Ene”nin Kur’ânî Aslı ve İlâhî Marifet Yolundaki Vazifesi
- “Ene”nin Kur’ânî Aslı ve İlâhî Marifet Yolundaki Vazifesi
İnsana verilen “ene” (benlik), mahiyeti itibarıyla hem ilâhî marifete açılan bir kapı hem de isyan ve şirke düşüren bir tehlikedir. Onun Kur’ânî aslını, Cenâb-ı Hakk’ın insana bahşettiği hususiyette aramak gerekir.
“Yaratılışını tamamlayıp onu insan olarak düzenlediğim ve içine kendi ruhumdan üflediğim zaman, ona secde ederek yerlere kapanın” (Hicr, 15/29 ve Sâd, 38/72)Bu âyette geçen “ruhumdan üfürdüm” ifadesi, Allah’tan bir parçanın insana geçtiği manasında değildir (zira Allah Teâlâ tecezzîden ve teba”uzdan, yani parçalara ayrılmaktan münezzehtir).
Bu, Cenâb-ı Hakk’ın, kendi sıfatlarını (hayat, ilim, irade, kudret, sem’, basar, kelâm gibi) yansıtma kabiliyetine sahip, şerefli ve hususi bir ruhu insana verdiğini ifade eden bir teşrif (şereflendirme) ve nisbettir.Ene’nin Vazifesi:
İşte bu “ene,” o ilâhî ruhtan gelen sıfatların cüz’î numunelerini kendinde taşıyan bir “ayna” gibidir. Vazifesi, bir vâhid-i kıyasî (ölçü birimi) olmaktır.
• İnsan, kendindeki bu cüz’î (sınırlı) ilim sıfatına bakarak, Cenâb-ı Hakk’ın küllî ve muhît (her şeyi kuşatan) ilmini anlar.
• Kendi cüz’î kudretiyle, Kâinatın Sâni’inin sonsuz kudretini idrâk eder.
• Kendi geçici sahipliğiyle (“evim, arabam” demesiyle), mülkün hakiki ve ebedî sahibi olan Mâlikü’l-Mülk’ü tanır.
• Kendindeki görme ve işitme kabiliyetiyle, Allah’ın Basîr ve Semî’ olduğunu bir derece fehmeder.
Eğer “ene” bu vazifesini yapar, kendisine ait zannettiği bu sıfatların ve kabiliyetlerin Allah’tan gelen birer emanet olduğunu bilirse, o zaman ene, marifetullaha (Allah’ı tanımaya) açılan en parlak kapı olur. Kendini bir “ayna” olarak görür, kendinde tecellî edeni seyreder. Bu, ubûdiyetin (kulluğun) zirvesidir. Fakat “ene,” bu emanete hıyanet edip “ben mâlikim, benim kudretim, benim ilmim” diyerek sahiplenmeye kalkarsa, o zaman enaniyete (egoizme) dönüşür. Firavun’un “Ben sizin en yüce rabbinizim” demesi, enenin bu isyanının en vahim misalidir.2. Kur’ân’daki Esmâ-i Hüsnâ’nın Tecellî Sistematiği
Kâinat, bir bütün olarak Esmâ-i Hüsnâ’nın tecellî ettiği (göründüğü, yansıdığı) büyük bir aynadır. Her bir varlık, her bir hadise, Allah’ın bir veya birkaç isminin cilvesini gösterir. Her ismin, âlemde hususi bir tecellî mahalli (görünme yeri) vardır:
• el-Hâlık (Yaratan): Bu ismin tecellî mahalli, yoktan var edilen bütün mahlûkattır. Bir hücrenin yaratılışından bir galaksinin vücuda gelişine kadar her şey, bu ismin tecellîsidir.
• el-Musavvir (Şekil ve Suret Veren): Bu ismin mahalli, mahlûkatın birbirinden farklı, sanatlı ve hikmetli suretleridir. Hiçbir insanın yüzünün diğerine benzememesi, kar tanelerinin eşsiz desenleri, kuşların kanatlarındaki estetik, bu ismin cilveleridir.
• er-Rezzâk (Rızık Veren): Annenin memesinden akan sütten, ağacın dalında olgunlaşan meyveye, topraktan çıkan mahsule kadar her türlü rızık, bu ismin tecellîgâhıdır.
• el-Hakîm (Her İşi Hikmetli Olan): Bu ismin tecellî mahalli, kâinattaki muazzam nizam ve faydadır. Gezegenlerin yörüngelerindeki hassas denge, ekosistemdeki döngü, vücudumuzdaki organların birbiriyle uyumu, bu ismin isbatıdır.
• el-Cemîl (Güzel Olan): Bu ismin mahalli, varlıklardaki güzelliktir. Bir çiçeğin rengi ve kokusu, bir tavus kuşunun tüyleri, gün batımının manzarası, Cemîl isminin tecellîleridir.
• el-Celîl (Azamet ve Ululuk Sahibi): Bu ismin mahalli, haşmetli ve heybetli varlıklardır. Yüce dağlar, coşkun okyanuslar, gürleyen şimşekler ve sonsuz uzay boşluğu, Celâl sıfatının ve Celîl isminin tecellî ettiği yerlerdir.
