Fakirlik Edebiyatı ve Zihniyetin Maskesi: Hakikatin Perdesi Aralandı
Fakirlik Edebiyatı ve Zihniyetin Maskesi: Hakikatin Perdesi Aralandı
Tarih, yalnızca hâdiselerin değil, zihniyetlerin de aynasıdır.
Bir milletin geçmişine baktığınızda sadece kimlerin iktidarda olduğunu değil, hangi fikirlerin gönüllerde hüküm sürdüğünü de görürsünüz.
İşte Türkiye’nin son yarım asırlık serencamı da böyledir:
Bir tarafta üretim, terakki ve gayretle büyümek isteyen bir millet;
diğer tarafta “yoksulluk” edebiyatı üzerinden siyaset inşa etmeye çalışan bir zihniyet.
Fakirliği Savunmak mı, Kullanmak mı?
1970’lerden itibaren sol ve sosyalist çevreler, “fakir halkın temsilcisi” iddiasıyla sahneye çıktı.
Kendilerini mazlumun sesi, halkın umudu gibi göstermeye çalıştılar.
Lâkin zaman geçti, maskeler düştü, hakikat göründü:
Bu “fakirlik” onların ideolojisinin değil, siyasî sermayesinin ta kendisiydi.
Her fırsatta “açız, yoksuluz, perişanız” diye feryat edenlerin,
bugün milyarlık servetlerle, yalılarla, lüks araçlarla boy göstermesi;
hakikatin bütün çıplaklığıyla ortaya çıkışıdır.
Fakirliği Kutsamak, Çalışmayı Küçümsemek
Hâlbuki bizim medeniyetimizde fakirlik bir şeref vesilesi değil, sabrın imtihanıdır.
Zenginlik ise bir fitne değil, emanetin ağırlığıdır.
Ama sol zihniyet, “fakirliği kutsayarak” çalışkanlığı, üretimi, gayreti gölgeledi.
İşsizliği sistemin değil, iradenin eseri olmaktan çıkarıp,
“ezilmişlik” perdesi altında bir siyasî kimlik hâline getirdi.
Böylece halkın gayreti değil, şikâyeti üzerinden siyaset kuruldu.
Ve her seçim dönemi aynı sahne yeniden oynandı:
Bir yanda fakir halkın yıpranmış yüzleri, diğer yanda o yüzlerden geçinen ideolojik tüccarlar…
Sefer Karaaslan Misali: Hakikat Perdesinin Aralanışı
Yakın zamanda yaşanan hadise bunun en canlı örneğidir.
Çöpten karton toplayan bir ihtiyarın görüntüsü, “açlık ve sefaletin sembolü” diye paylaşılır paylaşılmaz, memleketin gündemini kapladı.
Ancak perde aralandığında, o ihtiyarın hem Almanya hem Türkiye’den emekli maaşı alan, mülk sahibi, sağlıklı bir insan olduğu ortaya çıktı.
Yani ortada “fakirlik” değil, çalışma sevgisi ve üretken bir ruhun azmi vardı.
Ne var ki bu hakikat, ideolojik kalıplara sığmadı.
Çünkü “fakirlik” bazıları için bir hakikat değil, bir araçtı.
Gerçek Fakir, Hakikati Kaybedendir
Fakirlik, cebin boş olması değildir;
vicdanın, aklın ve hakkaniyetin boşalmasıdır.
Gerçek fakir, haksızlığı meşrulaştıran, halkın inancını istismar eden,
yalanı hakikat diye pazarlayandır.
Bu sebeple, bugün lüks sofralarda oturup “halk aç” diyenlerin,
asıl açlığı vicdan ve ahlâk açlığıdır.
Tarihin Aynasında Bir Gerçek
Osmanlı, asırlarca adaletle hükmetti.
Halkın rızkı helalinden, kazancı alın terindendi.
O devrin insanı bilir ki, fakirlik bir kader bahanesi değil, gayretsizliktir;
çalışmak ise kulluğun bir tezahürüdür.
Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurur:
“Kişinin kazancının en hayırlısı, kendi elinin emeğiyle kazandığıdır.”
Ama bugünün ideolojik kalıntıları, çalışmayı değil, yakınmayı öğretti.
Üretmeyi değil, bahane bulmayı sevdirdi.
Fakirliği değil, fakirlik görüntüsünü pazarladı.
Son Söz: Hakikat Güneşi Perde Arkasında Kalmaz
Bugün hakikat yeniden doğmaktadır.
Millet artık boş sloganlara değil, alın terine bakmaktadır.
Gerçek yoksulluk değil, yoksulluk duygu ve hissi ve hissesi satılmaktadır.
Fakat güneş, çamurla sıvanmaz; hakikat, perdeyle örtülmez.
Çünkü zaman, her şeyi süzer.
Ve sonunda hakikat, yalanın maskesini düşürür.
“Zulüm ve yalan, bir müddet yaşar;
fakat hakikat bir kere doğdu mu, gölgesini bile yaşatmaz.”
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
16/10/2025