BERCESTE VE İZAHI – 84 –

BERCESTE VE İZAHI – 84 –

​Hikmet ve İbret Aynasında Berceşte Beyitler
​Hayat, binlerce müteharrik mananın, binlerce derin hissin ve binlerce ibretli vakanın bir araya geldiği bir meşherdir. Bu meşherde, kimi zaman kudret ve şükrün engin manasına dalarken, kimi zaman hasretin fırtınalı denizinde seyir ederiz. Kimi zaman gurbet ve hasretin sızılarını hisseder, kimi zaman ise vefânın ve dostluğun esrarlı iklimine gireriz. Bu beyitler, bize bu meşherin kapılarını aralayan birer anahtar hükmündedir.
​1. Sûrûrî: Kudret ve Şükranın Sonsuzluğu
​İlk beytimiz, Sûrûrî’ye ait olup, insan için şükrün ne kadar büyük bir nimet olduğunu şu şekilde ifade eder:
​Tende kudret kandân olsun ni’met-i cân şükrüne
​Bin dilim olsa yetişmez bir dilim nân şükrüne

​Bu beytin manası, insana bahşedilen can nimetinin şükrünü eda etmeye kâfi gelmez. Öyle ki, bir insana bin tane dil verilse bile, sadece kendisine lütfedilen bir lokma ekmeğin şükrünü bile tam olarak eda edemez.
​Bu beyit, İslâmî tefekkürde mühim bir yer işgal eden şükür mefhumunu en derûnî bir şekilde ele alır. Şükür, sâdece lisanla “Elhamdülillah” demekten ibaret değildir; bilâkis, kalbin, aklın ve bütün uzuvların bu nimetin kıymetini bilmesi, onu verene karşı minnet hissi duyması ve o nimeti Allah’ın rızasına muvâfık bir şekilde kullanması demektir.
​Sûrûrî, bu beyitle bizi tefekküre davet eder. Bir damla suyun dahi nasıl bir kudret eseri olduğunu, bir lokma ekmeğin dahi ne kadar uzun bir silsileden geçerek soframıza geldiğini hatırlatır. Tohumun toprağa düşmesinden, Güneşin onu yeşertmesine, rüzgârın onu sallamasına, çiftçinin onu biçmesine kadar nice meşakkatli hâdiseler zinciri, bir lokma ekmeğin muhtevasında gizlidir. Bu muazzam kudret ve azametin karşısında, insanın kendi acziyetini idrak etmesi ve bu idrakin neticesinde şükrünü artırması gerekmektedir. Şükür, nimeti artırır. Çünkü Allah, “Andolsun, eğer şükrederseniz, elbette size artırırım. Eğer nankörlük ederseniz, hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir” (İbrahim Sûresi, 7. ayet) buyurmaktadır. Bu ayet-i kerime, şükrün manevî ve maddî neticelerini bizlere anlatır.
​2. Mislî: Hasret ve Bekleyişin Kalpteki İzleri
​İkinci beyitte, Mislî’nin kaleminden hasret ve intizarın o karmaşık hâlini okuruz:
​Geh havâtır yol bulur kalbe ve lakin bî-sebât
​İntizâr râhında bekler çeşm-i bîdârım seni

