BERCESTE VE İZAHI – 89 –
BERCESTE VE İZAHI – 89 –
1. “Neş’e tahsîl etdiğin sâgar da senden gamlıdır…”
İktibas: “Neş’e tahsîl etdiğin sâgar da senden gamlıdır / Bir dokun bin âh dinle kâse-i fağfûrdan” (Âlî Bey)
İzah ve Açıklama: Âlî Bey bu beytinde, Farsça ve Osmanlıca kelimelerin ahengiyle, insanoğlunun keder ve neşe arasındaki ince çizgisini çok derin bir şekilde ele almaktadır. “Neş’e tahsîl etdiğin sâgar”, yani neşe ve keyif almak için eline aldığın kase, aslında senin neşesizliğinden ve dertlerinden dolayı “gamlı”dır. Bu mecaz, insanın dışarıdan ne kadar mutlu görünse de içindeki hüzün ve kederin, o mutluluk vasıtasıyla bile sızdığını anlatır. İkinci mısrada ise “Bir dokun bin âh dinle kâse-i fağfûrdan” diyerek, neşe verici olarak bilinen bir çömlek veya kaseye hafifçe dokunduğunda bile, onun içerisine hapsolmuş binlerce “âh” yani feryat ve inilti işiteceğini söyler. Bu, insanoğlunun dertlerinin, o dertleri saklamaya çalıştığı nesnelerden bile taştığını, dertlerin ne kadar derin ve hakiki olduğunu vurgulamaktadır. Bu, aynı zamanda keder ve neşenin iç içe geçtiği, insanın gerçek muhtevasının dış görünüşünden daha karmaşık olduğu bir hakikate işaret eder.
Makale:
Duyguların Ayna Düşümü: Kase ve Hüzün
Hayat, neşenin ve gamın iç içe geçtiği, bazen birbirine karıştığı bir resim gibidir. Dışarıdan bakıldığında parıltılı, neşeli ve huzurlu görünen pek çok sahne, aslında içinde derin bir hüzün ve dert barındırır. İşte kadim şairlerimiz, bu hakikati anlatmak için sanatkârane bir dil kullanmışlardır. Âlî Bey’in beyitinde olduğu gibi, neşe almak için eline alınan bir kase bile, insanın içindeki gamı, kederi ve âhları yansıtan bir ayna hâline gelir.
Modern hayatın getirdiği koşturmaca ve sosyal medyaların yaptığı sahte mutluluk tabloları, bu eski hakikatin günümüzdeki tecellisidir. Herkesin neşeli, başarılı ve mutlu görünmeye çalıştığı bir dünyada, içteki gam ve hüzünler, o “kâse-i fağfûr”un içine hapsolmuş binlerce âh gibi birikmektedir. Bir insan, en neşeli hâlinde bile, geçmişin izlerini, geleceğin endişelerini ve iç çatışmalarını üzerinde taşır. Bu, fıtratımızda mevcud bir hâldir. Zira dünya, dertlerle ve imtihanlarla dolu bir yerdir. Neşenin mutlak ve kesintisiz olmadığı, her an bir kederin veya hüznün kapımızı çalabileceği gerçeği, bize bu hayatın nihai olmadığını hatırlatır.
Şairin dokunup âh dinlediği o kase, insanın kendisidir. Kendi içimize dokunduğumuzda, derinlerde birikmiş, bastırılmış ve saklanmış dertlerimizin, yorgunluklarımızın sesini işitiriz. Bu, bir melankoli veya karamsarlık daveti değil, bilakis bir tefekkür davetidir. Kendimizle yüzleşmek, dertlerimizi tanımak ve onları sahiplenmek, neşeyi hakiki kılmanın ilk adımıdır. Zira sadece hüznü bilen kalpler, neşenin hakiki kıymetini takdir edebilir. Kase, neşeyi değil, neşenin ardındaki hakikati fısıldar: İnsan, keder ve neşenin kesişim noktasında duran, sürekli bir arayış ve olgunlaşma içinde olan bir varlıktır. Bu makale, bizi sadece neşeye değil, aynı zamanda o neşenin kaynağındaki derin hakikatlere ve iç yolculuklara çağırmaktadır.
