AŞK VE MUHABBETİN HAKİKATİ
AŞK VE MUHABBETİN HAKİKATİ
🌿 1. Aşkın Türleri: Hayvânî, İnsânî ve İlâhî Aşk – 1 –
🐾 1. Hayvânî Aşk
• Bu aşk nefsânîdir, bedene ve şekle yöneliktir.
• Menfaate, şehvete veya cismanî güzelliğe dayanır.
• Devamı yoktur; beden ölünce, aşk da ölür.
• Bu tür aşk Kur’ân’da nefs-i emmâre derecesine yakın bir hâli ifade eder.
• Nefsin arzularından doğan sevgidir; “sevgi”nin en alt mertebesidir.
• Divan edebiyatında bu tür aşklar “mecazî” aşkın gölgesinde kalır. Leylâ ile Mecnûn, Ferhad ile Şirin hikâyeleri hep bu mecazî aşkın ilâhî aşka dönüşümünün bir sembolüdür.
🌸 Mecnûn’un Leylâ’sında Hakk’ı bulması, hayvânî olandan ulvî olana geçişin remzidir.
🕊 2. İnsânî Aşk
• Bu aşk, sadece bedene değil, ruha, ahlâka, fazilete ve güzelliğin manevî boyutuna yöneliktir.
• Karşılıklı sevgi, muhabbet ve vefayı barındırır.
• Aklın, kalbin ve ruhun müşterek sevgisidir.
• Bu aşk, insanın kalbini temizler, inceltir, Hakk’a açılan bir pencere hâline gelebilir.
• Tasavvufta bu tür aşk mecazdan hakikate köprü kabul edilir.
Mevlânâ der ki:
“Mecazî aşk, seni hakikate götürmüyorsa o aşk değildir, hevestir.”
Yani insanî aşk, eğer Hakk’a götüren bir merdiven olursa kıymetlidir; değilse nefsin süslenmiş bir tuzağına dönüşür.
✨ 3. İlâhî Aşk
• Bu, Allah sevgisidir.
• Kalpteki bütün sevgileri temizler, yakar, Allah için sevmeyi öğretir.
• Bu aşkta benlik yoktur; “ene” (ene, enaniyet) silinir, sadece “O” kalır.
• Tasavvufta “Fenâ fillah” yani Allah’ta yok olmak makamına kadar çıkar.
• Kur’ân’da bu aşk “muhabbetullah” olarak geçer:
“Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”
(Mâide, 54 – TDV Meali)
• Bu sevgi sadece ibadetle değil, kalbin Allah’a yönelmesiyle, yani derûnî bir muhabbetle olur.
• Bu aşkta dünyevî unsurlar kalkar; vuslat, ruhî ve kalbî bir hâle gelir.
🌹 2. Divan Edebiyatında Aşkın Tasnifi
Divan şairleri aşkı üç mertebede işler:
Tür – Mahiyet – Hedef
Örnek Beyit / Sembol
Mecazî Aşk -Beşerî, dünyevî
Hakikî aşka köprü -Leylâ, Şirin, Züleyha
Hakikî Aşk -İlâhî, ruhanî
Allah’a vuslat – Mecnûn’un Leylâ’da Hakk’ı bulması
Aşk-ı Mutlak
Fenâ ve bekâ hâli – Allah’ın zatî muhabbeti
Mevlânâ’nın “Ben Hakk’a âşıkım” demesi
Divan şiirinde “sevgili” bazen Allah, bazen Peygamber, bazen de manevî hakikatin sembolüdür.
Züleyha’nın Yusuf’a olan aşkı da nefsî aşkın ilâhî aşka dönüşmesinin en kuvvetli örneğidir.
🌺 3. Kur’ân ve Hz. Yusuf – Züleyha Kıssası
📖 Yusuf Sûresi, Kur’ân’ın En Güzel Kıssası
“Biz sana bu Kur’ân’ı vahyetmekle en güzel kıssayı anlatıyoruz.”
(Yusuf, 3 – TDV Meali)
Hz. Yusuf’un kıssası sadece tarihî bir olay değil; aşk, sabır, iffet, ihlâs ve Allah’a bağlılık dersidir.
