BERCESTE VE İZAHI – 52 –
BERCESTE VE İZAHI – 52 –
1.Mehmet Âkif Ersoy ve Zulme Karşı Sarsılmaz Duruş
Bu beyit, “İstiklal Şairi” Mehmet Âkif Ersoy’un sadece bir şair değil, aynı zamanda sarsılmaz ilkelere sahip bir ahlak ve karakter abidesi olduğunu gösteren veciz bir ifadedir.
İktibas
Osmanlıca Metin:
ظلمی آلقیشلایامام ظالمی اصلا سومم
كلننك كیفی ایچون كچشه قالقوب سوكمم
Vezin (Aruz Kalıbı):
Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilâtün Fe’ilün
Günümüz Türkçesiyle Okunuşu:
Zulmü alkışlayamam zâlimi aslâ sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem
Şair: Mehmet Âkif Ersoy
Açıklama:
Zulmü alkışlayamam, zâlimi ise asla sevemem. Gelenin keyfi yerine gelsin diye kalkıp da geçmişe sövemem.
Makale: Karakterin İki Cephesi: Zulme İsyan ve Vefaya Sadakat
Mehmet Âkif Ersoy, şiiri bir dava aracı olarak görmüş, mısralarını milletinin derdiyle yoğurmuş bir vicdan sesidir. Onun şiirleri, estetik kaygıların ötesinde, ahlaki bir duruşun ve sağlam bir karakterin manifestosu niteliğindedir. Bu meşhur beyit, Âkif’in karakterini iki temel sütun üzerine inşa ettiğini gösterir: Adaletsizliğe karşı mutlak bir direniş ve köklerine, tarihine karşı derin bir vefa.
Birinci Mısra: Zulme ve Zâlime Tavizsiz Duruş
“Zulmü alkışlayamam, zâlimi aslâ sevemem” mısrası, bir eylem ve bir duygu manifestosudur. “Alkışlamak”, zulmü onaylamak, meşrulaştırmak ve ona ortak olmaktır. Âkif, sadece zulme fiilen katılmayı değil, ona pasif bir onayla dahi yaklaşmayı reddeder. Bu, çağımızın en büyük hastalıklarından olan “güce tapma” ve “zalimin yanında hizalanma” pragmatizmine karşı ahlaki bir isyandır. İkinci kısım olan “zâlimi aslâ sevemem” ise meselenin duygusal boyutunu ortaya koyar. Zâlim, kim olursa olsun, hangi makamda bulunursa bulunsun, hangi “ulvi” amacı güderse gütsün, sevgiye ve saygıya layık değildir. Bu, adaleti kişisel çıkarların, korkuların ve beklentilerin üzerinde tutan bir ahlak anlayışının ilanıdır.
İkinci Mısra: Tarihe ve Ecdada Vefa
“Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” mısrası, ilki kadar önemli ve onu tamamlayan bir ilkedir. Tarih, siyasi rüzgârların ve ideolojik modaların en kolay harcanan malzemesi olmuştur. Her yeni iktidar veya akım, kendini meşrulaştırmak için genellikle kendinden öncekini kötüleme, yok sayma veya tahkir etme yoluna gider. Âkif, bu “opportünist” ve köksüz tavrı şiddetle reddeder. “Gelenin keyfi,” yani anlık siyasi çıkarlar, popülist beklentiler veya yeni güç odaklarına yaranma çabası, bir milletin hafızasını oluşturan “geçmişe” hakaret etmenin gerekçesi olamaz. Bu, tarihe sadece bir olaylar dizisi olarak değil, bir kimlik ve aidiyet kaynağı olarak bakan derin bir vefa duygusunun ifadesidir. Ecdadın hataları olabilir, ancak onların mirasını toptan reddetmek, kendi köklerini inkâr etmektir ki bu, bir milletin başına gelebilecek en büyük felaketlerden biridir.