2. “Ey murâdım aksine devr eyleyen kec-rev felek…”
İktibas: “Ey murâdım aksine devr eyleyen kec-rev felek / Şimdi gönlüm nâ-murâd olmak diler n’etsen gerek” (Nev’î)
İzah ve Açıklama: Nev’î, bu beyitle feleğin yani kaderin veya dünyanın, insanın isteklerine zıt bir şekilde hareket ettiğini dile getirmektedir. “Murâdım aksine devr eyleyen” ifadesi, “isteklerimin tersine dönen”, “kec-rev” ise “eğri gidişli” anlamındadır. Şair, kaderin kendisine karşı bir duruş sergilediğini, isteklerini daima engellediğini vurgular. Ancak ikinci mısrada bu duruma karşı çok ilginç ve ârifâne bir cevap verir: “Şimdi gönlüm nâ-murâd olmak diler n’etsen gerek”. “Nâ-murâd olmak” muradına ermemek, umutsuz ve isteksiz olmak demektir. Şair, madem ki dünya ve kader bana muradıma erme fırsatı vermiyor, öyleyse ben de murat etmekten, istemekten vazgeçerim, der. Bu durum, bir tür teslimiyet hâli olmakla birlikte, aynı zamanda dünyanın gidişatına karşı geliştirilen bir tepkisel felsefedir. İstemenin getirdiği hayal kırıklığından kurtulmak için, istememek yolunu seçmek. Bu, derin bir tecrübenin ve olgunluğun ifadesidir.
Makale:
Kaderin İmtihanı ve İradenin Sınırı
Hayatın en büyük sırlarından biri, insanın istekleri ile karşılaştığı hakikatler arasındaki çelişkidir. İnsan, bir şeyi tüm kalbiyle arzu ederken, bazen kaderin veya feleğin, onun muradını engellediğini hisseder. Bu durum, tarihin her döneminde şairlerin, düşünürlerin ve âriflerin tefekkürüne konu olmuştur. Nev’î’nin beyitleri, bu kadim probleme derinlikli bir bakış açısı sunmaktadır. “Ey murâdım aksine devr eyleyen kec-rev felek” sözü, insanın kendisini kontrol edemediği, gücünün yetmediği dış etkenler karşısındaki çaresizliğini tasvir eder. İnsan, ne kadar çaba sarf etse de, bazı durumların kendi iradesi dışında geliştiğini görür. Bu, en büyük bir imtihandır.
Ancak makbul olan, bu çaresizlik karşısında yeise düşmek değil, bilakis yeni bir idrak ve duruş kazanmaktır. Nev’î’nin ikinci mısradaki “Şimdi gönlüm nâ-murâd olmak diler n’etsen gerek” cevabı, bu idrakin bir tezahürüdür. İsteklerin getirdiği ıstırabın farkına varan gönül, isteklerden sıyrılarak huzura erme yolunu bulur. Bu, pasif bir kabullenme değil, aksine bir bilgelik ve olgunluk işaretidir. İnsan, muradına ermek için çabalasa da, nihayetinde her şeyin mukadderatın bir cilvesi olduğunu idrak ettiğinde, kalbi daha geniş ve mütevekkil bir hâle gelir. Bu, İslam felsefesindeki “rızâ” makamına da işaret eder. Allah’ın takdirine razı olmak, kalbi isteklerin ve hırsların esaretinden kurtarmak, gerçek huzuru getirecektir. İnsan, feleğin eğri gidişatına karşı durmak yerine, kendi gönlünün eğilimlerini yönlendirerek huzur bulur. Zira asıl gaye, dışarıdaki feleği düzeltmek değil, içerideki gönlü terbiye etmektir.