🕊 Züleyha’nın Aşkı
• Züleyha’nın Yusuf’a olan sevgisi önce nefsânîdir, hayvânî bir arzudur.
• Fakat Yusuf’un iffeti, sabrı ve Allah’a olan teslimiyeti karşısında bu aşk tezkiye olur, arınır.
• Züleyha sonunda o aşkın mecaz olduğunu idrak eder ve Hakk’a yönelir.
• Rivayetlerde Züleyha’nın sonradan tevbe ettiği, hatta Hz. Yusuf’a ilâhî bir sevgiyle bağlandığı anlatılır.
🌸 “Kadın, onun nefsinden murad almak istedi. O da Rabbinin burhanını gördü.”
(Yusuf, 24 – TDV Meali)
Bu ayet aşkın üç mertebesini gösterir:
• Nefsânî çağrı (Züleyha’nın arzusu)
• İnsânî direnç (Yusuf’un iffeti)
• İlâhî yardım (Rabbinin burhanını görmesi)
Yani aşk, sınavdır. Nefs için bir imtihan; kalp için bir arınma; ruh için bir yükseliştir.
🌿 4. Verdiği Mesajlar ve Hatırlattıkları
• Aşk bir imtihandır.
Yusuf’un sabrı, iffeti, Allah’a bağlılığı aşkı kemale dönüştürür.
• Güzellik bir emanettir.
Yusuf’un güzelliği sadece dışta değil, içte de “nur”dur; bu güzellik ilâhîdir.
• Nefsânî aşk tezkiye edilirse ilâhî aşka dönüşür.
Züleyha’nın sevdası sonunda hakikî aşka dönüşmüştür.
• Sabır, iffet ve tevekkül aşkta kemalin yoludur.
Yusuf’un kuyudan saraya, zindandan saltanata yükselişi bu sabrın neticesidir.
• Aşk Hakk’a götürmeli, kulda durmamalıdır.
Eğer aşk “O’na” yaklaştırmıyorsa, o aşk yanılmadır.
🌷 Sonuç ve Hikmet
Aşkın üç mertebesi, insanın üç katmanına tekabül eder:
Katman – Aşk Türü -Tezahürü / Nefs -Hayvânî Arzu, şehvet
Kalp – İnsânî Muhabbet, sadâkat / Ruh İlâhî Aşkullah, vuslat
🌿 “Allah bir kulunu severse, onun kalbine kendi sevgisini koyar.”
*******
Hayvanî, İnsanî ve İlâhî Aşkın Ayrımları – 2 –
Bu üç aşk türü, kaynağı, hedefi ve mahiyeti bakımından birbirinden ayrılır.
* Hayvanî Aşk: Bu aşkın mahiyeti tamamen nefsanîdir ve tabiatî ihtiyaçlardan doğar. Cinsî çekim, şehvanî arzular ve bedeni istekler bu aşkın en bariz özellikleridir.
Hayvanî aşk, aklın ve kalbin değil, bedenin ve nefsin heveslerini esas alır. Geçicidir, fânidir ve nihayeti genellikle maddî bir tatmindir.
* İnsanî Aşk: Bu aşk, hayvanî aşktan daha yüksek bir seviyededir. Duygusal bağ, muhabbet, dostluk, saygı ve vefa gibi unsurları ihtiva eder. İnsanî aşkta ruhlar da temas kurar, sadece bedenler değil. Evlilik, aile ve dostluk gibi sosyal münasebetlerde görülen bu aşk, karşılıklı fedakârlık, muhabbet ve merhamet üzerine bina edilir. Fânî olmakla beraber, hayvanî aşka göre daha derin ve kalıcı bir iz bırakabilir.