İbretlik Boyutu
Âkif’in bu iki mısrada birleştirdiği ilkeler, zamandan ve mekândan bağımsız birer erdem ölçütüdür. Hem geleceği inşa etme iddiasında olanların zulmüne karşı çıkmak, hem de geçmişin mirasını popülist bir yıkıcılığa kurban etmemek… Bu iki kanat, bir toplumu ayakta tutan dengeyi sağlar. Biri olmadan diğeri eksik kalır. Zulme karşı çıkmayan bir mazi sevgisi, nostaljik bir esarete; geçmişine saygı duymayan bir adalet arayışı ise köksüz bir anarşiye dönüşebilir. Âkif, bize onurlu bir duruşun nasıl olması gerektiğini bu iki ilkeyi birleştirerek göstermiştir.
Özet
Mehmet Âkif Ersoy bu beyitinde, karakterinin iki temel ilkesini ortaya koyar. Birincisi, zulmü ve zalimi hiçbir şart altında onaylamamak ve sevmemektir ki bu, adalete olan sarsılmaz bağlılığını gösterir. İkincisi ise, anlık siyasi çıkarlar veya yeni güç odaklarına yaranmak uğruna kendi tarihine ve geçmişine hakaret etmemektir ki bu da köklerine olan derin vefasını ifade eder. Bu iki ilke, Âkif’in ahlaki duruşunun özeti olup, onurlu bir birey ve toplum için evrensel bir reçete sunar.
2.Sultanların Sultanlığı: Avnî’nin (Fatih) Gözünde Gerçek Zenginlik
Bu beyit, yazarının kimliğiyle birleştiğinde anlamı katlanarak büyüyen, tarihin en güçlü hükümdarlarından birinin kaleminden çıkmış bir bilgelik ve feragat manifestosudur.
İktibas
Osmanlıca Metin:
اهل دهره عالمك معمورهسین عرض ایتسهلر
اهل فقرڭ حصهسنه ملكِ استغنا دوشر
Vezin (Aruz Kalıbı):
Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilâtün Fâ’ilün
Günümüz Türkçesiyle Okunuşu:
Ehl-i dehre âlemin ma’mûresin arz etseler
Ehl-i fakrın hissesine mülk-i istiğnâ düşer
Şair: Avnî (Fatih Sultan Mehmed)
Açıklama:
Dünyaya düşkün olan insanoğluna bu cihanın bayındır şehirlerinin tamamını verseler; fakr ehlinin hissesine o şehirde tokgözlülük, kanaatkârlık, tenezzül etmeme mülkü düşer.
Makale: Cihan Padişahının Gönül Tahtı: Mülk-i İstiğnâ
Tarihin akışını değiştiren, bir çağı kapatıp yeni bir çağı açan, İstanbul Fatihi Sultan II. Mehmed… Onun askeri ve siyasi dehası tartışılmazdır. Ancak onun “Avnî” mahlasıyla yazdığı şiirler, bu cihan fatihinin bir de gönül ve mana âlemi olduğunu gözler önüne serer. Bu beyit, Fatih’in elinde tuttuğu dünyevi saltanat ile gönlünde arzuladığı manevi saltanat arasındaki muazzam farkı ve tercihi ortaya koyması bakımından tarihi bir ibret vesikasıdır.
Dünya Mülküne Karşı Gönül Zenginliği
Beyit, iki zıt insan tipini karşılaştırır: “ehl-i dehr” ve “ehl-i fakr”.
• Ehl-i dehr: Kelime anlamıyla “zamanın ehli”, yani dünyaya, onun geçici zevklerine, makam ve mülküne bağlı olan insanlar. Onların mutluluğu ve arayışı, “âlemin ma’mûresi” yani dünyanın imar edilmiş, zengin ve göz alıcı şehirleridir.
• Ehl-i fakr: Bu ifade, maddi yoksulluktan ziyade tasavvufi bir kavram olan “manevi fakirliği” belirtir. Fakr ehli, Allah karşısında kendi hiçliğinin farkında olan, bu nedenle O’ndan başkasına muhtaç olmayan, dünyaya ve içindekilere gönül bağlamayan kimsedir.