3. “Gubâr-ı pâyine almam cihânı yâ Resûlallâh…”
İktibas: “Gubâr-ı pâyine almam cihânı yâ Resûlallâh / Değişmem mûyuna heft-âsumânı yâ Resûlallâh / Duyunca makdem-i teşrîfin Âdem sulb-i pâkinden / Değişdi habbeye bâğ-ı cinânı yâ Resûlallâh” (Kânî)
İzah ve Açıklama: Kânî’nin bu naatı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e duyulan derin muhabbeti ve onun yüce makamını anlatmaktadır. Şair, ilk mısrada Peygamber (s.a.v.)’in ayağının tozuna bile bütün dünyayı değişmeyeceğini söyler. “Gubâr-ı pâyine almam cihânı” ifadesi, bu dünyanın bütün zenginliklerinin ve güzelliklerinin O’nun kutlu ayaklarının tozunun yanında hiçbir değer taşımadığını anlatır. İkinci mısrada ise bu muhabbetin seviyesi daha da yükselerek “mûyuna heft-âsumânı”, yani bir tel saçına yedi kat göğü değişmeyeceğini ifade eder. Bu, O’nun maddiyat üstü, manevi kıymetini vurgular. Üçüncü ve dördüncü mısralar ise çok derin bir manayı ihtiva eder. Şair, Hz. Âdem’in tertemiz sülbünden O’nun teşrif edeceğini duyunca, Cennet’in bile O’nun şerefine daha da güzelleştiğini, “cennet bahçelerinin hububata (tohumlara) dönüştüğünü” ve bu şekilde daha bereketli ve daha muazzam bir hâle geldiğini söyler. Bu beyitler, Hz. Muhammed (s.a.v.)’in sadece yeryüzü için değil, aynı zamanda bütün âlemler ve hatta Cennet için bile bir bereket ve şeref kaynağı olduğunu vurgular.
Makale:
Aşkın Makamı: Habib-i Ekrem’e Gönül Bağlamak
İnsanlık tarihi boyunca, kalplerde derin izler bırakan, hayatın muhtevasını değiştiren ve ruhlara şifa olan birçok hakikat olmuştur. Bunların en büyüğü ve en şereflisi, hiç şüphesiz ki Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v.)’e duyulan aşktır. Kânî’nin bu naatı, bu aşkın ne denli yüce ve ne denli derin olduğunu bizlere göstermektedir. Şairin, “dünyayı O’nun ayağının tozuna değişmem” demesi, bu dünyanın fâni ve gelip geçici değerlerinin, Allah’ın Habibi’nin manevi kıymeti yanında bir hiç olduğunu idrak etmesinden kaynaklanmaktadır. Bu, sadece bir kuru söz değil, kalbin ve ruhun en derinlerindeki bir muhabbetin, bir bağlılığın ve bir teslimiyetin ifadesidir.
Hayatın karmaşasında, insan bazen dünyevi hedeflere ve kazanımlara odaklanır. Mal, mülk, şöhret, mevki… Bütün bunlar insanı oyalar, peşinden sürükler. Ancak bu tür bir makale, bizlere asıl kıymetli olanın ne olduğunu hatırlatır. Kânî’nin ifadeleri, müminin nazarında asıl zenginliğin dünyalıklar değil, Peygamber (s.a.v.)’e duyulan muhabbet olduğunu anlatır. Bu muhabbet, sadece dünyayı değil, yedi kat göğü bile önemsiz kılar. Çünkü asıl gaye, O’nun rızasına ve şefaatine nâil olmaktır. Makalemiz, bize manevi bir şuur kazandırır: O’nun adı anıldığında Cennet’in dahi güzelleştiği, O’nunla bütün kâinatın şeref bulduğu bir hakikat karşısında, kendi küçük hedeflerimizi ve isteklerimizi sorgulamalıyız. Asıl hayat, O’na ittiba ile geçendir.