* İlâhî Aşk (Aşk-ı Hakikî): Bu aşk, bütün mâsivânın (Allah’ın dışındaki her şeyin) ötesindedir. İlâhî bir kaynak olan Allah’a yöneliktir ve bu aşkta ene ortadan kalkar. Aşık, Maşuk’unda fani olur. Bu aşka tasavvufta “aşk-ı hakikî” denir. İlâhî aşkta maddî bir karşılık beklenmez, zira bizzat Cenâb-ı Hakk’a kavuşma ve O’nun cemâlini nazar etme arzusu vardır. Divan edebiyatında şairler, zahirde Leylâ ve Mecnun, Şirin ve Ferhad gibi beşerî aşkları tasvir etse de, batında bu hikâyeler hep ilâhî aşkı tasvir eder. Bu açıdan, tasavvufî düşünceye göre, insanın hakikî varlığına ulaşması ancak bu aşk ile mümkündür.
Yusuf Sûresindeki Kıssa ve Mealleri
Yusuf Aleyhisselâm ve Züleyha kıssası, Kur’an’ın en güzel ve ibretli kıssalarından biridir. Bu kıssada hayvanî aşkın nefsanî yanılmalarını, insanî aşkın derinliğini ve ilâhî aşkın en üstün mertebesini görmekteyiz. Kıssa, Yusuf Aleyhisselâm’ın güzelliği ile başlayan bir imtihanlar zinciridir.
Züleyha’nın Yusuf Aleyhisselâm’a duyduğu başlangıçtaki aşk, hayvanî ve nefsanî bir aşktır. Kur’an’da bu durum şu şekilde ifade edilir:
Yusuf Sûresi, 23. Âyet:
> “Evinde bulunduğu kadın (onu kendine) arzu etmiş ve kapıları kilitleyerek, “Haydi gel!” demişti. Yusuf, “Allah’a sığınırım. Şüphesiz o benim Rabbimdir, bana güzel davrandı. Şüphesiz zalimler kurtuluşa eremezler” dedi.” (TDV Meali)
>
Bu ayette Züleyha’nın arzusu, tamamen nefsanî ve maddî bir isteği ön plana çıkarmaktadır. Bu aşkın nihayeti, Yusuf Aleyhisselâm’ın kaçmasıyla engellenir ve Züleyha, bu gayrı meşru isteğini isbat edecek bir delil bulamaz.
Ancak kıssanın devamında Züleyha’nın bu nefsanî arzusunun, yıllar sonra ilâhî bir aşka dönüştüğü rivayet edilir. Yusuf Aleyhisselâm Mısır’a sultan olduktan sonra, Züleyha’nın artık o eski güzelliğini ve gücünü yitirdiği, dünya malından el çektiği ve sadece Yusuf Aleyhisselâm’ın Rabbine yöneldiği anlatılır. Onun bu dönüşümü, nefsin arzusundan kurtulup kalbin Allah’a yönelmesiyle gerçekleşir. Bu, zahirî bir aşkın, batınî bir hakikate ulaşmasının en güzel tasviridir. Bu dönüşümle, Züleyha’nın kalbinde yer eden nefsanî muhabbet, yerini Allah’ın sevgisine ve takvasına bırakmıştır.
Yusuf Aleyhisselâm Kıssasının Verdiği Mesajlar ve Hatırlattıkları
Yusuf Aleyhisselâm kıssası, sadece bir aşk hikâyesi değil, aynı zamanda pek çok mühim hikmet ve düşünceyi ihtiva eder.
* Sabır ve Takvanın Fazileti: Yusuf Aleyhisselâm, gençliğinde Züleyha’nın gayrı meşru isteği karşısında nefsine hâkim olmuş ve Allah’a sığınmıştır. Bu durumu Kur’an Yusuf Sûresi, 24. Âyet’te şöyle beyan eder: “Andolsun kadın onu arzulamıştı, eğer Rabbinin burhanını görmeseydi o da onu arzu ederdi. İşte biz, kötülüğü ve fuhşu ondan uzaklaştırmak için böyle yaptık. Şüphesiz o, ihlâslı kullarımızdandı.” (TDV Meali) Bu ayet, takvanın ve ilâhî burhanın insanı her türlü kötülükten koruyacağının isbatıdır.
* Yanılmaların Dönüşümü: Züleyha’nın kıssası, nefsanî ve dünya sevgisine dayalı bir aşkın dahi, doğru bir bağlantı ve nazar ile ilâhî bir aşka dönüşebileceğini gösterir. Yanılmalar, tövbe ve sâdık bir kalp ile en büyük fazilete dönüşebilir. Bu, insanın tabiatının ne kadar aldatıcı olabileceğini ve hakikî hayatın ancak ilâhî aşkla elde edilebileceğini hatırlatır.
