Fenden Gelen Cehalet Zindanında Bir Nur: BEDİÜZZAMAN

Fenden Gelen Cehalet Zindanında Bir Nur: BEDİÜZZAMAN

 

Her asrın bir vicdanı, o asrın karanlıklarına meydan okuyan bir nuru ve yolunu kaybetmiş insanlığa hakikatin pusulasını gösteren bir rehberi vardır. Onlar, zamanın ve mekânın dar kalıplarına sığmazlar; getirdikleri mesaj ve açtıkları çığır, kendilerinden sonraki nesillere de bir meşale olur. İşte Bediüzzaman Said Nursi, sadece içinde bulunduğu yirminci asrı değil, peşinden gelen ve “kıyamete kadar bir bâki hakikatin etrafında bir sur” olacak olan iman hizmetiyle, asrımızı ve gelecek asırları Kur’an nuruyla tenvir eden böyle cihan şümul bir şahsiyettir.

Vaziyetini ve mücadelesini idrak etmek için, asırlar öncesine, bizzat Nübüvvet Güneşi’nin doğduğu o “Cahiliye” devrine bir nazar etmek lazımdır. O devirde hayat, iki temel sütun üzerine bina edilmişti: kalplere hükmeden put ve akılları uyuşturan içki. Kâbe’nin içi ve etrafı, insan eliyle yontulmuş ilah taslaklarıyla doluyken, Mekke’nin sokakları aklı ve iradeyi selbeden sarhoşluğun pençesindeydi. Fahr-i Kâinat Efendimiz’in (a.s.m.) mücadelesi, bu iki temel sapkınlığa karşıydı. İnsanların kalbindeki ve Kâbe’deki putları kırarak, yerine ezeli ve ebedi olan Tevhid akidesini yerleştirmek; aklı örten içki perdesini yırtarak, yerine imanın basiretini ve hikmetin nurunu koymak… Bütün bunlar, temelinde “cehalet” yatan, yani Vahyin nurundan mahrum kalmaktan kaynaklanan bir karanlığa karşı verilen kutlu bir cihaddı.

Şimdi ise zaman şeridinde süratle ileri saralım ve kendi asrımıza gelelim. Manzara, zahiren ne kadar değişmiş görünse de, derûnî yapısı itibarıyla ne kadar da o devre benziyor! Asrımızın medeniyeti de, adeta kısır bir zihniyetin devamı olarak hayatı iki temel üzerine bina etmiştir: ruhlara dikilen heykel ve zihinleri bulandıran içki.

Ancak arada mühim ve tehlikeli bir fark vardır: Cahiliye devrinde putperestlik ve içki, Vahiyden uzak kalmanın getirdiği bir cehaletten neş’et ediyordu. Bugün ise heykellerle sembolleşen materyalist ve tabiatperest ideolojiler ve içki ile temsil edilen topyekûn bir gaflet ve sefahet kültürü, “fen ve felsefe” kisvesi altında, ilim maskesi takınarak münafıkane bir tarzda ruhlara zerk edilmektedir. O zaman düşman cahil ve mert idi; şimdi ise âlim suretinde bir cahil ve münafıktır. Bu sebeple, günümüzdeki tehlike, cehalet asrından daha zor ve daha aldatıcıdır. Zira o gün put, taştan olduğunu gizlemiyordu. Bugün ise “tabiat kanunu”, “bilimsel zorunluluk”, “felsefi akım” gibi parlak isimler altına gizlenen nice putlar, aklı ve kalbi esir almaktadır.

İşte tam bu noktada, asrın manevi tabibi olan Bediüzzaman Said Nursi ve onun Kur’an’dan süzülmüş nurlu reçetesi olan Risale-i Nur Külliyatı devreye girer. O, bu yeni ve daha karmaşık hastalığın teşhisini mükemmel bir surette koymuştur. Madem hastalık fen ve felsefe yolundan geliyor, öyleyse tedavi de yine aklı ikna ederek, ilmin lisanıyla kalbe yol bularak olmalıydı.

Bediüzzaman, “heykel” ile sembolleşen Allah’ı inkâr felsefesine karşı, bizzat kâinat kitabını bir delil olarak ortaya koymuştur. O, fenni ve ilmi, imana düşman birer silah olarak görenlere inat, her bir ilim dalının kendi lisanıyla Allah’ın varlığını ve birliğini nasıl haykırdığını isbat etmiştir. Onun nazarında fizik, bir Kadîr-i Zülcelâl’in kudret kanunlarını; kimya, bir Hakîm-i Zülkemâl’in hikmetli eczalarını; astronomi, bir Sâni’-i Zîşan’ın haşmetli saltanatını ilan eden birer dellâldır. Risale-i Nur, baştan sona, fenden gelen bu enaniyet ve inkâr putunu, yine fennin ve aklın en kat’i delilleriyle kıran bir “isbat-ı Tevhid” deryasıdır.

“İçki” ile sembolleşen sefahet ve gaflet kültürüne karşı ise, Bediüzzaman imandaki hakiki lezzeti ve saadet-i dareyni göstermiştir. O, fani ve geçici lezzetlerin arkasındaki elemleri ve firakları tasvir ederken, imanın ve ubudiyetin içinde hem bu dünyada hem de ahirette tükenmez bir manevi lezzet ve saadet olduğunu akla ve kalbe kabul ettirmiştir. Allah Teala’nın Kur’an-ı Kerim’de buyurduğu gibi:

“Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar (putlar), fal okları şeytan işi iğrenç şeylerden ibarettir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz.” (Mâide, 5/90)

Bediüzzaman, bu ayetin asrımıza bakan vechesini tefsir ederek, sadece maddi içkiden değil, insanı Rabbinden gafil bırakan her türlü felsefi ve nefsani “sarhoşluktan” kaçınmanın kurtuluşa nasıl bir vesile olduğunu ders vermiştir.

Netice-i kelam, Bediüzzaman Said Nursi, Cahiliye devrinin putuna karşı Tevhid’i, içkisine karşı imanın saadetini getiren Peygamberî bir metodun asrımızdaki bir varisidir. Fakat o, bu mücadeleyi, düşmanın en güçlü olduğu zannettiği bir kaleden, yani akıl, fen ve felsefe kalesinden yürütmüştür.

Bugün, onun yaktığı o nur, milyonlarca insanın kalbinde fenden ve felsefeden gelen şüphe zindanlarını aydınlatmakta, asrın sahte ilahlarına ve uyuşturucu gafletine karşı en metin bir siper olmaya devam etmektedir. Bu, bir şahsın değil, Kur’an hakikatlerinin bu asrın idrakine sunulmuş bir zaferidir. Ve bu nur, zaman eskidikçe daha da parlayacak bir hakikatin ta kendisidir.

 

Hazırlayan: Mehmet Özçelik –

21-10-2025

www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEkim 21st, 2025