DENGE UNSURU
DENGE UNSURU
Bismillahirrahmânirrahîm.
Kur’ân-ı Kerîm, kâinatı tesadüflerin oyuncağı olan kör bir mekanizma olarak değil, her zerresinde ince bir sanat, şaşmaz bir ölçü ve derin bir hikmet bulunan İlâhî bir sanat eseri olarak tasvir eder. Bu eserin temel prensibi “mizan”dır; yani her şeyin yerli yerine konulduğu, hassas bir denge ve nizamdır. Kozmik, ekolojik ve ahlâkî (moral) denge, bu tevhidî bakış açısının birbirinden ayrılmaz cüzleridir.
Kâf Sûresi 7. Âyet: Yerkürenin İstikrarı ve Dağların Faaliyeti
Cenâb-ı Hak, yeryüzünü insan hayatına elverişli bir beşik haline getirmesindeki sanatını ve hikmetini şöyle beyan eder:
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ
“Yeryüzünü de yaydık, üzerine sabit dağlar yerleştirdik ve orada her türden güzel bitkiler yetiştirdik.” (Kâf 50/7)
Bu âyet-i kerîme, lafzının ötesinde, günümüz ilimlerinin yeni keşfettiği derin hakikatlere işaret etmektedir:
• Yeryüzünün Yayılması (وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا): Bu ifade, yeryüzünün hayat için elverişli bir “döşek” haline getirilmesini anlatır. Jeolojik açıdan bu, arz kabuğunun soğuyarak sabit bir zemin oluşturması, atmosferin hayatı koruyacak bir yapıya kavuşması ve toprakların ziraate uygun hale gelmesi gibi pek çok mertebeyi ihtiva eder. Bu “yayılma”, hayatın başlaması ve devam etmesi için zarurî olan ekolojik şartların hazırlanmasıdır.
• Sabit Dağlar (رَوَاسِيَ): Kur’ân’da dağlar için sıkça kullanılan “revâsî” kelimesi, “sabit kılanlar, ağır baskılar, gemi demirleri” gibi manalara gelir. Bu, dağların sadece birer yeryüzü şekli olmadığını, yerkürenin istikrarında hayatî vazifeler gördüğünü gösterir.
• Jeolojik Denge (İzostasi): Modern jeoloji, dağların yeryüzüne doğru yükselen kısımları olduğu gibi, yerin derinliklerine (manto tabakasına) doğru inen ve “kök” adı verilen çok daha büyük kısımları olduğunu keşfetmiştir. Tıpkı bir kazık veya çivi gibi, bu kökler sayesinde dağlar, yerkabuğunu oluşturan tektonik levhaların birbirine karşı daha dengeli durmasını sağlar, şiddetli sarsıntıları ve yalpalamaları önleyerek arzın istikrarına hizmet ederler. Âyetteki “revâsî” tabiri, dağların bu “kazık” ve “dengeleyici” vazifesine harika bir şekilde işaret eder.
• Ekolojik Denge: Dağlar, aynı zamanda ekosistemin “su kuleleri”dir. Yükseklikleri sayesinde bulutları yoğunlaştırarak yağış alırlar, kar ve buzulları depolayarak nehirlerin ve su kaynaklarının yıl boyu beslenmesini temin ederler. Farklı iklim kuşakları oluşturarak bitki ve hayvan çeşitliliğine (biyoçeşitlilik) zemin hazırlarlar. Âyetin devamındaki “…orada her türden güzel bitkiler yetiştirdik” ifadesi, dağların sağladığı bu jeolojik ve iklimsel istikrarın, yeryüzündeki hayatın neşvüneması için nasıl bir zemin teşkil ettiğini gösterir.
”Mizan” Kavramının Ekolojik ve Ahlâkî Düzenle İrtibatı
Kur’ân’ın en temel mefhumlarından biri olan “mizan”, sadece adalet terazisi değil, bütün kâinata konulmuş olan İlâhî denge ve ölçüdür.
”Göğü O yükseltti, dengeyi (mîzanı) O koydu. Sakın dengeyi bozmayın.” (Rahmân 55/7-8)
Bu âyetler, mizan kavramının iki boyutunu birleştirir:
• Ekolojik Mizan: Kâinattaki her şey, hassas bir ölçü ve denge (kader ve mizan) ile yaratılmıştır. Atmosferdeki gazların oranı, suyun döngüsü, besin zincirleri, gezegenlerin yörüngeleri… Bütün bunlar, en küçük bir sapmayı kabul etmeyen ilâhî bir mizanın eseridir. Canlıların hayatta kalması, bu ekolojik dengenin korunmasına bağlıdır. Bu denge, Allah’ın el-Adl, el-Hakîm, el-Mukaddir isimlerinin bir tecellîsidir.