* İlâhî Takdir ve Tevhid: Kıssa, her şeyin Allah’ın takdiriyle olduğunu ve en zor imtihanlardan bile çıkış yollarının olduğunu vurgular. Yusuf Aleyhisselâm’ın kuyuya atılması, köle olması ve zindana düşmesi gibi zahiren kötü olan hadiselerin, nihayetinde onu Mısır’a sultan yapması, ilâhî takdirin en güzel tasviridir.
* Güzelin Hakikate Vesile Olması: Divan şiirinde ve tasavvufî düşüncede, zahirî güzellik, Allah’ın cemâlinin bir tecellisi olarak kabul edilir. Yusuf Aleyhisselâm’ın bu derece güzel olması, insanları O’na yöneltmiş, Züleyha’yı da evvela nefsanî bir sevgiye, sonra ise hakikî bir tevhid ve aşk-ı ilâhîye sevk etmiştir.
Bu doğrultuda, Yusuf Aleyhisselâm kıssası, nefsin zaaflarından kurtulup ruhun ve kalbin derinliklerine yönelmek için ilâhî aşka ve takvaya ihtiyacımız olduğunu hatırlatan cihanşümul bir mesaj taşır.
*****
🌹 I. Aşk ile Muhabbet Arasındaki Fark
🌺 1. Aşk
• “Aşk” kelimesi Arapçada “şiddetli sevgi” demektir.
• Lügatte “sarılıp saran sarmaşık” anlamındaki “aşaka” kelimesinden gelir; yani seveni sarar, kuşatır, yakar.
• Aşk çoğu zaman şiddetli bir muhabbetin neticesi olup fakat akıl ve iradeyi yakabilir.
🕊 “Aşk, muhabbetin ifrat derecesidir. Bazen aklı yakar.”
• Yani aşk, eğer mecazî (insana, bedene, fanîye) yönelmişse, o aşk yakıcı olur; çünkü fani bir varlığa sonsuzluk hissiyle bağlanmak, insanı perişan eder.
🌿 “Aşk, şiddetli bir muhabbettir. Fâni mahbuplara müteveccih olduğu vakit, ya o aşk kendi sahibini daimî bir azap ve elemde bırakır. Veyahut o mecazî mahbup, o şiddetli muhabbetin fiyatına değmediği için, bâki bir mahbubu arattırır; aşk-ı mecazî, aşk-ı hakikîye inkılâp eder.
İşte, insanda binlerle hissiyat var. Herbirisinin, aşk gibi, iki mertebesi var: biri mecazî, biri hakikî. Meselâ, endişe-i istikbal hissi herkeste var. Şiddetli bir surette endişe ettiği vakit bakar ki, o endişe ettiği istikbale yetişmek için elinde senet yok.”(Bediüzzaman)
• Fani olan şey elden gidince, aşık da yanar, mahvolur.
Çünkü o sevgide ebedîlik yoktur.
🌷 2. Muhabbet
• Muhabbet ise kalbin temiz bir meyli, ölçülü sevgisidir.
• Aşk yakar, muhabbet ısıtır.
• Aşk yakıcı bir ateştir; muhabbet nurlu bir güneştir.
✨ “Muhabbetin esası Cenâb-ı Hakk’ın cemâline, kemâline ve ihsanına karşı bir hayranlık, bir minnettarlık hissidir.”
• Muhabbet, Hakk’a yöneldiği zaman insana huzur verir, aşk ise fanide kaldıkça elem verir.
• Muhabbet kalbin en saf, en parlak kuvvetidir; yaratılışın özüdür.
🌸 “Muhabbet şu kâinatın bir rabıtasıdır. Kâinatı birbirine bağlayan bir nurdur.”
• Yani muhabbet, Allah’ın bütün mahlûkatı arasında kurduğu manevî bağdır.