​Bu beytin izahı, “Bazen hatıralar, fikirler kalbe yol bulur; fakat kararsız bir şekilde gelir. Benim uykuya hasret gözlerim, bekleme yolunda senin yolunu gözlüyor” şeklindedir.
​Bu beyit, hasretin o ince sızılarını tasvir eder. Kalbe gelen hatıraların kararsızlığı, yani bir görünüp bir kaybolması, sevgilinin vasıl olamaması hâlinin kalpteki derin ıstırabını gösterir. Uykuya hasret kalan gözler ise, hasretin şiddetinin, bedenin en temel ihtiyaçlarını dahi unutturacak derecede arttığını anlatır. Aşk ehli, sevgiliye duyulan iştiyakın ve onun vuslatına olan sabırsız bekleyişin tesiriyle uyuyamaz. Bu bekleyiş, bir dâvâya, bir hedefe veya bir gayeye duyulan sevginin de bir remzidir.
​Mü’min bir ferd için bu beyit, Hak ve hakikat aşkına bir pencere açar. Bazen kalbimize gelen manevî ilhamlar, tefekkürler kararsız bir şekilde gelir. Asıl olan, bu ilhamlara ve tefekkürlere vuslat yolunda sebat etmektir. Tıpkı bir sevgilinin yolunu gözleyen gözler gibi, mü’minin de Rabbi’nin rızasına ve vuslatına hasret duyması, bu yolda sabırla ve kararlı bir şekilde yürümesi gerekmektedir. Kalbin, Hakk’a kavuşmak için uykusuz kalması, en büyük vuslatın müjdesi olabilir.
​3. Sa’dî-i Şîrâzî: Terbiyenin Kâbiliyete Bağlılığı
​Son beyit, Sa’dî-i Şîrâzî’nin hikmet dolu nasihatini barındırır:
​Pertev-i nikân ne-gîred her ki bünyâdeş bedest
​Terbiyet nâ-ehl-râ çon gîrdgân ber-gunbedest

​Manası, “Kötü tıynetli olan kişiler, iyilerin nurunu kabul etmez. Kabiliyetsizi terbiye etmek, kubbede ceviz durdurmak gibidir” şeklindedir.
​Bu beyit, terbiyenin, ancak kabiliyetli ve fıtratı temiz olan insanlarda tesir edeceğini anlatır. Kalbi kötülük ve hıyanetle dolu olanlar, en büyük iyilikleri ve güzel sözleri bile kabul edemezler. Bu, tıpkı karanlık bir zemin üzerine düşen ışığın, o karanlığı aydınlatamaması gibi bir durumdur. Terbiyenin ve ilmin tesiri, ancak kalbi ve ruhu bu tesire açık olanlarda görülür.
​Sa’dî, bu hikmetli sözüyle aynı zamanda: Bütün nefsânî ve süflî hevesatın, fıtratın bir cüzü olmadığını, bilâkis, fıtratın bu hevesattan iğtinâ ve istigrak ve İnsanın fıtratı, bu hevesât-ı süfliyeye mâil olmaz. Belki o hevesât ve şehvâtı, nefs-i emmâre telkin ve tahrik eder.
Bu sebeple, kalbi kötüye meyyal olan bir kişiye verilen terbiye, ne kadar müsmir ve feyizli olursa olsun, o kişinin fıtratında bir karşılık bulamaz. Sa’dî, bu zorluğu kubbede ceviz durdurmaya benzeterek, meselenin vahametini ve güçlüğünü çok veciz bir şekilde ifade eder. Bu, cehaletin bir mazeret olmaktan ziyade, kötü bir fıtratın ve tabiatın neticesi olduğunu da gösterir.
​Özet
​Bu makalede ele alınan beyitler, hayatın farklı veçhelerini, şükürden hasrete ve terbiyeye kadar geniş bir muhteva ile ihtiva etmektedir. Sûrûrî’nin beyiti, Allah’ın nimetlerine şükrün sonsuzluğunu ve insan acziyetini anlatırken, Mislî’nin beyiti hasretin ve intizarın kalpteki derin izlerini tasvir eder. Son olarak, Sa’dî-i Şîrâzî, terbiyenin, ancak fıtratı müsait olanlarda tesir edeceğini ve kötü huylu birine verilen terbiyenin ne kadar beyhude bir gayret olduğunu hikmetli bir şekilde dile getirir. Bu beyitler, bize tefekkür, sabır, aidiyet ve hikmetin derin manalarını hatırlatarak, hayatımıza yön veren mühim dersler sunar. Her biri, kendi mefhumu içerisinde bir ayna gibi, ruhumuzun ve kalbimizin hâlini bize gösterir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
17/10/2025

Loading

No ResponsesEkim 18th, 2025