BERCESTE VE İZAHI – 15 –

BERCESTE VE İZAHI – 15 —

I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
Aşağıdaki beyitler, farklı şair ve düşünürlerin kaleminden süzülmüş, her biri insan ve kâinat hakkındaki derin bir gerçeği yansıtan edebi ve hikmetli mirasımızın zirve noktalarıdır.
A. Adalet ve İktidarın Fâniliği Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 142 | Nâbî | Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz | Biz, mevki ve makam memleketinin taştan yapılmış nice kalelerini gördük ki onlar beddua ahının toplarına dayanamamışlardır. |
| 125 | Ziyâ Paşa | Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına | Ey Rabbim! Yeryüzünü zulümle perişan eden zalimlerin toprağın altına girdiklerindeki hâli akıllarına hiç gelmez mi acaba? |
| 156 | Lâedrî | Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser | Zâlimin gelecek ipini yani gelecek güzel günlerini mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser. |
| 82 | Bâkî | Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir | Fazilet ehli insanların dünyevî makam mevkî olarak alt kısımlarda yer alması şaşırtıcı değildir. Denize bakın, ne kadar çöp varsa hep üst kısımdadır. |
| 95 | Örfî | Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir | Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların, elemlerin vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin üstündedir. |
B. İç Hakikat ve Manevi Olgunluk Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 138 | Ziyâ Paşa | Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde | Bir kişinin yeteneğini gösteren şey ne söylediğinden ziyade ne yaptığıdır. Çünkü bir insanın aklının derecesi ancak eseri üzerinde görülür. |
| 134 | Yûnus Emre | Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil | Dervişlik, sadece hırka giymek ve başına taç takmakla olabilecek bir şey değildir. Gönlünü derviş edebilen kişi, zaten hırkaya muhtaç değildir. |
| 135 | Hz. Mevlânâ | Âsûde kesî ki der-kem u bîşi nîst… Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst | Azı ve çoğu düşünmeyen, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olan kimse, dünyaya da dünya halkının gamına da aldırış etmez. Kendisinde de zerre kadar bir benlik duygusu kalmaz. |
| 122 | Fuzûlî | Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü / İstılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz | Eğer bir kimsenin karakterinde kötülük küfürü, karanlığı varsa; o kişi bütün dini terimleri öğrense bile hakiki bir müslüman olamaz. |
| 127 | Bâkî | Bâtıl hemîşe bâtıl u bîhûdedir velî / Müşkil budur ki sûret-i hakdan zuhûr ede | Bâtıl, her zaman bâtıldır ve faydasızdır; fakat sıkıntılı olan nokta şu ki bazen hak suretinde sanki doğruymuş gibi görünür. |
| 139 | Lâedrî | Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer | Peygamber Efendimiz ﷺ bir beşerdir; fakat diğer insanlar gibi değildir. Taşların arasında yakut ne ise Allah Rasûlü de insanlar arasında öyledir. |
C. Aşk, Teslimiyet ve Zamanın İdrakı Teması
| Beyit Numarası | Şair | Beyit (Transliterasyon) | İzah ve Açıklama |
|—|—|—|—|
| 141 | Hz. Mevlânâ | Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned | Şu ney nasıl şikâyet etmekte olduğunu dinle. Onun feryadı ayrılıkların destanı, hikâyesidir. (Ney, nefsani arzulardan kurtulmuş, ilâhî sevgi ile dolmuş kâmil insanın sembolüdür.) |

| 69 | Dürrî | Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir | Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür. |
| 121 | Hz. Mevlânâ | İn bâd-ı seher mehrem-i râzest mehosb / Hengâm-ı tazarru’ u niyâzest mehosb | Bu sabah rüzgârı, âşıkların sırrına mahremdir, uyuma. Yalvarıp yakarma, dua zamanıdır, uyuma. |

| 133 | Bahtî (I. Ahmed) | N’ola tacım gibi başımda götürsem dâ’im / Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün | Daima tacım gibi başımda götürsem şaşılır mı? O, resullerin şahı Hz. Peygamber’in ayağının resmidir. |
II. Gönül Kalelerinin Fethi: Ebediyet Uğruna Fani Dünyayı Aşmak
Divan ve Tekke şiirinin görkemli sancağı altında toplanan bu beyitler, insanın tarihi, edebi ve manevi yolculuğunun üç ana durağını aydınlatır: Zâlimin çöküşü (Adalet), kâmil insanın inşası (Hakikat) ve aşkın son durağı (Ebediyet). Bu kâinat divanında, söz, sadece bir ifade değil, aynı zamanda ibret ve hikmetin ta kendisidir.