🌼 II. Risale-i Nur’a Göre Aşkın Mertebeleri
Bediüzzaman, aşkın üç derecesinden bahseder:
• Mecazî Aşk:
Fânîye yönelmiş aşktır. Güzelliği kendi zatında zanneder.
“Fânîyi sevmek, ebedî bir azap doğurur.”
• Mecazdan Hakikate Geçen Aşk:
Seven, sevgilisinde Allah’ın cemâlini, güzelliğini fark eder.
“Mecazdan hakikate geçmeyen aşk, aşıkı ateşe atar.”
• Hakikî Aşk (Aşk-ı İlâhî):
Allah’ın cemâlini, kemâlini, rahmetini sever; O’na vuslat ister.
“Aşk-ı İlâhî, saadet-i ebediyenin anahtarıdır.”
🌹 III. Kur’ânî Dayanak – Muhabbet-i İlahiye
Kur’ân’da “aşk” kelimesi geçmez; fakat “muhabbet” kökü çok defa zikredilir:
“Allah onları sever, onlar da Allah’ı severler.”
(Mâide, 54 – TDV Meali)
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin.”
(Âl-i İmrân, 31 – TDV Meali)
🌿 Aşk, Kur’ân’da medhedilmemiş; fakat muhabbet emredilmiştir. Çünkü muhabbet, itidali, ihlası, ubudiyeti netice verir. Aşk ise bazen aklı yakar, şeriatı unutturur.
🌸 IV. Hz. Yusuf Kıssası Açısından Aşk ve Muhabbet
Hz. Yusuf ve Züleyha kıssası bu farkın en parlak misalidir.
• Züleyha’nın ilk duygusu aşktır.
Bu aşk nefsânîdir, gözden doğmuştur, bedene yönelmiştir.
Onun için yakıcıdır, azap vericidir.
“Kadın onun nefsinden murad almak istedi…” (Yusuf, 24)
• Fakat Züleyha, Yusuf’un iffetini ve Allah’a bağlılığını gördükçe, o aşk tezkiye olur, muhabbete dönüşür.
Artık Yusuf’un yüzünde Hakk’ın cemâlini, güzelliğini görür.
Nefis yanarken, kalp arınır.
“Mecazî aşk, eğer Hakk’ın cemâline bir merdiven olsa, o vakit aşk-ı mecazîden aşk-ı hakikîye geçer, o da makbuldür.”
Yani Züleyha, bu merdivenden geçti; aşkı muhabbet oldu, muhabbeti marifet oldu.
🌿 V. Netice Cümlesi
🌸 “Aşk, fânîde kalırsa elem verir; Bâkî’ye dönerse lezzet verir.”
🌺 “Muhabbet, fânîde olursa bela olur; Bâkî’de olursa saadet olur.”
🌷 Özetle
Kavram – Mahiyet – Sonuç
Aşk -Şiddetli sevgi, yakıcı ateş
Fanide olursa elem; Hakk’a yönelirse nur
Muhabbet – Kalbin Hakk’a yönelen meyli, itidal – Huzur, ubudiyet, ebedî saadet
*****
🌹 I. MECÂZÎ AŞK NEDİR?
Mecazî aşk, insanın bir güzelliğe, bir varlığa, bir nimete, bir kişiye veya bir eşyaya yönelmiş şiddetli sevgisidir.
Fakat bu sevgi, çoğu zaman güzelliği o varlığın zatında zannetmek hatasından doğar.
🌿 “Aşk-ı mecazî, fânî mahbuba müteveccih olduğu vakit, daimi firak azabını netice verir.”
Yani fani bir varlığı, sonsuz bir sevgiyle sevmek imkânsız bir iştir. Çünkü o varlık fânîdir, elden gider.
O zaman kalp yanar, aşk azaba döner.
Ama bu hâl, aslında terbiye edici bir mekteptir.
🌸 II. MECÂZÎ AŞKIN İÇİNDEKİ HAKİKAT CÜZÜ
Her mecazî aşkın içinde, aslında ilâhî bir hakikatin gölgesi vardır.
✨ “Mahlûkatın cemâlini, kemâlini seviyorsan, bil ki onlar Cenâb-ı Hakk’ın cemâl ve kemâline işaret eden birer aynadır.”