Avnî, bu iki grup arasında bir paylaşım hayal eder: Dünyanın tüm zenginlikleri, tüm o parlak şehirleri “ehl-i dehr”e sunulsa, bu paylaşımda “ehl-i fakr”ın payına ne düşerdi? Cevap, dünyevi mülklerden çok daha yüce bir krallıktır: “mülk-i istiğnâ”.
İstiğnâ: En Büyük Saltanat
İstiğnâ; tokgözlülük, ihtiyaç duymama, tenezzül etmeme, manevi bağımsızlık halidir. Dünyanın en zengin şehirlerine sahip olan kişi, onları kaybetme korkusuyla yaşar, daha fazlasını elde etme hırsıyla yanar ve o mülkün kölesi olur. Oysa “mülk-i istiğnâ” sahibi, hiçbir şeye ihtiyaç duymadığı için her şeyin efendisidir. Onun zenginliği kalbindedir. Gönlü zengin olan için dünyanın bütün hazineleri bir hiçtir.
Fatih’in İbretlik Duruşu
Bu sözleri söyleyenin, Bizans’ın bin yıllık başkentini fethetmiş, imparatorluklar kuran bir padişah olması, beyitin tesirini binlerce kat artırır. Fatih, dünyanın en büyük “ma’mûre”lerinden birini kılıç hakkıyla almış bir hükümdar olarak, aslında asıl mülkün ve saltanatın bu olmadığını ilan etmektedir. O, fethettiği şehirlerin ve sahip olduğu gücün geçiciliğinin farkındadır. Bu beyit, onun sadece bir fatih değil, aynı zamanda kalbini dünyanın esaretinden korumaya çalışan bir bilge, bir derviş-meşrep sultan olduğunun isbatıdır. Kendi elindeki güce rağmen, ondan daha üstün bir güç ve zenginlik olduğunu kabul ve ilan etmesi, büyük bir erdem ve feraset örneğidir.
Bu beyit, gücün zirvesindeyken bile insanın manevi bir denge arayışında olabileceğinin, asıl zenginliğin maddede değil, manada olduğunun tarihteki en güçlü tanıklıklarından biridir.
Özet
Cihan padişahı Fatih Sultan Mehmed (Avnî), bu beyitinde dünyevi ve manevi zenginliği karşılaştırır. Dünyanın tüm mamur şehirleri ve zenginlikleri dünyaya düşkün olanlara verilse bile, Allah’a karşı fakirliğini idrak etmiş olan “fakr ehli”nin payına bundan çok daha değerli olan “istiğnâ mülkü”nün, yani tokgözlülük ve tenezzül etmeme saltanatının düşeceğini söyler. Dünyanın en büyük fatihlerinden birinin kaleminden çıkan bu sözler, gerçek hükümdarlığın mal ve mülke sahip olmakla değil, onlara ihtiyaç duymamakla mümkün olduğunu gösteren tarihi bir bilgelik dersidir.
3. Sessizliğin Ağıtı: Menemenlizâde Tâhir Bey’in Mısralarında Hüzün ve Tefekkür
Bu beyit, Tanzimat sonrası şiirimizin önemli isimlerinden Menemenlizâde Tâhir Bey’e aittir ve görünmeyenin, sessiz olanın, görünen üzerindeki derin ve ezici etkisini muazzam bir şiirsel dille ifade eder.
İktibas
Osmanlıca Metin:
هزاران یأس و حزنه غرق ایدر افکار و انظاری
سکوتآمیز بر قبرك نهانی ناله و زاری
Vezin (Aruz Kalıbı):
Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün Mefâ’îlün
Günümüz Türkçesiyle Okunuşu:
Hezârân ye’s ü hüzne gark eder efkâr ü enzârı
Sükût-âmîz bir kabrin nihânî nâle vü zârı
Şair: Menemenlizâde Tâhir Bey
Açıklama:
Sessizliğe bürünmüş bir kabrin gizli bir şekilde ağlayıp inlemeleri, insanların bakışlarını ve fikirlerini binlerce düşünceye ve hüzne boğar.