Kâinata bu nazarla bakıldığında, her şey manalı bir kitaba dönüşür ve her hadise, Fâil-i Hakikî olan Allah’ı isimleriyle bize tanıtan bir mektup hükmüne geçer.3. Kur’ân’da “Rahmet”in Çok Katmanlı Yapısı
Kur’ân’da “rahmet” kavramı, son derece geniş ve çok katmanlı bir muhtevaya sahiptir. Bu yapıyı anlamanın anahtarı, Rahmân ve Rahîm isimleri arasındaki farkı idrâk etmektir.
• Rahmân: Allah’ın bu ismi, dünyada mü’min-kâfir, insan-hayvan ayırt etmeksizin bütün mahlûkata şâmil olan geniş ve kuşatıcı rahmetini ifade eder. Bu, rahmetin kevnî (kozmolojik) boyutudur.
• Tecellîleri: Güneşin herkes için doğması, havanın herkes tarafından teneffüs edilmesi, yağmurun her yere yağması, rızkın bütün canlılara verilmesi Rahmân isminin bir tecellîsidir. Varlığın kendisi, hayatın verilmesi, bu rahmetin en büyük tezahürüdür.
• Rahîm: Allah’ın bu ismi ise, hususiyetle mü’minlere yönelik olan ve asıl tecellîsi âhirette görülecek olan özel rahmetini ifade eder. Bu, rahmetin şer’î (hukukî ve manevî) boyutudur.
• Tecellîleri: İman ve hidayet nimeti, peygamberler ve kitaplar gönderilmesi, günahların affedilmesi (mağfiret) ve neticesinde Cennet’e nail olmak, Rahîm isminin tecellîleridir. Cenâb-ı Hakk’ın peygamberini tarif ederken buyurduğu şu âyet, bu rahmetin zirvesidir: “Biz seni âlemlere ancak rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 21/107)
Özetle, Rahmân ismiyle bütün kâinatı var edip yaşatan, Rahîm ismiyle de mü’minleri hidayet ve ebedî saâdet ile şereflendirendir. Biri celâlî bir haşmet içinde cemâlî bir rahmet, diğeri ise tamamen cemâlî ve hususî bir lütuftur.
4. Kur’ân’ın Manevî Haritası: Sûreler Arası Hikmetli Bağlantı
Kur’ân-ı Kerîm’in sûre ve âyetlerinin tertibi tevkîfîdir, yani Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla bildirildiği şekildedir; beşerî bir müdahale yoktur. Bu ilâhî tertip içinde, sûreler ve âyetler arasında “Münâsebât İlmi”nin konusu olan pek çok hikmetli bağlantı mevcuttur.
ుدًى لِلْمُتَّق۪ينَۙ) diye başlar. Bu, Fâtiha’daki hidayet talebine, Bakara Sûresi’nin bir cevap ve o hidayet yolunun haritası olarak sunulduğunu gösterir.
• Sûre Başlangıcı ve Sonu Arasındaki Münasebet: Birçok sûrenin son âyetiyle bir sonraki sûrenin ilk âyeti arasında kuvvetli bir mana bağı vardır. En meşhur misal, Fâtiha Sûresi ile Bakara Sûresi arasındaki münasebettir:
• Fâtiha’nın sonunda kul, “Bizi dosdoğru yola ilet” (اِهْدِنَا الصِّرَاطَ الْمُسْتَق۪يمَۙ) diye dua eder.
• Hemen ardından gelen Bakara Sûresi, “İşte o kitap; kendisinde hiç şüphe yoktur. Takvâ sahipleri için bir hidayettir (rehberdir)” (ذٰلِكَ الْكِتَابُ لَا رَيْبَ ف۪يهِۚۛ ه
• Konu Bütünlüğü İçinde Geçiş: Bitişik sûreler genellikle birbirini tamamlayan veya birbiriyle alâkalı konuları işler. Meşhur bir misal, Fil Sûresi ile Kureyş Sûresi’dir:
• Fil Sûresi, Allah’ın Kâbe’yi Ebrehe’nin ordusuna karşı nasıl mûcizevî bir şekilde koruduğunu anlatır. Bu hadise, Kureyş kabilesine bahşedilmiş büyük bir nimettir.
• Kureyş Sûresi ise, bir önceki sûrede zikredilen bu nimeti onlara hatırlatarak, bu nimete şükür olarak “bu Beyt’in (Kâbe’nin) Rabbine kulluk etmeleri” gerektiğini emreder. Bir sûre hadiseyi anlatır, diğeri o hadiseden çıkarılması gereken neticeyi ve şükür vazifesini bildirir.
• Mekke’den Medine’ye Tedricî İnşa: Kur’ân’ın tertibi, aynı zamanda İslâm cemaatinin ve medeniyetinin manevî inşasındaki tedricî (aşamalı) süreci de yansıtır. İlk sûreler (Mekkî sûreler) daha çok iman esasları, tevhid, nübüvvet ve ahiret gibi temel akideleri tesis ederken, sonraki sûreler (Medenî sûreler) bu iman temeli üzerine ibadet, muamelat, hukuk ve devlet nizamı gibi toplumsal hükümleri bina eder. Bu tertip, bir insanın ve bir toplumun manen nasıl inşa edilmesi gerektiğinin de ilâhî bir haritasıdır.Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
20/10/2025