Yani bir kimse bir güzelliği sevdiyse, o sevgi aslında Allah’ın cemâl sıfatına bir meyildir; farkında değildir, ama sevdiği şey O’nun güzelliğinin bir tecellisidir.
İşte bu farkındalık doğduğunda, aşk mecazdan hakikate geçmeye başlar.
🌷 III. MECÂZDAN HAKİKATE GEÇİŞİN AŞAMALARI
1. Perdenin Yırtılması – Güzelliğin Faniliğini Görmek
Aşık, sevdiği şeyin fanî olduğunu, elden gideceğini idrak eder.
Sevgi artık bir ızdırap kaynağı olur; bu da onu düşünmeye sevk eder.
🌿 “Fânî mahbublar, bâkî muhabbeti kabul etmezler.”
2. Güzelliğin Kaynağını Fark Etmek
Aşık anlar ki, o güzellik o varlığa ait değil;
onu güzelleştiren, Cemîl-i Zülcelâl’in (Allah’ın Güzelliği) bir yansımasıdır.
🌸 “Her kemal ve cemal sahibi, fıtraten cemal ve kemalini görmek ve göstermek istemesi sırrınca, o muhtelif esma dahi, daimî ve sermedi oldukları için, daimî bir surette Zat-ı Akdes hesabına tezahür isterler.”(24. Mektub)
Bu idrak, mecazın perdesini yırtar, tecelliye ulaştırır.
3. Sevgiyi Aslî Kaynağına Yönlendirmek
Artık seven, o güzelliği değil, güzelliğin Sahibini sever.
Mahlûka değil, Hâlık’a yönelir.
🌺 Mahlûkatı sevmek, Hâlık için olmalı. Çünkü mahlûkatın cemâli fânidir; fakat Hâlık’ın cemâli bâkîdir.
4. Mahlûkta Hakk’ı Görmek
Bu mertebede seven kişi, her güzellikte Allah’ın cemâlini müşâhede eder.
Artık o sevgi ilâhî bir nazar hâline gelir.
🕊 “Ehl-i aşk, mecazî suretlerde Hakk’ın cemâlini temaşa eder.”
5. Muhabbete ve Marifete Dönüş
Aşk artık muhabbete, muhabbet de marifetullaha dönüşür.
Seven, Allah’ı tanımanın, bilmenin lezzetini tadar.
🌿 “Muhabbet, marifeti intac eder; marifet, muhabbeti ziyadeleştirir.”
Yani artık aşk bir ateş değil, bir nur olur.
🌹 IV. HZ. YUSUF VE ZÜLEYHA’DA BU SÜRECİN TEMSİLİ
Züleyha’nın hikâyesi, mecazdan hakikate geçişin sembolüdür.
• Başlangıçta Züleyha, Yusuf’un güzelliğine âşık olur.
Bu mecazî aşktır.
• Yusuf’un iffeti, sabrı ve Allah’a yönelişi karşısında Züleyha anlar ki:
“Bu güzellik, Allah’tan bir tecellidir.”
• Artık Yusuf’u değil, Yusuf’ta tecelli eden Cemîl-i Mutlak’ı sever.
Tasavvufta bu hâl şöyle özetlenir:
🌸 “Züleyha Yusuf’ta Yusuf’u değil, Yusuf’un Rabbini buldu.”
Bu, aşkın mecazdan hakikate yükselişidir.
🌿 V. Son Söz
✨ “Aşk, mecazdan hakikate bir köprüdür. Mecazda kalırsa ateştir, hakikate geçerse nurdur.”
🌷 “Sevdiğin şeylerdeki lezzet, onların zatında değil, Cenâb-ı Hakk’ın sana ihsan ettiği muhabbetin neticesidir.”
🕊 “Cemâl-i İlâhîye yol açan muhabbet, insanın en yüksek duygusudur. O duygu, mecazda boğulmasın; Hakk’a yönelsin.”
