BERCESTE VE İZAHI – 105
BERCESTE VE İZAHI – 105
1. Yunus Emre’nin Hikmeti: “Yunus Emre der hoca gerekse var bin hacca / Hepisinden iyice bir gönüle girmekdir”
Yunus Emre, Türk tasavvuf edebiyatının en büyük şahsiyetlerinden biridir. Onun düşüncesinin merkezinde, Hak Teâlâ’ya ulaşmak için zahiri ibadetlerin ötesinde, kalbî ve derûnî bir temizliğin, yani gönül yapmanın ve gönüllere girmenin ehemmiyeti vardır. İktibas edilen bu beyitte, Yunus, Hacc gibi büyük bir farzı dahi gönül yapma faziletiyle kıyaslamaktadır.
Bu beyitteki “hoca” kelimesi, sadece dinî ilimleri tahsil etmiş bir kişiye değil, aynı zamanda hayatın zahirine takılıp kalmış, hakikatten mahrum kalmış herkese hitap eder. Yunus Emre, Hak Teâlâ’nın Ka’be’sini ziyaret etmek ne kadar önemliyse, O’nun tecellîgâhı olan insan gönlüne hizmet etmenin de o kadar önemli olduğunu anlatır. Gönül, Hak Teâlâ’nın nazargâhıdır. Bir Hadis-i Kudsî’de, “Ben ne göklere sığdım, ne de yere sığdım; ancak mü’min kulumun kalbine sığdım” buyrulması, gönül yapısının ne kadar kıymetli olduğunu isbat eder.
Bu mısralar, bize modern hayatın telaşında unuttuğumuz bir hakikati hatırlatır: Hakiki kulluk, sadece zahiri ibadetlerle sınırlı değildir; asıl mesele, insanların enaniyetlerini bir kenara bırakarak başka gönüllere dokunabilmesi, onlara iyilik ve muhabbet tohumları ekebilmesidir. Zira; Bir mü’minin kalbini kırmak, Ka’be’yi yıkmak gibi büyük günahtır” denilmiştir. Bu açıdan, Yunus’un bu beyitleri, felsefi bir derinlik ve cihan şümul bir hikmet taşır.
2. Mehmet Âkif Ersoy’un Niyazı: “Medyûndur o ma’sûma bütün bir beşeriyyet / Yâ Rab bizi mahşerde bu ikrâr ile haşret”
İstiklal Şairi Mehmet Âkif Ersoy, İslam düşüncesi ve ahlakını eserlerine yansıtan, dertli ve hakikat âşığı bir şahsiyettir. Bu beyitte, “o ma’sûm” diyerek işaret ettiği zat, şüphesiz ki kâinatın en masumu, Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa’dır (sav). Âkif, bütün insanlığın, Peygamber Efendimiz’e karşı bir borcu olduğunu haykırır. Bu borç, sadece O’nun getirdiği İslâm nuru sayesinde karanlıklardan kurtulmuş olmamızdan değil, aynı zamanda O’nun üstün ahlakı, sabrı ve cihan şümul rahmetinden kaynaklanır.
Âkif, bu borcun sadece sözde kalmaması, bilakis mahşer gününde bir kurtuluş vesilesi olması için Hak Teâlâ’ya niyazda bulunur. “Bu ikrâr ile haşret” ifadesi, sadece borçlu olduğumuzu itiraf etmek değil, bu borcun bilincinde olarak hayatımızı O’nun sünnetine göre tanzim etme azmimizi ifade eder. Bu, kuru bir iddiadan ziyade, bir ömür boyu sürecek bir ahde vefa çağrısıdır. Âkif’in bu mısraları, bizlere Efendimiz’in (sav) hayatına, hikmetine ve mücadelesine daha derûnî bir nazarla bakmamız gerektiğini hatırlatır. O’nun hayatı, sadece tarihi bir vakıa değil, her çağ ve her devir için geçerli bir hayat düsturudur.
