BERCESTE VE İZAHI – 17 –

translator

 

BERCESTE VE İZAHI – 17 –

​İrfan Yolunda Beş Durak: Aşk, İlim, Terk ve Uyanış
​Bu makale, Klasik Türk Edebiyatı’nın ve tasavvufi düşüncenin derinliğini yansıtan beş farklı şairin beş beytini merkeze alarak; aşk, ilim, nefs terbiyesi, dünyadan el çekme ve hakikat yolunda uyanıklık gibi kadim konuları ele almaktadır. Her bir beyit, kendi içinde bir felsefe barındıran, asırlar ötesinden günümüze ışık tutan birer hikmet pınarıdır.
​1. Hikmet-i İlim ve Nefsin Yükü: Hz. Mevlânâ

​Farsça ve Transkripsiyon:
Hîn me-keş behr-i hevâ ân bâr-ı ilm
Tâ bebînî der-derûn anbâr-ı ilm
Hz. Mevlânâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki
İçindeki ilim ambarını göresin.”
​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin bu derinlikli beyti, ilmin (bilginin) amacını ve mâhiyetini sorgular. Şair, bilgiyi bir “yük” olarak tanımlayarak, bilginin sadece zihinsel bir birikim, kuru bir malumat yığını haline gelmesi tehlikesine işaret eder. Eğer bilgi, hevâ ve heves (nefsin geçici arzuları, bencillik) uğruna kullanılır, makam, mevki veya kişisel menfaat için araçsallaştırılırsa, bu bilgelik değil, ağır bir yüktür.
​Ancak beyit, bu yükü terk etmenin karşılığında bir vaatte bulunur: “İçindeki ilim ambarını göresin.” Mevlânâ’ya göre gerçek ilim, dışarıdan öğrenilen değil, gönlün derinliklerinde, ruhun özünde saklı olan, ilahî bir lütufla açığa çıkan mârifet yani bilgeliktir. Kişi, nefsanî gayelerden arındığında, dış dünyanın gürültüsünü susturduğunda, taşıdığı yük hafifler ve asıl hazine olan ‘iç bilgi ambarı’ yani sezgi, kalbi idrak ile ulaşılan hakikatler kendisine ayân olur. Bu, “nefsini bilen Rabbini bilir” düsturunun ilimdeki yansımasıdır. Tarihi ve tasavvufi olarak bu, sûfilerin “zâhirî ilim” (dış) ve “bâtınî ilim” (iç) ayrımındaki temel görüşlerden biridir.
​2. Aşkın Ebedi Gözü: Necârzâde Rızâ

​Arapça ve Transkripsiyon:
Gören âşık cemâl-i bâ-kemâlin görmeyen âşık
O gül-ruhsâra bi’llâhi Hudâvend-i cihân âşık
Neccârzâde Rızâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Yemin olsun ki kemâle eren yüzünü gören de âşık, görmeyen de;
Hatta şu kâinatın yaratıcısı dahi senin o gül yüzüne âşık.”
​İzah ve Açıklama
​Necârzâde Rızâ’ya ait olduğu belirtilen bu beyit, Divan şiirinin zirvesindeki ilahi ve beşeri aşkın birleştiği noktayı ifade eder. Beyit, mübalağanın (abartı) ve te’kid (vurgulama, yemin) sanatının en çarpıcı örneklerinden biridir.
​Şair, sevgiliye (mutlak güzelliğe, yani yaratıcının tecellisine) duyulan aşkın evrenselliğini ilan eder. “Kemâle eren yüz” (cemâl-i bâ-kemâl), hem beşeri anlamda en mükemmel güzelliği hem de tasavvufta Cemâl-i İlâhî’yi (Allah’ın güzellik sıfatının tecellisi) simgeler. Aşkın, görmeye ve görmemeye bağlı olmadığını ifade ederek, bu aşkın kaynağının göz değil, kalb olduğunu vurgular. Göz, bir perdedir; asıl aşık olan ruhtur.
​Beytin zirve noktası, “O gül-ruhsâra bi’llâhi Hudâvend-i cihân âşık” mısrasıdır. “Bi’llâhi” (Allah’a yemin olsun) ifadesiyle sevgiliye duyulan hayranlığın ciddiyeti pekiştirilir. Asıl müthiş iddia ise kâinatın yaratıcısının dahi (Hudâvend-i cihân) o gül yüze âşık olmasıdır. Bu ifade, tasavvufi bir derinlik taşır. “Gül yüz”, Mutlak Güzelliğin bir tecellisi olduğundan, aslında Yaratıcı’nın kendi yarattığı güzelliği sevmesi, “Ben gizli bir hazineydim, bilinmek istedim ve yarattım” kudsi hadisinin estetik bir yorumudur. Yaratıcının bile hayran olduğu bir güzellik karşısında beşerî aşkın yüceliği ve mazuriyeti anlatılır. Bu, aşkın yaratılışın özünde olduğu fikrinin edebi bir ifadesidir.
​3. Dünyadan El Çekme Sanatı: Sâ’ib-i Tebrîzî

