YARATILIŞTAKİ TEDRİCİLİK
YARATILIŞTAKİ TEDRİCİLİK
Bismillahirrahmânirrahîm.
Kur’ân-ı Kerîm, yaratılışı (halk) tek bir anlık fiil olarak değil, hikmet ve sanat dolu, katmanlı ve mertebeli bir süreç (Merâtibü’l-Halk) olarak tasvir eder. Bu tasvir, hem insanın anne karnındaki mikrokosmos yolculuğunda hem de kâinatın makrokosmos sahnesindeki varlık serüveninde kendini gösterir. Yaratılıştaki bu tedricîlik (aşamalı olma), Allah’ın sadece Kâdir (güç yetiren) değil, aynı zamanda Hakîm (her işi hikmetli), Musavvir (en güzel sureti veren) ve Sâni’ (sanatla yapan) olduğunun en parlak delillerindendir.
Mü’minûn Sûresi: Ontolojik Yaratılış Aşamaları
Cenâb-ı Hak, insanın yaratılış mertebelerini en açık şekilde Mü’minûn Sûresi’nde beyan buyurur:
وَلَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ مِنْ سُلَالَةٍ مِنْ ط۪ينٍۚ ثُمَّ جَعَلْنَاهُ نُطْفَةً ف۪ي قَرَارٍ مَك۪ينٍۖ ثُمَّ خَلَقْنَا النُّطْفَةَ عَلَقَةً فَخَلَقْنَا الْعَلَقَةَ مُضْغَةً فَخَلَقْنَا الْمُضْغَةَ عِظَامًا فَكَسَوْنَا الْعِظَامَ لَحْمًاۘ ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَۜ فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِق۪ينَۜ
“Andolsun biz insanı, çamurdan süzülüp çıkarılmış bir özden yarattık. Sonra onu, oturaklı bir yere (rahme) bir nutfe (sperm) olarak yerleştirdik. Sonra o nutfeyi bir alaka (rahim duvarına tutunan embriyo) yaptık. Peşinden, o alakayı, bir parçacık et (mudga) haline soktuk; bu bir parçacık eti kemiklere (izâm) çevirdik; bu kemiklere de et (lahm) giydirdik. Sonra onu, bambaşka bir yaratılışla (halkan âhar) varettik. Yaratanların en güzeli olan Allah’ın şânı ne yücedir!” (Mü’minûn 23/12-14)
Bu âyetler, modern embriyolojinin asırlar sonra keşfedeceği biyolojik hakikatleri haber vermesinin ötesinde, daha derûnî bir ontolojik (varlıksal) yükselişi tasvir eder:
• Maddenin Mertebeleri: Yaratılış, en basit ve potansiyel halden (nutfeden) başlayarak, giderek daha karmaşık ve organize yapılara (alaka, mudga, izâm, lahm) doğru ilerler. Bu, varlığın sadece biyolojik değil, aynı zamanda “kıymet” ve “sanat” açısından da mertebe kat ettiğini gösterir. Bir damla su, şekilsiz bir et parçasına, o da kemiklerden müteşekkil bir iskelete ve en sonunda tam bir bedene dönüşür. Her aşama, bir önceki aşamadan daha mükemmel ve daha sanatlıdır.
• Varlığın Sıçraması (Halkan Âhar): Âyetlerin zirve noktası, “Sonra onu, bambaşka bir yaratılışla varettik” (ثُمَّ اَنْشَأْنَاهُ خَلْقًا اٰخَرَ) ifadesidir. Bu, önceki maddi ve biyolojik mertebelerden tamamen farklı, nitelikli bir sıçramadır. Müfessirlerin ekseriyeti, bu “bambaşka yaratılış”ın insana Ruh’un üflenmesi olduğunu belirtmişlerdir. Bu noktada varlık, sadece et ve kemikten ibaret bir canlı olmaktan çıkar; akıl, şuur, irade, vicdan ve iman kabiliyetine sahip bir “insan” haline gelir. Bu, maddeden manaya, biyolojiden metafiziğe geçişin ta kendisidir. Demek ki yaratılış, düz bir çizgi değil, her mertebede Allah’ın farklı bir isminin tecellîsiyle yükselen ve sonunda manevi bir kimlik kazanan ontolojik bir merdivendir.
”Altı Günde Yaratma”nın Manevî Devirleri (Mertebeleri)
Kur’ân-ı Kerîm, pek çok âyette göklerin ve yerin “altı günde” (fî sitteti eyyâm) yaratıldığını beyan eder. Buradaki “yevm” (gün) kelimesini, bizim 24 saatlik dünya günümüz olarak anlamak, zaman mefhumunun izafiliğini ve Allah’ın zamandan münezzeh olduğunu göz ardı etmek olur.