4. “Cânıma bir merhabâ sundu ezelde çeşm-i yâr…”
İktibas: “Cânıma bir merhabâ sundu ezelde çeşm-i yâr / Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim” (Ahmed Paşa)
İzah ve Açıklama: Ahmed Paşa’nın bu beyti, tasavvufi bir aşkı ve bu aşkın insanda yaptığı etkiyi çok lirik bir dille anlatır. Şair, “ezel”de yani ruhlar yaratıldığı zaman, “yâr”ın, yani Rabb’inin veya Sevgili’nin (Allah veya Peygamber) gözünün canına bir “merhabâ” ettiğini söyler. Bu “merhabâ”, sadece bir söz değil, bir tecelli, bir nazar, bir manevi tanışıklıktır. İkinci mısrada ise bu tecellinin insanda yaptığı etkiyi dile getirir: “Şöyle mest oldum ki gayrın merhabâsın bilmedim”. Bu, o kadar derin bir manevi sarhoşluk ve kendinden geçme hâlidir ki, artık başka hiçbir kimsenin selamını veya varlığını idrak edemez hâle gelmiştir. Bu beyit, hakiki aşkın ve manevi tecellinin, insanı bütün dünyevi bağlardan, kaygılardan ve diğer varlıkların mevcudiyetinden soyutladığını, sadece tek bir odak noktasına, yani Sevgili’ye yönelttiğini anlatır. Bu, fena fillâh (Allah’ta yok olma) hâlinin edebi bir ifadesidir.
Makale:
Ezelin Sırrı ve Aşkın manevi Sarhoşluğu
İnsan hayatı, fani olan ile baki olan arasında sürekli bir gel gittedir. Dış dünyamızın telaşı, geçici ilişkiler ve gündelik meşguliyetler, iç dünyamızın derinliklerini, ezelden gelen sırları ve hakikatleri unutmamıza sebep olabilir. Ahmed Paşa’nın bu beyti, bizi bu unutulmuş hakikatlere doğru bir yolculuğa davet etmektedir. “Ezel” kelimesi, ruhların yaratıldığı ve Allah ile bir ahitleşmenin yaşandığı o mukaddes anı hatırlatır. O an, her bir ruhun kendi Rabbi ile birebir bir merhabalaşma yaşadığı bir andır. Bu “merhabâ”, ruhun fıtratına nakşedilmiş bir tevhîd mührüdür.
Bu beyit, fani olanın değil, baki olanın peşinden gitmenin kıymetini anlatır. Aşkın manevi sarhoşluğu, insanın kalbini başka her türlü ilgiden temizleyen, bütün dikkatini tek bir noktaya, Allah’a çeviren bir hâldir. Günümüz dünyasında, insan zihni ve kalbi pek çok farklı ses, görüntü ve hedeflerle doludur. Herkesin bir “merhabâ”sı, bir amacı vardır. Ancak bu kargaşa içinde, ezelden gelen o ilk ve en hakiki “merhabâ”yı hatırlayabilen, fani olanın değil, baki olanın peşinden gidebilen kişi, asıl huzuru bulacaktır. Bu makale, bize sadece bir şiir metninin ötesinde, kendi özümüzdeki o ilk ahdi hatırlamayı ve hayatı bu ahdin nurunda şekillendirmeyi telkin etmektedir.
5. “Ne denli cehd edersen bir murâda…”
İktibas: “Ne denli cehd edersen bir murâda / Nasîb olmaz mukadderden ziyâde” (Lâedrî)
İzah ve Açıklama: Lâedrî (ismi bilinmeyen) bir şaire ait olan bu beyit, tasavvufî ve tevhîdî bir felsefenin veciz bir ifadesidir. “Cehd etmek”, çok çaba sarf etmek, gayret göstermek demektir. Şair, bir murada, yani bir hedefe veya isteğe ulaşmak için ne kadar çaba gösterilirse gösterilsin, “mukadderden ziyâde”, yani mukadder olandan, alın yazısından daha fazlasına ulaşılamayacağını belirtir. Bu, tevekkülün ve kader inancının bir özetidir. İnsan, üzerine düşeni yapmalı, gayret göstermeli ancak sonucun Allah’ın takdirinde olduğunu bilerek huzur bulmalıdır. Bu beyit, aşırı hırsın ve neticeye odaklı bir hayatın getirdiği hayal kırıklığını önlemek için bir uyarı niteliğindedir. İnsan, kendi gücünün ve iradesinin sınırlarını bilmeli, nihai olarak her şeyin bir takdire bağlı olduğunu idrak etmelidir.
