uydurmadır.”
(Sâd, 38/7)
Yani “Bizim bildiğimizin dışında bir hak olamaz.”
Bu da bâtılın kibir bahanesidir.
• “Bizim menfaatimize dokunuyor.”
(Firavun’un bahanesi)
“Ben, Musa’nın sizin dininizi değiştirmesinden veya yeryüzünde fesat çıkarmasından korkuyorum.”
(el-Mü’min, 40/26)
Gerçekte Firavun, “Saltanatım yıkılır” diyordu.
Fakat bunu din kisvesiyle örttü.
Bâtıl, daima menfaati dinî gerekçeyle süsler.
• “Bizi sadece az bir topluluk takip ediyor.”
(Toplum baskısı bahanesi)
Hz. Nûh’a demişlerdi:
“Biz, seni ancak bizim en aşağılarımızın takip ettiğini görüyoruz.”
(Hûd, 11/27)
Bu, hakikati kıymetle değil, kalabalıkla ölçme hastalığıdır.
• “Ahireti kim görmüş?”
(Maddeciliğin bahanesi)
“Hayat ancak bu dünya hayatımızdır; ölürüz ve yaşarız, bizi sadece zaman (tabiat) helâk eder.”
(el-Câsiye, 45/24)
Bugünkü tabiatçılığın ve materyalizmin aynısıdır.
O gün “zaman” dediler, bugün “tabiat kanunu” diyorlar.
III. Peygamberlerin ve Kitapların Cevabı
Peygamberler, bu bahaneleri susturmak için akla, kalbe ve vicdana hitap ettiler.
Hiçbiri zorla değil, delille konuştu.
Kur’ân, bu üslûbu “beyyine, hüccet, burhan” kelimeleriyle ifade eder.
• Hz. Nûh, “Ben size açıkça uyarıyorum” (Nûh, 71/2) diyerek sözle davet etti.
• Hz. İbrahim, putları kırarak delil gösterdi (el-Enbiyâ, 21/58).
• Hz. Musa, asasıyla mucize gösterdi; Firavun’un saltanat bahanesini dağıttı (el-A’râf, 7/106-117).
• Hz. İsa, “Ben size Rabbinizden bir mucize getirdim” (Âl-i İmrân, 3/49) dedi.
• Hz. Muhammed (asm) ise en büyük mucize olan Kur’ân’ı getirdi.
Onun delili, lafzında değil, hakikatinde idi.
Her bir peygamber, bâtılın bahanesine karşı hakikatle mukabele etti.
Çünkü bâtıl, delile tahammül edemez;
hak ise nuruyla karanlığı deler.
IV. Kur’ân’ın Beyanı: Bâtılın Mahiyeti ve Akıbeti
Kur’ân, bâtılı bir gölgeye benzetir; var gibi görünür ama hakikatinde yoktur.
“Onlar su zanneder, fakat vardıklarında hiçbir şey bulamazlar.”
(en-Nûr, 24/39)
Bâtıl, hakikat karşısında köpük gibidir.
“O (hak), köpüğü giderir; faydalı olan şey ise yeryüzünde kalır.”
(er-Ra’d, 13/17)
Bu, bâtılın geçiciliği, hakkın ebediliği kanunudur.
Kur’ân ayrıca bildirir ki, bâtıl zümreler hep aynı yolu izlerler:
“İşte böylece, her peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık; birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar.”
(el-En’âm, 6/112)
Yani bâtıl, zamanla şekil değiştirir ama mahiyeti değişmez.
Dün “esâtîrü’l-evvelîn” diyenler, bugün “tarihsel” derler;
dün “atalarımızın dini” diyenler, bugün “geleneğimiz böyle” derler.
Hepsi aynı merkezden, nefsin ve şeytanın vesvesesinden gelir.
V. Tefsirlerdeki Beyanlar
Özetle:
-“Bâtıl ehli, hakikate karşı delil bulamayınca, onun kaynağına saldırır.
Bu, cahillerin hilesidir; çünkü sözün değeri, sahibinin kimliğinde değil, içindeki hakikattedir.”
-“Bu, inkârcıların acziyet sözüdür. Kur’ân’ın benzerini getiremediklerinde,
onu eski hikâyelerle bir tutarak kendi zilletlerini gizlediler.”
-“Her devirde bâtıl, hakka karşı iki silah kullanır:
Ya alay, ya bahane.
Lâkin hak, ne alayla küçülür, ne bahaneyle silinir.”
VI. Netice ve Hikmetli Bir Nazar
Bâtıl, kendi varlığını sürdürmek için hakikati eğip büker, halkı oyalayan sözlerle süsler.
Fakat hakikatin kaderi tecellidir; bâtılın kaderi fâş olmaktır.
“Hak geldi, bâtıl zail oldu.”
(el-İsrâ, 17/81)
İşte bu âyet, bütün tarih boyunca süren hak–bâtıl mücadelesinin son hükmüdür.
Her bâtıl hareket, bir müddet ses çıkarır; fakat sonunda sükût-u hayale uğrar.
Çünkü hakikatin güneşi doğunca, bâtılın gölgesi kaybolur.
Son Söz
Tarih boyunca bâtılın bahanesi değişti ama hakikatin cevabı hep aynı kaldı:
“Bu Allah’ın kelâmıdır; bu Allah’ın emridir.”
Bâtıl, kendi menfaatini korumak için bin türlü gerekçe uydurur.
Fakat hakikati susturamaz; çünkü Kur’ân,
**“Hakkın sadası, zamanın ötesinde yankılanan bir kelâm”**dır.
“De ki: Gerçek Rabbinizdendir. Dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.”
(el-Kehf, 18/29)
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
21/10/2025