BERCESTE VE İZAHI – 81–
BERCESTE VE İZAHI – 81–
Vefâ Umdum Bu Dünyâda Derd-i Bî-Pâyân İmiş Bildim / Sonu Ma’mûre-i Dehrin Yine Vîrân İmiş Bildim – Kütahyalı Rahîmî
İktibas:
”Vefâ ummam bu dünyâya derd-i bî-pâyân imiş bildim
Sonu ma’mûre-i dehrin yine vîrân imiş bildim”
Kütahyalı Rahîmî
Açıklama ve İzah:
Kütahyalı Rahîmî’nin bu beyti, dünya hayatına dair hikmetli bir hakikati dile getirmektedir. Şâir, dünyaya vefâ beklemenin beyhude bir çaba olduğunu, zira bu dünyanın sonu gelmeyen bir dert ve imtihan yurdu olduğunu idrak ettiğini ifade eder. İnsan, fıtratı gereği bir şeye bağlandığında ondan bir karşılık, bir vefâ umar. Ancak dünya, bu beklentilere cevap vermeyen, aksine sürekli bir hüzün ve keder yatağı olan bir yerdir. “Derd-i bî-pâyân” ifadesi, dünya hayatının bitmek tükenmek bilmeyen sıkıntılarını, her sevinçten sonra gelen bir kederi ve sürekli değişen halleri pek beliğ bir şekilde anlatır. İkinci mısrada ise “ma’mûre-i dehr” yani dünyanın mamur, şen ve şenlikli hali tasvir edilir. İnsan, dünyada bir düzen kurar, bir mamuriyet tesis eder ve bu düzenin bâki kalacağını zanneder. Oysa şâir, bu mamuriyetin sonunun yine bir viraneye döneceğini bildirir. Bu, hem ferdî hayatın nihayetinde ölüme ve toprağa karışmasına hem de maddî dünyanın ve medeniyetlerin bir gün yok olmasına işaret eder. Bu beyit, insana dünyanın aldatıcı cazibesinden uzaklaşmayı ve vefânın ancak bâki olan Yüce Yaratıcı’da aranması gerektiğini ihtar eder.
Aşk İçün Sâf Eyle Gel Sûfî Derûn-ı Kalbi Kim / Zeynet Eder Kâşânesin Elbette Mihmân İsteyen – Hânîf
İktibas:
”Aşk içün sâf eyle gel sûfî derûn-ı kalbi kim
Zeynet eder kâşânesin elbette mihmân isteyen”
Hânîf
Açıklama ve İzah:
Hânîf’in bu beytinde, bir sûfîye, yani hakikat yolcusuna hitap edilmektedir. Şâir, kalbi aşk için arındırmaya, saf ve temiz bir hale getirmeye davet eder. Bu aşk, mecazî değil, hakiki aşktır; yani Allah’a olan muhabbettir. Kalbin arındırılması, nefsanî arzulardan, dünyevî kirlerden, riyadan ve her türlü mâsivâdan temizlenmesi manasına gelir. İnsan kalbi, bu manevî temizlik olmadan, Allah’ın tecellisine ve muhabbetine lâyık bir yer olamaz. Beytin ikinci mısraı, bu manevî davetin hikmetini bir teşbih ile izah eder. “Zeynet eder kâşânesin elbette mihmân isteyen” ifadesi, bir eve misafir gelmesini arzu eden kimsenin, o evi temizleyip süslemesine benzetilir. Bu teşbihte kalb, misafirin (Aşk) geleceği bir ev; kalbin temizlenmesi, evin süslenmesi ve hazırlanmasıdır. Bu, kulun kalbini aşkın tecellisine lâyık hale getirmesi gerektiği hakikatini vurgular. Kalbini Allah’ın aşkına açmak isteyen her kul, evvela o kalbi her türlü kirden arındırmalı, manevî bir zinetle süslemelidir.
Ser-â-pâ Çeşm-i İbretden Geçirdim Nüsha-i Dehri / İçinde Ma’nî-i Ârâma Dâ’ir Bir İbâret Yok – Nâbî
İktibas:
”Ser-â-pâ çeşm-i ibretden geçirdim nüsha-i dehri
İçinde ma’nî-i ârâma dâ’ir bir ibâret yok”
Nâbî
Açıklama ve İzah:
Nâbî’nin bu beyti, dünyanın geçiciliğine ve huzurun dünya hayatında bulunamayacağına dair derin bir tecrübeyi ve gözlemi anlatır. Şâir, “nüsha-i dehr” yani dünya kitabını, “çeşm-i ibret” yani ibret gözüyle baştan sona (ser-â-pâ) incelediğini söyler. Bu inceleme, yalnızca maddî ve fizikî bir gözlem değil, aynı zamanda manevî ve derûnî bir tefekkür ve sorgulama sürecidir. Bu kitabın her sayfası, her satırı, insana geçiciliği, fenâyı ve imtihanı anlatır. Ancak Nâbî, bu kitabın hiçbir sayfasında, hiçbir satırında “ârama”, yani huzura, sükûnete ve kalbî dinginliğe dair bir ibare, bir işaret bulamadığını belirtir. Bu, dünya hayatının tabiatı gereği insana tam bir huzur ve tatmin veremeyeceği hakikatini dile getirir. Dünyevî lezzetler, geçici ve aldatıcıdır. Gerçek huzur, ancak Allah’a yönelmekle, O’nunla itminana ermekle elde edilebilir. Bu beyit, insana dünyanın bir imtihan yurdu olduğunu ve asıl huzur yurdunun ahiret olduğunu hatırlatır.