Makale:
Gayret ve Tevekkül Dengesi: İnsan Hayatının İki Esası
İnsan hayatı, bazen bitmek bilmeyen bir koşuşturma ve çaba hâlidir. Başarılı olmak, bir hedefe ulaşmak, bir muradına ermek için gece gündüz gayret gösterir. Bu, fıtratının bir gereğidir. Ancak Lâedrî’nin bu hikmetli sözü, bize bu gayretin sınırlarını ve asıl hakikati hatırlatır. “Ne denli cehd edersen bir murâda / Nasîb olmaz mukadderden ziyâde.” Bu söz, insanı tembelliğe çağırmaz; bilakis, onun gayretini daha şuurlu ve anlamlı hâle getirmeyi hedefler. Zira hakiki bir mümin, hem çalışır hem de tevekkül eder. O, elinden gelenin en iyisini yapar, ancak neticeyi sadece ve sadece Allah’a bırakır.
Günümüz dünyasında, “başarı” kültürü çoğu zaman sadece çaba ve irade üzerine kuruludur. İnsanlara “her şeyi başarabilirsin” mesajı verilirken, bu durumun getirdiği potansiyel hayal kırıklıkları ve ruhi çöküntüler göz ardı edilir. Oysa ki hayat, sadece bizim irademizden ibaret değildir. Kaderin, mukadderatın, ilahi takdirin de rolü vardır. Bu durum, insanı acizliğe sürüklemek yerine, onu daha büyük bir hikmetle buluşturur. Her şeyin nihai olarak bir gayeye hizmet ettiğini anlamak, bizi başarısızlık korkusundan ve hırsların getirdiği huzursuzluktan kurtarır. Bu makale, bize çalışmayı bırakmayı değil, çalışırken kalbimizin itminan bulması için Allah’a dayanmayı ve teslim olmayı telkin etmektedir. Asıl kuvvet ve kudret, sadece O’nundur.
Makale Özeti
Bu makale, Osmanlı edebiyatının nadide beyitleri üzerinden insan hayatının temel meselelerini, duygusal derinliklerini ve manevi hakikatlerini geniş bir muhteva ile ele almaktadır. Âlî Bey’in “Neş’e tahsîl etdiğin sâgar da senden gamlıdır” beytinden yola çıkarak, dışarıdan görünen neşe ve iç keder arasındaki zıtlıkları izah eder ve modern hayatın sahte mutluluk tablolarına işaret eder. Nev’î’nin “Ey murâdım aksine devr eyleyen kec-rev felek” beyiti ise, insanın iradesi ve kaderin cilveleri arasındaki dengeyi işler, tevekkülün önemini vurgular. Kânî’nin “Gubâr-ı pâyine almam cihânı yâ Resûlallâh” naatı, Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’e duyulan sevginin ve bu sevginin manevi kıymetinin, dünyevi değerlerin fevkinde olduğunu anlatır. Ahmed Paşa’nın “Cânıma bir merhabâ sundu ezelde çeşm-i yâr” beyti, tasavvufi aşkın insanı nasıl dönüştürdüğünü, fani olanın önemsizleştiğini dile getirir. Son olarak Lâedrî’nin “Nasîb olmaz mukadderden ziyâde” sözü, gayret ve tevekkül arasındaki ince çizgiyi belirler, insanın hırs yerine kalb huzurunu tercih etmesi gerektiğini öğütler. Bu makale, her bir beyitte ele alınan ayrı konuyu, bir bütünlük içinde işleyerek, okuyucuya hikmetli, edebi ve ibretli bir bakış açısı sunar.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
18/10/2025