A. İktidarın Serabı ve Adaletin Kaçınılmaz Yıkımı
Dünya, şairlerin gözünde, asla güvenilmeyecek, geçici bir serap denizidir. Örfî, hayat gemisinin yolculuğunu bu tehlikeli fânilikle belirler: “Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir”. Bu serap dünyada, makam ve mevkii (izz ü câh) temsil edenler, aslında denizin yüzeyindeki değersiz çer-çöp (hâr ü has) gibidir. Fazilet ehli ise, ağırlıklarıyla dibe çöker, gözden ırak kalır.
Ancak bu dünya düzeninde, ilahi adalet her zaman en büyük yıkıcı güçtür. Nâbî, tarihe not düşen bir hikmetle, kırık kalbin (inkisâr) âhının toplarından daha güçlüsünün olmadığını haykırır: “Top-ı âh-ı inkisâra pâydâr olmaz yine / Kişver-i câhın nice sengîn hisârın görmüşüz”. Bu ibretli gerçeği, Lâedrî bir tehdit olarak tamamlar: “Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser”. Zâlim, kendi sonunu getiren o âhı unutur. Ziyâ Paşa, bu unutkanlığı sorgular: “Rûy-ı hâki zulm ile pâmâl eden zâlimlerin / Zîr-i hâkin hâleti gelmez mi yâ Rab yâdına”. En büyük kibir, toprağın altındaki hâli unutmaktır.
B. Kâmil İnsanın İnşası: Benliksizlik ve Eser
İktidarın ve zâlimin akıbeti bilindikten sonra, düşündürücü bir biçimde, insanın kendini inşa etme süreci başlar. Bu sürecin temeli, dış gösterişin reddidir. Yûnus Emre, dervişliğin hırka veya taç gibi simgelerle değil, gönül haliyle mümkün olduğunu söyler: “Dervîşlik dedikleri hırka ile tâc değil / Gönlün dervîş eyleyen hırkaya muhtâc değil”.
Manevi olgunluğun zirvesi, benliksizlikte yatar. Hz. Mevlânâ’ya göre huzurlu (âsûde) kişi, zenginlik ve fakirlik kaydından azade olduğu gibi, “Bâ-hîşteneş be-zerre-yî hîşî nîst”. Yani, kendisinde zerre kadar bir benlik duygusu kalmamıştır.
Bu iç saflık, dış dünyaya eylem (iş) ve eser olarak yansımalıdır. Ziyâ Paşa’nın meşhur uyarısı bu noktada temel bir hikmettir: “Âyînesi işdir kişinin lâfa bakılmaz / Şahsın görünür rütbe-i akl-ı eserinde”. Bir kişinin aklının derecesi, boş lafta değil, ortaya koyduğu eserde görülür. Ancak bu yolda, bâtılın hak suretinde görünme tehlikesi de vardır. Fuzûlî, en büyük tehlikenin zattaki kötülük olduğunu vurgular: “Her kimin var ise zâtında şerâret küfrü / İstılâhât-ı ulûm ile müselmân olmaz”. Yani, ilim ve dini terimleri öğrenmek, zâtındaki (karakterindeki) kötülüğü gidermez.