Edeb Bir Tâc İmiş Nûr-ı Hudâdan / Giy Ol Tâcı Emîn Ol Her Belâdan – Lâedrî
İktibas:
”Edeb bir tâc imiş nûr-ı Hudâdan
Giy ol tâcı emîn ol her belâdan”
Lâedrî
Açıklama ve İzah:
Bu meçhul şâire ait beyit, edebi bir tac olarak nitelendirerek, onun manevî kıymetini pek yüksek bir seviyeye taşır. Edeb, sadece görgü kuralları veya nezaket demek değildir. Bilâkis, Allah’a, Peygambere, Kur’an’a, âlimlere, büyüklere ve bütün mahlûkata karşı gösterilen saygı ve hürmetkâr tutumun bütünüdür. Bu beyitte edeb, doğrudan “Nûr-ı Hudâdan”, yani Allah’ın nurundan yapılmış bir taç olarak tavsif edilir. Bu, edep vasfının ilâhî bir menşei olduğunu ve kulun manevî hayatında pek mühim bir yer tuttuğunu gösterir. İkinci mısra ise bu tacı giyenin, yani edeb vasfını kazananın her türlü belâdan emin olacağını vaat eder. Bu, edebin sadece ahlakî bir değer değil, aynı zamanda insana bir nevi koruma sağlayan manevî bir zırh olduğuna işaret eder. Edebli insan, diliyle, eliyle ve kalbiyle kimseye zarar vermediği gibi, kendisine yönelik şerleri de ilâhî himaye ile def eder. Bu beyit, her mü’min için edebin, hayatın merkezine konulması gereken esaslı bir meziyet olduğunu ihtar eder.
Dür Olup Emvâl-i Dünyâdan Ferâğ Ettim Serim / Zengîni Muhtâc İmiş Dehrin Fukarâsı Kerîm – Zerefşân
İktibas:
”Dür olup emvâl-i dünyâdan ferâğ ettim serim
Zengîni muhtâc imiş dehrin fukarâsı kerîm”
Zerefşân
Açıklama ve İzah:
Zerefşân’ın bu beyti, dünya malına karşı takınılması gereken tavrı ve bu açıdan zengin ile fakirin ahvalini kıyaslayarak mühim bir ders verir. Şâir, dünya mallarından uzaklaşıp huzur bulduğunu (dür olup, ferâğ ettim serim) söyler. Bu, maddî varlıkları terk etmek değil, onların esiri olmamak, onlara kalben bağlanmamak manasındadır. Asıl dikkat çekici olan ikinci mısradır: “Zengîni muhtâc imiş dehrin fukarâsı kerîm.” Yani dünyanın zengini, daha fazlasını elde etmek için sürekli bir muhtaçlık hali içindeyken, fakirleri kanaatkâr ve cömerttir. Zengin, sahip olduğu şeylerden doymaz, sürekli daha fazlasını talep eder ve bu doyumsuzluk onu bir nevi muhtaç kılar. Öte yandan fakir, sahip olduğu azla yetinmeyi öğrendiği için, bu durum onu kanaat ve cömertlik gibi yüce hasletlere sevk eder. Bu beyit, mal ve mülkün gerçek zenginliği getirmediğini, asıl zenginliğin kalbî kanaat ve cömertlik olduğunu vurgular. İnsana, dünya malına karşı bir tavır almayı, kanaatkâr olmayı ve gerçek kıymetin maddiyatta değil, maneviyatta olduğunu hatırlatır.
Makalenin Özeti
Bu makalede, beş farklı beyit üzerinden hayatın ve insanî hallerin derinliklerine bir yolculuk yapılmıştır. Kütahyalı Rahîmî’nin beyti, dünyanın vefâsız ve imtihanlarla dolu bir yer olduğu hakikatini ortaya koyarak insana fâni olanı değil, bâki olanı aramayı öğütler. Hânîf’in beyti, hakiki aşka ulaşmanın yolunun kalbin manen arındırılmasından geçtiğini, kalbin ancak bu temizlikle ilâhî tecelliye lâyık bir konak olabileceğini ifade eder. Nâbî’nin beyti, dünya kitabının içinde huzura dair bir ibare bulunmadığını, dolayısıyla gerçek sükûnetin ancak ahirete yönelik bir yönelişle mümkün olduğunu belirtir. Lâedrî’ye ait beyit ise edebin ilâhî bir nur olduğunu ve onu kendine taç yapanın her türlü beladan emin olacağını vurgulayarak, edebin manevî bir koruyucu olduğunu ihtar eder. Son olarak, Zerefşân’ın beyti, dünya malının gerçek zenginlik getirmediğini, asıl zenginliğin kalbî kanaat ve cömertlik olduğunu, dünya zenginlerinin dahi muhtaç bir ruha sahip olabileceğini anlatır. Netice itibarıyla, bu beyitlerin hepsi, insana fâni olandan yüz çevirip bâki olana yönelmeyi, kalbi temizlemeyi, edebli olmayı ve malın değil, maneviyatın peşinden gitmeyi öğütleyen derin hikmetler ihtiva eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
17/10/2025