​Farsça ve Transkripsiyon:
Hîç kârî bî-te’emmül gerçi Sâ’ib hûb nîst
Bi-te’emmül âstîn-efşânden ez-dünyâ hoşest
Sâ’ib-i Tebrîzî
​Günümüz Türkçesiyle:
“Ey Sâib! Hiçbir işi düşünmeksizin yapmak güzel değildir.
Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek güzeldir.”
​İzah ve Açıklama
​İsfahan üslûbunun büyük şairi Sâ’ib-i Tebrîzî, bu beytinde dünya görüşü ve eylem hikmetine dair çarpıcı bir paradoks sunar. Beytin ilk dizesi, aklın ve tedbirin gerekliliğini vurgular: Hayatta yapılan her işin, “te’emmül” yani derinlemesine düşünme, ölçüp biçme ile yapılması esastır ve güzelliktir. Bu, İslâm ahlâkında da önemli bir yer tutan ihtiyatlı olma ilkesidir.
​Ancak ikinci mısrada, bu kurala bir istisna getirir ve büyük bir kontrast oluşturur: “Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek (âstîn-efşânden) güzeldir.” Âstîn-efşânden (yenini silkelemek), bir şeyi bırakıp gitme, vedalaşma, kayıtsız kalma anlamlarına gelir. Şairin demek istediği şudur: Dünya, tabiatı itibarıyla geçici, aldatıcı ve nihayetinde bir hapis yeridir. Bu hakikat o kadar aşikâr, o kadar kesindir ki, bu dünyadan yüz çevirmenin, ona bağlanmamanın, onun geçici zevklerine dalmamanın ayrıca bir düşünceye ve tereddüde ihtiyacı yoktur.
​Diğer işler akılla ve tereddütle yapılırken, dünyayı terk etme kararı anlık bir sezgi, bir kalp coşkusu, tereddütsüz bir teslimiyetle verilmelidir. Dünya sevgisi (hubb-ı dünya) öyle bir hastalıktır ki, ondan kurtulmak için en hızlı ve tereddütsüz kararı vermek gerekir. Bu, bir nevi aklın dahi ötesinde bir hakikat idraki gerektiren, anlık bir uyanışın önemini vurgulayan bir ifadedir.
​4. Gecenin Kıymeti ve Bekleyişin Eziyeti: Nâ’ilî