Makale: Sessiz Bir Mezarın Binlerce Kalbe Yayılan Feryadı
Şiir, sadece görüneni anlatma sanatı değil, aynı zamanda görünmeyeni hissettirme, duyulmayanı işittirme sanatıdır. Menemenlizâde Tâhir Bey, bu beyitinde, maddi âlemde bir karşılığı olmayan, tamamen hayal gücü ve hissiyatla var olan bir durumu, somut bir gerçeklikmiş gibi anlatarak insan ruhunun derinliklerine dokunur. Beyit, sessizliğin ve gizliliğin, en gürültülü çığlıklardan bile daha etkili olabileceğini çarpıcı bir şekilde ortaya koyar.
Kaynak ve Sonuç İlişkisi
Beyit, bir sonuç ve bir sebep üzerine kuruludur.
• Sonuç (Birinci Mısra): Binlerce düşünceyi (efkâr) ve bakışı (enzâr), tam bir ümitsizlik (ye’s) ve hüzne boğan bir durum vardır. Bu, kolektif bir ruh halidir. Ortada yaygın, derin ve karamsar bir atmosfer hakimdir.
• Sebep (İkinci Mısra): Bu devasa hüzün atmosferinin kaynağı nedir? Büyük bir felaket mi, kitlesel bir kayıp mı? Hayır. Kaynak, tek bir şeydir: “Sükût-âmîz bir kabrin nihânî nâle vü zârı.” Yani, “sessizliğe bürünmüş bir mezarın, gizli gizli ağlayıp inlemesi.”
Sessizliğin ve Gizliliğin Gücü
Şairin dehası, bu hüzün kaynağını “sükût-âmîz” (sessiz) ve “nihânî” (gizli) olarak nitelemesinde yatar. Mezarın feryadı duyulmaz, ağlayışı görülmez. O, sadece hissedilir. Bu, fiziksel bir olay değil, tamamen manevi ve ruhani bir yayılımdır. Bir mezarın başında durup tefekkür eden bir insan, toprağın altındaki o meçhul hayatı, yaşanmış sevinçleri, çekilmiş acıları ve sessiz sonu düşünür. İşte o sessizlik, insanın içine en derin fısıltılarla konuşur. O mezarın “gizli feryadı”, aslında bakan gözün ve düşünen aklın, fanilik, kayıp ve zaman karşısındaki kendi iç feryadıdır.
İbretlik ve Düşündürücü Yönü
Bu beyit, bizi etrafımızdaki sessiz dramlara karşı daha duyarlı olmaya davet eder. Bazen en büyük acılar, en sessiz olanlardır. Bir insanın suskun duruşu, bir evin terk edilmişliği veya eski bir mezarın yalnızlığı, içinde binlerce sayfalık hikayeler, duyulmamış feryatlar barındırabilir. Şair, tek bir sessiz kabrin, binlerce insanın düşüncesini ve bakışını nasıl hüzne boğabildiğini göstererek, empatinin ve tefekkürün gücüne işaret eder. O mezar taşı, sadece bir sonun değil, aynı zamanda sayısız başlangıcın, hayalin ve hayatın sessiz bir anıtıdır. Onun sessiz feryadını duyabilenler, hayatın ve ölümün derin manası üzerine düşünmekten kendilerini alamazlar. Bu, sadece bir hüzün değil, aynı zamanda bir arınma ve idrak anıdır.
Özet
Menemenlizâde Tâhir Bey, bu beyitinde, sessiz ve yalnız bir mezarın gizli feryatlarının, onu gören ve üzerine düşünen binlerce insanın bakışlarını ve fikirlerini nasıl derin bir hüzne ve ümitsizliğe boğabildiğini anlatır. Şair, en büyük etkinin her zaman gürültülü ve görünür olaylardan kaynaklanmadığını; aksine, sessizliğin, gizliliğin ve tefekkürün insan ruhu üzerinde çok daha derin ve yaygın bir tesir bırakabileceğini ustalıkla ifade eder. Beyit, sessiz acıların ve fanilik gerçeğinin gücü üzerine derin bir düşüncedir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
14/10/2025