• Ahlâkî (Moral) Mizan: Allah, kâinata koyduğu bu fizikî dengeye paralel olarak, insan toplumunun ve ferdin hayatı için de bir ahlâkî denge vazetmiştir. Bu, adalettir, itidaldir, hakkaniyettir, israftan (israf) kaçınmaktır. İnsanın kendisine, topluma ve Rabbine karşı vazifelerini yerine getirmesi, bu ahlâkî mizanı korumasıdır.
İrtibat Noktası: Kur’ân’a göre bu iki mizan birbirinden ayrı değildir. İnsanın ahlâkî mizandan sapması, yeryüzündeki ekolojik mizanı da bozar. Hırs, açgözlülük, israf ve adaletsizlik gibi ahlâkî sapmalar; tabii kaynakların ölçüsüzce tüketilmesine, çevrenin kirletilmesine ve ekolojik dengenin altüst olmasına sebep olur. İnsan, yeryüzünün halifesi (halife) olarak bu emaneti, yani mizanı korumakla mükelleftir.
Günümüz Çevre Krizleri ve “Fesad” Kavramı
Kur’ân, mizanı bozma eylemini “fesad” kelimesiyle ifade eder. Fesad, bir şeyin itidalden çıkıp bozulması, çürümesi ve nizamının altüst olmasıdır. Cenâb-ı Hak, günümüz çevre krizlerinin temel sebebini ve teşhisini asırlar öncesinden koymuştur:
ظَهَرَ الْفَسَادُ فِي الْبَرِّ وَالْبَحْرِ بِمَا كَسَبَتْ اَيْدِي النَّاسِ لِيُذ۪يقَهُمْ بَعْضَ الَّذ۪ي عَمِلُوا لَعَلَّهُمْ يَرْجِعُونَ
“İnsanların kendi elleriyle yapıp ettikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu (fesad ortaya çıktı); bu, belki geri dönerler diye, yaptıklarının bir kısmını Allah’ın onlara tattırması içindir.” (Rûm 30/41)
Bu âyet, çevre krizlerinin modern bir tahlilini sunar:
• Sebep: Fesadın kaynağı ilâhî bir takdir değil, doğrudan doğruya “insanların kendi elleriyle yapıp ettikleri”dir (bima kesebet eydinnâs). Sanayi atıklarıyla nehirleri ve denizleri zehirlemek, fosil yakıtlarla atmosferin mizanını bozmak (iklim değişikliği), ormanları yok etmek, toprağı verimsizleştirmek; bütün bunlar modern insanın eliyle işlediği “fesad”ın en açık misalleridir.
• Mahiyet: Bu fesad, sadece bir çevre kirliliği değil, İlâhî mizanı ve nizamı bozmaya yönelik bir isyandır. Kâinatın fıtratına aykırı hareket etmektir.
• Netice ve Hikmet: Ortaya çıkan ekolojik krizler (kuraklık, seller, yeni hastalıklar, gıda kıtlığı) bir intikam değil, bir uyarı ve ikazdır. Allah, insanın kendi eliyle işlediği fesadın neticelerinin “bir kısmını” (ba’dallezî amilû) ona tattırır. Buradaki hikmet, insanın bu acı tecrübeden ders alması, hatasını anlaması ve fıtratın ve dinin emrettiği doğru yola, yani mizana “geri dönmesi”dir (leallehum yerciûn).
Hülâsa, Kur’ân’ın bakış açısıyla günümüz çevre krizleri, temelde ahlâkî ve manevî bir krizdir. İnsanın kendisini kâinatın efendisi değil, emanetçisi (emin) ve halifesi olduğunu unutup, hırs ve israfla İlâhî mizanı bozmasının kaçınılmaz bir neticesidir. Çözüm ise, teknolojiyi reddetmek değil, teknolojiyi ve hayat tarzını Kur’ân’ın ortaya koyduğu “mizan” ve “adalet” prensiplerine, yani yaratılışın hikmetine uygun hale getirmektir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
19/10/2025