3. Vasıf’ın Hasreti: “Erbâb-ı lutf u himmet o da bir zamân imiş / Biz görmedik inâyet o da bir zamân imiş”
Divan edebiyatının son dönem şairlerinden Vasıf, bu mısralarıyla yaşadığı dönemin değer ve fazilet erozyonuna bir ağıt yakar. “Lutf u himmet erbâbı”, yani lütufkâr, cömert, yardımsever ve yüksek fazilet sahibi kimseler, onun nazarına göre artık geçmişte kalmıştır. Şair, bu değerlerin bir zamanlar var olduğunu ancak kendisinin bunlara şahit olamadığını, adeta o iyiliklerin ve inayetin yaşandığı bir çağa yetişemediğini söyler.
Bu beyit, her çağda görülebilecek bir hayıflanmanın, geçmişe yönelik bir hasretin dışavurumudur. İnsanlık, bazen kendisini yaşadığı çağın kötülükleri karşısında çaresiz ve yalnız hisseder. Vasıf da bu duyguları en zarif şekilde dile getirir. Bu mısralar, bize tarihin tekerrür ettiğini, her dönemin kendi zıtlıklarını ihtiva ettiğini gösterir. Ancak bu beyit aynı zamanda bir tenkit de ihtiva eder: Toplumsal yozlaşma ve ahlaki çöküş karşısında, “Artık iyilik kalmadı” diyerek vazgeçmek yerine, o geçmişteki “lutf u himmet” erbâbının yolundan gitmek ve o değerleri yeniden diriltmek için gayret etmemiz gerektiği dersini verir.
4. Nâbî’nin Zahiri Yansıtması: “Rüyından olur sinesinin safveti zâhir / Ma’lûm olur ahvâli nehârın seherinden”
Hikmet şairi Nâbî, bu beytiyle insanın derûnî yapısı ile zahiri durumu arasındaki sıkı bağlantıyı tasvir eder. Beyitte, bir kişinin yüzünün, kalbinin saflığını ve temizliğini yansıttığı ifade edilir. Tıpkı seher vaktinin, o günün nasıl geçeceğine dair bir fikir vermesi gibi, bir insanın yüzü de onun derûnî halinin aynasıdır.
Bu beyit, bizlere Kur’ân-ı Kerîm’in ve Sünnet’in üzerinde durduğu “iç ve dış bütünlüğü” düşüncesini hatırlatır. Nitekim Hak Teâlâ, “O gün, nice yüzler parlar, sevinçlidirler” (el-Gâşiye, 88/8-9) buyurur. Gerçek güzellik, sadece dış bir görünüşle sınırlı değildir; asıl güzellik, kalbin nurlanmasıyla ortaya çıkar ve kişinin simasına yansır. Bu beyit, ahlakın ve faziletin sadece sözde kalmaması, kalpten gelmesi ve davranışlara sirayet etmesi gerektiğini anlatır. Nâbî, bir bakıma, riyakârlığı tenkit eder ve samimiyetin önemini vurgular. Kalbi temiz olanın yüzü ve hali de temiz olur. Bu, ahlaki bir kaide ve ibretli bir bakıştır.
Makale Özeti
Bu makale, farklı divan şairinin mısra ve beyitleri üzerinden, hayatın ve düşüncenin çeşitli açılarından ibretli ve düşündürücü tasvirler sunmaktadır. Yunus Emre’nin beyti, Hak Teâlâ’ya ulaşmada gönül yapısının ve insanlara hizmetin ehemmiyetini; Mehmet Âkif Ersoy’un niyazı, bütün insanlığın Peygamber Efendimiz’e (sav) olan borcunu ve bu borcun bilincinde olmanın kıymetini anlatır. Vasıf’ın mısraları, toplumsal değerlerdeki erozyona bir tenkit ve geçmişe bir hasret barındırırken, Nâbî’nin beyiti, kişinin derûnî ve zahiri hallerinin birbiriyle olan bağlantısını tasvir eder. Her bir beyit, kendi özelinde bir hikmet ve ders ihtiva ederek, bizi hayat ve insanlık üzerine yeniden düşünmeye davet eder. Bu metinler, bize sadece edebî bir zevk vermekle kalmaz, aynı zamanda iç bir yolculuğa çıkarır ve hayatı daha derin bir nazarla görmemizi sağlar.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
20/10/2025