🌺 Özet
Mertebe – Aşkın Hâli – Sonucu
Mecazî Aşk – Fânîye yönelir, bedene bağlıdır.Yanma, hicran, elem
Tezkiyeli Aşk – Fânîdeki güzelliğin Hakk’tan geldiğini fark eder.Uyanış, tefekkür
Hakikî Aşk – Allah’ın cemâline yönelir.Huzur, nur, marifet
🌸 Netice:
Aşk, Hakk’a ulaşmazsa yakar;
Hakk’a ulaşırsa muhabbet olur.
Muhabbet, aşkın arınmış, nurlanmış hâlidir.
“Fânîyi sevmek muhabbet değil, gaflettir.
Bâkîyi sevmek, muhabbetin ta kendisidir.”
*****
Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri’nin Tahlil ve beyanında fark şöyle izah ediliyor:
• “Yirmi Dördüncü Mektub’un İkinci Zeyli
Mi‘râc-ı Nebevî hakkındadır.
Mevlid-i Nebevînin Mi‘râciye kısmında “Beş Nükte” yi beyân edeceğiz.
Birinci Nükte: Cennetten getirilen Burâk’a dâir, Mevlid yazan Süleyman Efendi hazîn bir aşk mâcerâsını beyân ediyor. O zât ehl-i velâyet olduğu ve rivâyete binâ ettiği için, elbette bir hakîkati o sûretle ifade ediyor.
Hakîkat şu olmak gerektir ki:
Âlem-i bekānın mahlûkları, Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’ın nûruyla pek alâkadârdırlar. Çünkü onun getirdiği nûr iledir ki, cennet ve dâr-ı âhiret, cin ve ins ile şenlenecek. Eğer o olmasaydı, o saadet-i ebediye olmazdı. Ve cennetin her nevi‘ mahlûkātından istifâdeye müsteid olan cin ve ins, cenneti şenlendirmeyeceklerdi. Bir cihette sâhibsiz, vîrâne kalacaktı. Yirmi Dördüncü Söz’ün Dördüncü Dalı’nda beyân edildiği gibi, nasıl ki bülbülün güle karşı dâsitâne-i aşkı, tâife-i hayvânâtın tâife-i nebâtâta derece-i aşka bâliğ olan ihtiyâcât-ı şedîde-i aşknümâyı, rahmet hazinesinden gelen ve hayvanâtın erzâklarını taşıyan kāfile-i nebâtâta karşı i‘lân etmek için bir hatîb-i Rabbânî olarak, başta bülbül-ü gül ve her nevi‘den bir nev‘-i bülbül intihâb edilmiş. Ve onların nagamâtı dahi, nebâtâtın en güzellerinin başlarında hoş-âmedî nev‘inden tesbîhkârânebir hüsn-ü istikbâldir, bir alkışlamadır.
Aynen bunun gibi, sebeb-i hilkat-i eflâk ve vesîle-i saadet-i dâreyn ve Habîb-i Rabbü’l-Âlemîn olan Zât-ı Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’a karşı, nasıl ki melâike nev‘inden Hazret-i Cebrâîl Aleyhisselâm kemâl-i muhabbetle hizmetkârlık ediyor.
• Melâikelerin Hazret-i Âdem Aleyhisselâm’a inkıyâd ve itâatini ve sırr-ı sücûdunu gösteriyor. Öyle de ehl-i cennetin, hatta cennetin hayvanât kısmının dahi o zâta karşı alâkaları, bindiği Burak’ın hissiyât-ı âşıkānesiyle ifade edilmiştir.
İkinci Nükte: Mi‘râc-ı Nebevîdeki mâcerâlardan birisi, Cenâb-ı Hakk’ın Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm’a karşı muhabbet-i münezzehesi, “Sana âşık olmuşum” ta‘bîriyle ifade edilmiş. Şu ta‘bîrât, Vâcibü’l-Vücûd’un kudsiyetine ve istiğnâ-yı zâtîsine ma‘nâ-yı örfî ile münâsib düşmüyor. Madem Süleyman Efendi’nin mevlidi, rağbet-i âmmeye mazhariyeti delâletiyle, o zât ehl-i velâyettir ve ehl-i hakîkattir, elbette irâe ettiği ma‘nâ sahîhtir. Ma‘nâ da budur ki:
Zât-ı Vâcibü’l-Vücûd’un hadsiz cemâl ve kemâli vardır. Çünkü bütün kâinâtın aksamına inkısâm etmiş olan cemâl ve kemâlin bütün envâı, onun cemâl ve kemâlinin emâreleri, işaretleri, âyetleridir.