​Arapça ve Transkripsiyon:
Kadem kadem gece teşrifi Nâ’ilî o mehin
Cihân cihân elem-i intizâra değmez mi
Nâ’ilî
​Günümüz Türkçesiyle:
“Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin gece,
Yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi,
dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı çekmeye değmez mi?”
​İzah ve Açıklama
​Divan şiirinin Sebk-i Hindî (Hint Üslûbu) akımının önemli temsilcilerinden Nâ’ilî-i Kadîm’in bu beyti, aşkın ıstırabını ve vuslatın (kavuşmanın) yüceliğini işler. Beyit, zengin imgeler ve söz tekrarlarıyla (tekrîr) sanatsal bir derinlik kazanmıştır.
​Buradaki sevgili, güzelliğiyle “meh” (ay)’a benzetilmiştir. Sevgilinin gelişi, “kadem kadem” (adım adım, yavaş yavaş) gerçekleşir ve bu, onun nazının (aşk oyununun) bir parçasıdır. Gecenin karanlığı içinde ayın yavaşça yükselmesi gibi, sevgilinin gelişi de yavaş ve görkemli bir olaydır. “Teşrif” kelimesi, onun bu gelişine bir şeref ve değer atfeder.
​Bu yavaş ve nazlı gelişin karşısında ise “cihân cihân elem-i intizâr” (dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı) yer alır. “Cihân cihân” (dünyalar dolusu) ifadesiyle, çekilen bekleme acısının büyüklüğü ve derinliği mübalağa sanatı ile anlatılmıştır. Şair, çektiği bu devasa ızdırabı, sevgilinin bir anlık nazlı teşrifine feda etmeyi sorgular ve cevabın kesin bir “değer” olduğu ima edilir. Bu, aynı zamanda tasavvufta seyr ü sülûk (manevi yolculuk) sırasında çekilen zorlukların, Hakikate ulaşma anındaki zevk karşısında önemsiz kalacağını anlatan bir sembolizm de taşır. Aşık, çektiği acının büyüklüğü oranında kavuşmanın lezzetini yüceltir.
​5. Ebedi Hayatın Anahtarı: Hz. Mevlânâ

