BERCESTE VE İZAHI – 68–
BERCESTE VE İZAHI – 68–
Gönül İlimleri ve Hayatın İmtihanları: Hikmetin Derinliklerinde Bir Seyahat
Hayat, kimi zaman akıl ve mantıkla çözülemeyen düğümlere, kimi zaman da kalbin derinliklerinde saklı kalmış sırr-ı hakikatlere şahidlik ettiğimiz bir yolculuktur. İnsanoğlu, bu seyahatte farklı ilimlerin ve hallerin tesiri altında kalır. Beyitler, bize bu muazzam seyahat hakkında hikmet dolu kapılar aralamaktadır. Her bir mısrası, derin bir manayı ihtiva eder ve okuyucuyu tefekküre sevk eder.
İlmin Hamalı mı, Taşıyıcısı mı?
Mevlânâ Hazretleri’nin hikmetli sözüyle başlayalım:
İlmhâ-yı ehl-i dil hammâlişân
İlmhâ-yı ehl-i ten ahmâlişân
(Gönül ehlinin ilimleri, kendilerini taşır. Ten ehlinin ilimleriyse kendilerine yüktür.)
Bu beyit, ilmin hakiki gayesi ve onu elde edenin halet-i ruhiyesi hakkında mühim bir muhteva arz eder. Gönül ehli, ilmi ruhlarını terakki ettirmek, kalplerini nurlandırmak ve Hakk’a vâsıl olmak için öğrenir. Onların ilmi, bir fener gibi yollarını aydınlatır, onlara yük olmaz, aksine hafiflik ve ferahlık verir. Bu ilim, bir hamalın sırtındaki yük değil, bir kuşun kanadındaki tüy misali, onları göklere yükseltir.
Fakat ten ehli için durum farklıdır. Onlar ilmi, nefsani arzularına hizmet etmek, başkalarına karşı üstünlük taslamak ve dünya menfaatleri elde etmek için kullanırlar. Bu tür bir ilim, ruhu beslemekten ziyade, benliği şişirir ve ağırlık yapar. İlim, bir bilgi yığınından ibaret kalır ve sahibine yük olmaktan öteye gidemez. Bu, tıpkı susuz bir çölde taşıdığı suyun lezzetini bilmeyen bir hamalın durumuna benzer. İlmin hakikatine vâkıf olamayan ten ehli, aslında ilmi değil, cehaletin en ağır yükünü taşımaktadır.
Aşkın Kelâmı ve Vahdetin Sırrı
Bâkî’nin aşk ve vahdeti anlatan beyti, gönül ehlinin idrakine ışık tutar:
Kelâm-ı aşk ey Bâkî ser-â-ser sırr-ı vahdetdir
Murâdı cümlenin birdir bütün dünyâyı söyletsen
(Ey Bâkî! Aşk bahsinde söylenilen bütün kelâmlar baştan sona vahdet sırrını anlatmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak dünyadaki herkesi konuştursan bile aslında amaçlarının bir olduğunu görürsün.)
Bu beyit, aşkın evrensel ve birleştirici gücünü vurgulamaktadır. Hakiki aşk, sadece beşerî bir duygu değil, yaratılışın özünde yatan bir vahdet sırrıdır. Aşkı konuşan her dil, aslında aynı kaynaktan beslenir ve aynı hakikate işaret eder. İster bir şâirin mısralarında, ister bir ârifin sözlerinde, ister bir dervişin zikrinde olsun, her biri bu aşkın farklı tezahürlerini dile getirir.
Bâkî, bu beyitle aşkın farklı dillerde, farklı coğrafyalarda ve farklı zamanlarda söylenilse dahi, aslında hepsinin tek bir gayeye hizmet ettiğini anlatır: Vahdet-i Vücud (varlığın birliği) sırrına erişmek. Aşk, insanı parçalı ve dağınık olan hayattan kurtarır ve onu bütünün bir parçası yapar. Herkesin konuştuğu şey farklı gibi görünse de, özünde hepsi Hakk’a duyulan aşkı ve O’nunla bir olma arzusunu anlatır.
Ve her şeyin O’ndan olduğunu görmek ister.
Feleğin Dengesiz Dönüşü ve Hayatın Gecikmiş Fırsatları
Mezâkî’nin beyiti, hayatın imtihanlarını ve fırsatların kıymetini anlamamız için bize bir ayna tutar:
Sunar bir câm-ı memlû bin tehî peymâneden sonra
Döner vefk-i merâm üzere felek ammâ neden sonra
(Felek, bin tane boş kadehten sonra bir tane dolu kadeh sunar. Elbette bir gün bizim arzumuz istikametinde döner ama iş işten geçtikten sonra.)