İşte her halde cemâl ve kemâl sâhibi, bilbedâhe cemâl ve kemâlini sevmesi gibi, Zât-ı Zülcelâl dahi cemâlini pek çok sever. Hem kendine lâyık bir muhabbetle sever. Hem cemâlinin şuââtı olan esmâsını dahi sever. Madem esmâsını sever, elbette esmâsının cemâlini gösteren san‘atını sever. Öyle ise, cemâl ve kemâline ayna olan masnûâtını dahi sever. Madem cemâl ve kemâlini göstereni sever, elbette cemâl ve kemâl-i esmâsına işaret eden mahlûkātının mehâsinini sever. Bu beş nevi‘ muhabbete Kur’ân-ı Hakîm âyâtıyla işaret ediyor.
İşte Resûl-ü Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, madem masnûât içinde en mükemmel ferddir ve mahlûkāt içinde en mümtâz şahsiyettir.
Hem san‘at-ı İlâhiyeyi bir velvele-i zikir ve tesbîh ile teşhîr ediyor ve istihsân ediyor. Hem esmâ-yı İlâhiyedeki cemâl ve kemâl hazinelerini lisân-ı Kur’ân ile açmıştır. Hem kâinâtın âyât-ı tekvîniyesinin Sâni‘inin kemâline delâletlerini, parlak ve kat‘î bir sûrette lisân-ı Kur’ânla beyân ediyor. Hem küllî ubûdiyetiyle, rubûbiyet-i İlâhiyeye aynadârlık ediyor.
Hem mâhiyetinin câmiiyetiyle, bütün esmâ-yı İlâhiyeye bir mazhar-ı etemm olmuştur.
Elbette bunun için denilebilir ki: Cemîl-i Zülcelâl kendi cemâlini sevmesiyle, o cemâlin en mükemmel âyîne-i zîşuûru olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı sever.
• Hem kendi esmâsını sevmesiyle, o esmânın en parlak aynası olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı sever ve Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’a benzeyenleri dahi derecelerine göre sever.
Hem san‘atını sevdiği için, elbette onun san‘atını en yüksek bir sadâ ile bütün kâinâtta neşreden ve semâvâtın kulağını çınlatan berr ve bahri cezbeye getiren bir velvele-i zikir ve tesbîh ile i‘lân eden Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı sever ve ona ittibâ‘ edenleri de sever.
Hem masnûâtını sevdiği için, o masnûâtın en mükemmeli olan zîhayatı ve zîhayatın en mükemmeli olan zîşuûru ve zîşuûrun en efdali olan insanları ve insanların bil’ittifâk en mükemmeli olan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı elbette daha ziyâde sever.
Hem kendi mahlûkātının mehâsin-i ahlâkiyelerini sevdiği için, mehâsin-i ahlâkiyede bil’ittifâk en yüksek mertebede bulunan Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’ı sever ve derecâta göre ona benzeyenleri dahi sever. Demek Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti gibi, muhabbeti dahi kâinâtı ihâta etmiş.
İşte o hadsiz mahbûblar içindeki mezkûr beş vechinin her bir vechinde en yüksek makam, Muhammed-i Arabî Aleyhissalâtü Vesselâm’a mahsûstur ki, “Habîbullâh” lakabı ona verilmiş.
İşte bu en yüksek makam-ı mahbûbiyeti Süleyman Efendi, “Ben sana âşık olmuşum” ta‘bîriyle beyân etmiştir. Şu ta‘bîr, bir mirsâd-ı tefekkürdür. Gayet uzaktan uzağa bu hakîkate bir işarettir. Bununla beraber, madem bu ta‘bîr şe’n-i rubûbiyete münâsib olmayan ma‘nâyı hayâle getiriyor. En iyisi şu ta‘bîr yerine: “Ben senden râzı olmuşum” denilmeli.”
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
14/10/2025