​Farsça ve Transkripsiyon:
Ger mî-hâhî bekā vü pîrûz, mehosb
Ez-âteş-i ʿaşḳ-ı dûst mî-sûz, mehosb
Sad şeb hoftî vü hâsıl-ı ân dîdî
Ez-bahr-i Hudâ imşeb tâ rûz mehosb
Hz. Mevlânâ
​Günümüz Türkçesiyle:
“Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet istiyorsan, uyuma!
Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma!
Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün;
Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!”
​İzah ve Açıklama
​Hz. Mevlânâ’nın bu beyti (ki aslında bir kıtadır), tasavvuf yolunun en temel ilkelerinden biri olan uyanıklığı (yakazat) ve gece ibadetinin önemini emreder. Beyit, bir davet ve aynı zamanda bir uyarı niteliği taşır.
​Şair, arayışın amacını en başta koyar: “Bekā vü pîrûz” (ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet). Bu amaca ulaşmanın ilk şartı “mehosb” (uyuma!) emridir. Buradaki uyku (hosb), sadece bedeni uyku değil, asıl olarak gaflet uykusudur. Gaflet, insanın hakikatten, yaratılış amacından ve ilahî aşktan uzak kalması halidir.
​Gerçek hayatı arayan kişiye sunulan yol, **”Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl”**maktır. “Dost” burada Allah’tır. Yanıp yakılmak ise aşkın yakıcı ateşiyle nefsi terbiye etmek, sabaha kadar ibadet etmek ve tefekkürle meşgul olmaktır. İkinci beyit ise bir muhasebe ve teşvik ihtiva eder: “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün.” Gafletle geçirilen ömrün verimsizliği hatırlatılır. Son mısrada ise “Ez-bahr-i Hudâ” (Allah aşkına) diyerek emri en güçlü şekilde tekrar eder: “Bu gece sabaha kadar uyuma!” Mevlânâ, hakikat yolcusuna ebedi saadeti fani uykulara tercih etmesi gerektiğini, uyanıklığın sadece bedeni değil, gönül ve idrak uyanıklığı olduğunu öğütler. Bu, Divan ve Tasavvuf edebiyatında şeb-i ihyâ (geceyi ibadetle geçirme) geleneğinin en güçlü şiirsel ifadelerindendir.
​Makale: Aşk, İlim ve Terk İle Dokunan Uyanışın İpeği
​İnsanlık tarihi, daima bir arayışın, bir uyanışın öyküsüdür. Kadim şairlerin ve sufilerin sözleri ise bu arayışın yol haritası, uyanışın manifestosu olmuştur. Farklı zamanlarda yaşamış, farklı coğrafyalarda kalem oynatmış olsalar da, Mevlânâ, Sâ’ib-i Tebrîzî ve Nâ’ilî gibi üstatların eserleri, ruhun özündeki aynı hakikate parmak basar: Gerçek hayat, gaflet uykusundan uyanmakla başlar. Bu makalede, sunduğumuz beş hikmetli beyit üzerinden, tasavvuf ve irfan yolunun beş temel durağını inceleyeceğiz: İlmin Amacı, Aşkın Evrenselliği, Dünyadan Tereddütsüz El Çekme, Vuslatın Değeri ve Gafletten Kurtuluş.
​1. İlim Yükünden Kurtulup Öz Bilgeliğe Erişim (Mevlânâ)
​Mevlânâ’nın: “Bilgi yükünü, heva ve heves uğruna taşıma ki / İçindeki ilim ambarını göresin,” uyarısı, bilginin ahlâkî sorumluluğuna dair yüzyıllık bir ders sunar. İlim, modern çağda olduğu gibi eski devirlerde de bir güç aracıydı. Ancak Mevlânâ’ya göre, güç için edinilen bilgi, nefs-i emmârenin (bencillik ve arzuların) hizmetkârı olduğunda, o bilgi bir ışık olmaktan çıkar, taşıyanı ezen ağır bir yüke dönüşür. Bir fâkih (hukukçu) veya bir filozof, bilgisini makam için, tartışmayı kazanmak için kullandığında, aslında kendi içindeki Hakikat ambarının kapısını kapatmış olur. Zira hakiki ilim, “ledün ilmi” denilen, kalb yoluyla edinilen, tevazu ve samimiyetle yeşeren bilgidir. Dış yükü bırakan derviş, içindeki hikmet pınarını bulur ve böylece ilim, yük olmaktan çıkıp “nûr” (ışık) haline gelir.
​2. Aşkın Mutlak Kudreti ve Yaratılışın Gayesi (Necârzâde Rızâ)
​Necârzâde Rızâ’nın beytindeki, “Yemin olsun ki kemâle eren yüzünü gören de âşık, görmeyen de; / Hatta şu kâinatın yaratıcısı dahi senin o gül yüzüne âşık,” ifadesi, aşkı evrenin merkezine koyan bir tasavvufî kozmolojiyi işaret eder. Bu, basit bir beşeri methiye değil, tevhidi (birliği) ilan eden bir sestir. Sevgili, mutlak güzelliğin bir yansımasıdır. Öyle bir yansıma ki, ona duyulan hayranlık, yaratanı da kapsar. Yaratıcının, yarattığı güzelliği sevmesi, yaratılışın aşk ile var olduğu fikrini pekiştirir. Görmenin ve görmemenin ötesindeki aşk, kalbin perdesiz idrakidir. Bu, imtihan dünyasında çektiğimiz tüm acıların, gördüğümüz tüm güzelliklerin nihai gayesinin ilahi güzelliğe (Cemâl-i İlâhî) duyulan sonsuz meyil olduğunu hatırlatır.