Hayat, bizi sabır ve azimle sınayan bir süreçtir. Çoğu zaman istediğimiz şeylere kavuşmak için uzun bir bekleyiş ve sayısız hayal kırıklığı yaşarız. Felek, yani kader, binlerce boş kadeh sunar, ümitsizlik ve yorgunluk verir. Ancak nihayet bir gün, belki de en beklemediğimiz anda, arzuladığımız o dolu kadehi önümüze koyar. Lakin bu bekleme, bazen çok uzun sürer ve arzu ettiğimiz şey, iş işten geçtikten sonra, manasını yitirmiş bir halde gelir.
Bu beyit, bize hayatın zamanlamasının bizim beklentilerimizle uyuşmadığını, her şeyin belli bir hikmet ve nizam üzere cereyan ettiğini anlatır. Önemli olan, bu süreçte pes etmemek, sabırla sebat etmek ve her anın kıymetini bilmektir. Zira bir şeyin kıymetini bilmek, onu elde etmekten daha mühim olabilir.
Aşkın İmtihanı: Ölüm mü Ayrılık mı?
Nef’î’nin beyti, aşkın en çetin imtihanlarından birini, yani ölüm ile ayrılığı karşılaştırır:
Ölmek âsân âşıka bir dem firâk-ı yâr güç
Böyle müşkil derd esîri hastaya timâr güç
(Bir âşık için ölmek kolay, fakat sevgiliden ayrılmak güç. Böylesine büyük bir derdin esiri olan âşık için tedavi güç.)
Aşk, insanı her türlü beşeri bağdan ve kaygıdan azade kılar. Hakiki âşık için bu dünyevi hayatın bir ehemmiyeti yoktur. Onlar için asıl hayat, maşukla vuslatta gizlidir. Bu sebeple, ölüm onlar için bir korku değil, vuslata giden bir köprüdür. Ancak, maşuktan ayrı kalmak, yani firak, âşık için ölümden daha zor ve yakıcı bir azaptır. Zira ölüm bedenin sonu iken, firak ruhun parçalanması ve acı çekmesidir.
Nef’î, bu beyitle aşkın şiddetini ve âşığın çaresizliğini tasvir eder. Bu kadar derin bir derde düşen bir hastanın, yani âşığın, kolay kolay tedavi edilemeyeceğini ifade eder. Zira onun derdi, ne maddî bir hastalıktır ne de basit bir gönül yarası. Bu, ruhun ve kalbin derinliklerinde hissedilen, ancak maşukla vuslatla sona erebilecek bir ıstıraptır.
Gizli Bir Ateşin Açıklanamayan Hâli
Nedîm’in beyti, bir ney’in derinliklerindeki yanık sese mana katarak, bir gönül halini anlatır:
Olmada derûnında hevâ âteş-i sûzân
Nâyın diyebilmem ki ne hâlet var içinde
(Hava onun içinde yakıcı bir ateş hâline geliyor. Bu ney’in içinde acaba nasıl bir hâl var, anlatamıyorum.)
Nedîm, ney’in içindeki havayı yakıcı bir ateşe benzeterek, bir gönüldeki aşk ve hasretin tarif edilemez halini ifade eder. Ney, içindeki havayla güzel sesler çıkarır, ancak bu sesler, aslında ney’in içindeki boşluğun, yani bir nevi “yokluğun” sesidir. Bu yokluk, bir âşıkın içindeki yanık hali ve tarifsiz duyguları sembolize eder. Bu hissiyat, kelimelerle ifade edilemeyecek kadar derin ve müteessirdir.
Bu beyit, bize hayatın ve kalbin bazı hallerinin kelimelerle ifade edilemeyeceğini, ancak hissedilebileceğini gösterir. Aşkın, hasretin ve ilâhî olanın idraki, kelimelerin ve aklın ötesindedir. Tıpkı ney’in içindeki havayı yakan ateşin nedenini anlatmakta aciz kalışımız gibi, bir gönüldeki hakikat sırrını da tam anlamıyla açıklamak mümkün değildir.
Makale Özeti
Bu makale, Mevlânâ, Bâkî, Mezâkî, Nef’î ve Nedîm’in beyitleri üzerinden ilim, aşk, kader ve gönül halleri gibi derin konuları ele almaktadır. Makalenin muhtevası, gönül ehlinin ilminin onlara yük değil, feyiz verdiğini; aşkın, bütün dilleri birleştirerek vahdet sırrını anlattığını; hayatın ve kaderin sabır gerektiren imtihanlarını ve fırsatların gecikmiş gelebileceğini; aşkın en büyük azabının ölüm değil, firak olduğunu ve son olarak da bazı gönül hallerinin kelimelerle değil, ancak hissedilerek anlaşılabileceğini izah etmektedir. Her bir beyit, hayatın farklı bir yönüne ayna tutarak, okuyucuyu tefekkür ve hikmet yolculuğuna davet eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
16/10/2025