Bu hakikat arayışının nihai örneği ise, Lâedrî’nin tarif ettiği Yakut-Beşer örneğidir: “Muhammedün beşerun lâ ke’l-beşer / Bel huve yâkûtün beyne’l-hacer”. Hz. Peygamber, bedenen insan olsa da, özü itibarıyla taşlar arasındaki yakut gibi eşsizdir; hakiki değerin zatta olduğunu ispatlar. Bu yüce makama olan bağlılığı ise, I. Ahmed’in beytinde görürüz: “N’ola tacım gibi başımda götürsem dâ’im / Kadem-i nakşını ol Hazret-i Şâh-ı Rusülün”.
C. Ayrılığın Feryadı ve Aşkın Ebedi Gecesi
Manevi yolculuğun kaynağı ve enerjisi ise aşktır. Bu aşk, Mevlânâ’nın ünlü Ney metaforuyla anlatılır: “Bişnev în ney çûn şikâyet mî koned / Ez cüdâyîhâ hikâyet mî koned”. Ney’in feryadı, ayrılıkların (cüdâyîhâ) hikâyesidir; insanın ilahi kaynağından kopuşunun ve ona duyduğu sonsuz özlemin edebi ifadesidir.
Bu özlem, ruhta bir yangın başlatır. Fuzûlî, gözyaşlarının dahi söndüremediği bu muazzam aşk ateşini dile getirir: “Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su”. Âşık, bu çilenin ortasında dahi sevgiliye teslimdir. Gözyaşıyla dikenleri sulasa bile, gülün açması için bu fedakârlık boşa gitmez: “Zâyi’ olmaz gül temennâsıyla vermek hâre su”. Hatta sevgiliye yalvararak, gam gününde kılıç gibi keskin bakışlarını esirgememesini ister; zira bu cefa, karanlık gecede hastaya su vermek gibi bir hayırdır.
Bu aşk yolunda yalnızlık ve sıkıntılar bir düğüm oluşturduğunda, Dürrî, çözümü seher vaktinin teslimiyetine bağlar: “Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir”. Mevlânâ da aynı çağrıyı yapar: “İn bâd-ı seher mehrem-i râzest mehosb / Hengâm-ı tazarru’ u niyâzest mehosb”. Seher, yakarış ve dua zamanıdır, uyuma!
Tüm bu manevi yolculuk, zamanın idrakıyla nihayete erer. Yahya Kemal, hayatın “Dönülmez akşam” ufkunda olduğunu haykırarak, kalan ömrün nasıl geçtiğine dikkat çeker: “Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç”. Zamanın geçiciliği, bireyi nihai hakikate, ebedi sevgiliye yönlendirir.
ÖZET
Bu makale, Divan ve Tekke şiirinin 18 seçkin beyitini (Nâbî, Ziyâ Paşa, Fuzûlî, Mevlânâ, Bâkî, Yûnus Emre, Yahya Kemal ve diğerleri) bir araya getirerek, Adalet, Hakikat ve Aşk temalarında derin bir hikmet sunmuştur. Makale, ilk olarak Nâbî’nin **”âh-ı inkisâr”**ının zalimin kalesini yıkan gücüyle ve Ziyâ Paşa’nın zalimin ölüme karşı unutkanlığıyla dünyevî iktidarın fâniliğini işlemiştir. Ardından, Yûnus Emre’nin gönlün dervişliği, Ziyâ Paşa’nın aklın eserde görünmesi ve Mevlânâ’nın benliksiz huzuruyla (hîşî nîst) kâmil insanın inşası ele alınmıştır. Son olarak, Mevlânâ’nın Ney’in ayrılık feryadı ve Fuzûlî’nin söndürülemez aşk ateşi üzerinden aşkın ebedi ve çileli yolculuğu anlatılmıştır. Makale, Yahya Kemal’in “Dönülmez akşamın ufkundayız” uyarısıyla, tüm bu manevi derslerin zamanın idrakı ile anlam kazandığını vurgulamaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 8th, 2025