​3. Tereddütsüz Terk Kararı: Dünyanın Aldatıcılığı (Sâ’ib-i Tebrîzî)
​”Ey Sâib! Hiçbir işi düşünmeksizin yapmak güzel değildir. / Sadece düşünüp taşınmaksızın dünyadan el-etek çekmek güzeldir,” sözü, Sâ’ib-i Tebrîzî’nin dünya hayatına dair keskin felsefesini ortaya koyar. Bir işe başlarken tedbirli olmak, akıl yürütmek ve sonucu hesaplamak (te’emmül), dünyevi yaşamın bir zorunluluğudur. Ancak şair, dünyaya karşı takınılacak tavırda bu temkinin yersiz olduğunu söyler. Zira dünyanın fâniliği (geçiciliği), te’emmüle gerek duyulmayacak kadar çıplak bir hakikattir.
​”Âstîn-efşânden” (etek silkelemek), yani dünyadan yüz çevirme eylemi, bir zorunluluk değil, bir idrakin meyvesi olmalıdır. O idrak anı geldiğinde, düşünceye, pişmanlığa, ertelemeye yer yoktur. Bir anlık tereddüt, kişiyi dünya bataklığına geri çekebilir. Dolayısıyla hakikat yolcusu, dünyadan el çekme kararını te’emmülsüz, coşkulu ve anlık bir teslimiyetle vermelidir. Bu, dünyaya karşı uyanıklığın zirvesidir.
​4. Vuslatın Bedeli: Bekleyişin Kıymeti (Nâ’ilî)
​Nâ’ilî’nin: “Ey Nâ’ilî! O ay yüzlü sevgilinin gece, yavaş yavaş gelerek şereflendirmesi, / dünyalar dolusu bekleme sıkıntısı çekmeye değmez mi?” beyti, aşkın metafiziğini sabır ve bekleyiş üzerinden kurar. Sevgilinin “kadem kadem” gelişi, manevî yolculuktaki tedriciliği (aşamalı ilerleyişi) simgeler. Vuslat (kavuşma) birdenbire değil, adım adım gerçekleşir.
​Bu nazlı ve yavaş ilerleyişin karşılığı ise **”cihân cihân elem-i intizâr”**dır. Bu büyük acı, vuslat anının değerini katbekat artırır. Eğer sevgili kolayca gelseydi, aşkın ve hasretin anlamı kalmazdı. Bu durum, tarihi bir ibretle, Hz. Yakub’un oğlu Hz. Yusuf’a duyduğu hasrete, ya da tasavvuf yolunda kırk yıl çile çeken bir dervişin tek bir zikir anına erişine benzetilebilir. Çekilen elem, dostun teşrifine bir bedeldir ve bu bedel, verilen karşılığın büyüklüğü (cihân cihân vuslat) yanında anlamsız kalır.
​5. Gafletten Uyanış: Ebedi Hayatın Sırrı (Mevlânâ)
​Mevlânâ’nın son kıtası: “Eğer ölümsüz bir hayat ve ebedi saadet istiyorsan, uyuma! / Dostun aşk ateşiyle yan-yakıl, uyuma! / Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün; / Allah aşkına bu gece sabaha kadar uyuma!” tüm bu felsefelerin pratik bir eylem çağrısıyla sonuçlanmasıdır. Burada uyku, kesinlikle gaflet halidir.
​Bu uyarı, kişinin kendiyle yüzleşmesini gerektirir. Gafletle geçirilen ömür, sonuçsuz bir rüyadan ibarettir. Ebedi saadetin yolu, aşkın ateşine teslim olmaktan ve geceyi ihyâ etmekten geçer. Gecenin sükûneti, kalbin uyanması için en uygun zemindir. Mevlânâ, “Yüzlerce gece uyudun ve ne elde ettiğini gördün?” diyerek, okuyucuyu bir muhasebe yapmaya davet eder. Gafletin getirisi hep aynıdır: Hiçlik. Bu nedenle, Allah aşkına, asıl hayatı kazanmak için bu gece (bu an), hakikat yolunda uyanık kalma vaktidir.
​Makale Özeti
​Bu makale, Hz. Mevlânâ, Sâ’ib-i Tebrîzî ve Nâ’ilî’nin hikmetli beytleri üzerinden irfan yolunun beş temel ilkesini ele almıştır. Mevlânâ’nın ilim anlayışı, bilginin nefsanî arzulardan arındırılarak kalbî idrake, yani öz bilgeliğe dönüştürülmesi gerektiğini vurgular. Necârzâde Rızâ’nın aşk tanımı, aşkın kâinatın yaratılış gayesi olduğunu, gören ve görmeyen tüm varlıkların bu mutlak güzelliğe âşık olduğunu gösterir. Sâ’ib-i Tebrîzî, dünya sevgisinden kurtulmanın, üzerinde düşünülmeyecek kadar acil ve keskin bir karar olması gerektiğini savunarak, tereddütsüz terk etme felsefesini sunar. Nâ’ilî ise, sevgilinin adım adım gelen teşrifinin, dünyalar dolusu çekilen bekleme ıstırabına değer olduğunu kanıtlayarak, vuslatın kıymetini bekleyişin zorluğuyla yüceltir. Son olarak Mevlânâ, tüm bu yolların nihai sonucu olarak, ebedi hayatı arzulayan herkesi gaflet uykusundan uyanmaya ve geceyi aşk ateşiyle ihya etmeye davet eder. Tüm bu beytler, özde tek bir mesaja odaklanır: Hakikat, uyanık bir kalbin eseridir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 8th, 2025