Bu “altı gün”, altı uzun devir, altı mertebe veya altı kozmolojik evre olarak anlaşılmalıdır. Allah’ın kudreti her şeye bir anda “Ol!” demeye yettiği halde, kâinatı bu altı devirde, yani mertebelerle yaratmasının pek çok hikmeti vardır:
• Esmâ’nın Tecellîsi: Ani ve def’î bir yaratılış, sadece Allah’ın mutlak Kudret’ini gösterirdi. Fakat mertebelerle yaratılış; Kudret ile birlikte Hikmet’i, İlim’i, İrade’yi, Nizam’ı, Sanat’ı (el-Hakîm, el-Alîm, el-Musavvir, en-Nazzâm isimlerini) de gösterir. Her bir devir, Allah’ın farklı isimlerinin nakışlarını sergileyen bir sayfa gibidir.
• Kanunların Vazedilmesi: Kâinatın tedricî olarak yaratılması, Allah’ın kâinata yerleştirdiği ve bizim “tabiat kanunları” dediğimiz İlâhî âdetlerin (Sünnetullah) yerleşmesine ve görünür olmasına imkân tanımıştır.
• Tefekkür ve İbrete Davet: Bu mertebeli yaratılış, şuur sahibi varlıkları (insan ve cinleri) kâinat kitabını okumaya, bu nizam ve hikmet üzerine tefekkür etmeye ve Yaratıcı’nın azametini idrak etmeye davet eder.
Bu altı devrin mahiyeti hakkında kesin bir şey söylemek mümkün olmasa da, kâinatın büyük patlamadan galaksilerin oluşumuna, yeryüzünün hayata elverişli hale getirilmesinden bitkiler, hayvanlar ve nihayet insanın yaratılmasına kadar geçen büyük kozmolojik ve biyolojik evreleri temsil ettiği düşünülebilir.
Risale-i Nur’un “Mertebelerle Halk” Anlayışıyla Kur’ânî Paralellikler
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, Risale-i Nur Külliyatı’nda yaratılıştaki bu mertebeli ve tedricî olma hakikatini “Kanun-u Tedric” olarak isimlendirir ve Kur’ânî temellerini izah eder. Ona göre, Cenâb-ı Hakk’ın her şeyi bir anda yaratmaya muktedir iken, hikmetiyle aşamalı bir yaratılışı tercih etmesi, O’nun sanatının ve isimlerinin mükemmelliğini göstermek içindir.
Bu anlayış, yukarıda zikredilen Kur’ânî hakikatlerle tam bir paralellik arz eder. Risale-i Nur’daki izahlar, bu âyetlerin bir nevi tefsiri mahiyetindedir. Mesela, bu hikmet şöyle iktibas edilebilir:
”Evet, izzet ve azamet ister ki, esbâb perdedâr-ı dest-i kudret ola aklın nazarında. Tevhid ve celâl ister ki, esbâb ellerini çeksinler tesir-i hakikîden. Bu hikmetin sırrıdır ki, Hâlık-ı Kâinat, icadda, biri ibdâ’, diğeri inşâ olmak üzere iki tarzı ihtiyar etmiştir. (…) Fakat inşâ ve terkipte, zîhayat ve zîşuuru, bir kanun-u tekâmül ile, yani tedricî bir surette mertebelerden geçirerek icad ediyor. Çünkü hikmet-i Rabbâniye, o zîhayatın vücudunda, pek çok Esmâsının cilvelerini nakşetmek ve pek çok hâcetlerini ona takmak ve pek çok âlât ve cihâzât ile onu teçhiz etmekle, camid ve basît bir maddeye nisbeten çok san’atlı ve kıymettar ve kemalli bir vücut veriyor. O vücudu, bir anda ibdâ’ gibi halk etmek, o hikmet-i ekmeli ve san’at-ı etemmi kısmen gizler.” (RNK, Lem’alar, On Yedinci Lem’a’nın On Üçüncü Notası)
Bu iktibastan da anlaşıldığı üzere:
• Paralellik 1: Risale-i Nur, Kur’ân gibi, yaratılışın tedricî olmasının sebebini, Allah’ın pek çok isminin (Esmâ’sının) cilvelerini gösterme hikmetine bağlar.
• Paralellik 2: Mü’minûn Sûresi’ndeki insanın mertebelerden geçirilerek “halkan âhar” yani “bambaşka bir yaratılışa” mazhar olması, Risale-i Nur’daki “camid ve basît bir maddeye nisbeten çok san’atlı ve kıymettar ve kemalli bir vücut verme” ifadesiyle örtüşür. İnsanın yaratılışı, en mükemmel sanatın sergilendiği bir zirvedir.
• Paralellik 3: “Altı günde yaratma”nın ardındaki hikmet, yani kâinat kitabının okunabilir ve anlaşılabilir kılınması, Risale-i Nur’un ana gayelerinden olan “kâinatı Esmâ-i Hüsnâ’nın bir tecellîgâhı olarak okuma” metoduyla tam bir uyum içindedir.
Netice olarak, Kur’ân-ı Kerîm ve onun manevi bir tefsiri olan Risale-i Nur, yaratılışın; hikmetsiz, tesadüfî ve tekdüze bir fiil olmadığını, bilakis her aşaması hesaplı, her mertebesi sanatlı ve her katmanı manalı olan İlâhî bir inşa faaliyeti olduğunu ders verirler.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
18/10/2025