BERCESTE VE İZAHI – 14 –

BERCESTE VE İZAHI – 14 —

Bu seçkin beyitler dizisi, Divan ve Tekke şiirinin en temel eğitimlerini; dünyanın fâniliğini, ilahi adaleti, aklın ve istişarenin önemini, rıza makamını ve ilahi aşkın sırrını bir araya getirerek geniş, kapsamlı ve düşündürücü bir manevi yol haritası sunar. Her bir beyit, kendi konusu içinde ele alınarak, birbiriyle uyumlu ve bütünlük içerisinde, hikmetli bir makaleye dönüştürülmüştür.
​I. Beyitlerin İktibas ve İzahı
​1. Lâedrî – Beyit 156
​Beyit (Transliterasyon):
Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser
Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser
İzah: Zâlimin gelecek ipini yani gelecek güzel günlerini mazlumun bir âhı keser. Haksız yere bir kimsenin rızkına mâni olanın rızkını da Allah keser.
​2. Dürrî – Beyit 69
​Beyit (Transliterasyon):
Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn
Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir
İzah: Kalbindeki sıkıntının, düğümün çözümü seher vakti edeceğin bir âha, duaya bakar. Gonca ancak seher vakti rüzgârlarının verdiği ilhamla güle dönüşür.
​3. Örfî – Beyit 95
​Beyit (Transliterasyon):
Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd
Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir
İzah: Ey Örfî! Gidişatın iyi olmasına, işlerin yolunda gitmesine çok sevinme. Sıkıntıların, elemlerin vurduğu bu gemin, bir hayal denizinin üstündedir.
​4. Hz. Mevlânâ – Beyit 129
​Beyit (Transliterasyon):
Bî-çâre ter ez-âşık-ı bî-sabr kocâst?
Kin aşk gırıftârî-yi bî-hîç devâst
Derman-ı gam-ı aşk ne bohl u ne riyâst
Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vü ne cefâst
İzah: Sabırsız âşıktan daha zavallı kim vardır? Zira bu aşk, hiç dermanı olmayan bir derttir. Aşk derdinin ilacı ne cimrilik ne de riyadır. Gerçek aşkta ise ne vefa ne de cefa vardır.
​5. Zârifi – Beyit 124
​Beyit (Transliterasyon):
Meşveretsiz kim ki bir iş işleye
Şol nedâmet parmağın çok dişleye
İzah: Eğer bir kimse istişare edip danışmadan bir iş yaparsa; parmağını pişmanlıkla ağzına götürür ve çokça ısırır.
​6. Ayaşlı Muallim Şâkir – Beyit 128
​Beyit (Transliterasyon):
Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil
Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil
İzah: Ne kahrı düşmanın elinden oluyor zannet ne de iyiliği dosttan bil. Bütün işlerini Allah’a bırak, her şeyi gönül hoşluğu ile karşıla. Sana gelen her şeyi yüce Allah’tan bil.
​9. Fuzûlî – Beyit 123
​Beyit (Transliterasyon):
Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su
Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su
İzah: Ey gözlerim! Gönlümdeki yangını söndürmek için boşuna yaşlar serpip durmayın. Benim gönlümde öyle bir yangın var ki artık ona su kâr etmez.
​10. Muhibbî – Beyit 133
​Beyit (Transliterasyon):
Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet
Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi
İzah: Bu yeme, içme ve eğlenceyi bırak. Çünkü sonu kötüdür, fâniliktir. Gerçek, ebedî bir sevgili (yâr-ı bâkî) ister isen, ibadet gibisi yoktur.

​II. Adaletin Sırrı, Hikmetin Dengesi ve Aşkın Ebedi Yolu Üzerine Makale

​Edebiyatımızın en nadide örneklerinden oluşan bu beyitler, bizlere bir yandan dünyanın geçici ve aldatıcı yüzünü gösterirken, diğer yandan ilahi adaletin ve manevi kurtuluşun kapılarını aralamaktadır. Bu beyitler, hikmetli, ibretli ve düşündürücü bir hayatı, tarihi şairlerimizin edebi zarafetiyle sunar.
​Dünya Denizinde Fânilik ve Adaletin Sancısı
​Şairlerin mısraları, dünyaya dair ilk ve en önemli dersi verir: Bâkî, faziletin kıymetini dünyanın gözden kaçırmasını, bir deniz teşbihiyle açıklar.
​Yere geçse yeridir ehl-i fazîlet çünki âh / İzz ü câhın hâr ü has deryâ-misâl üstündedir

​Dünyevî itibar ve makam (izz ü câh), denizin yüzeyindeki çer-çöp (hâr ü has) gibidir; hafif oldukları için suyun üstünde yüzerler. Oysa asıl değerli olan (fazilet ehli), ağırlıkları nedeniyle “alt kısımlarda” kalır. Bu, dünyanın değer yargılarına yönelik keskin bir eleştiridir. Bu fânilik ve aldanış uyarısı, Örfî’nin beytinde bir zirveye ulaşır.
​Rüzgârın böyle eyyâmından Örfî olma şâd / Keştî-i mihnet-zede-k bahr-i serâb üstündedir

​Ey Örfî! Geçici iyi günlere sevinme, çünkü sıkıntı gemin dahi, suya kavuşulamayan bir serap denizi üzerinde ilerlemektedir. Her iki şair de, dünya saadetinin bir yanılma, bir tuzak olduğu konusunda tarihi bir uyarıda bulunur.
​Bu fânilik içerisinde, ilahi adalet tek mutlak hakikattir. Lâedrî, mazlumun ahının gücünü, zalimin taştan kalesini yıkan topa benzetir (Önceki beyitlerimizde bu tema işlenmişti), burada ise ikbal ipini kesen kılıç olarak gösterir:
​Zâlimin rişte-i ikbâlini bir âh keser / Mâni’-i rızk olanın rızkını Allâh keser

​Yani, zalimin geleceği ve haksız yere başkasının rızkını kesenin kendi rızkı, manevi bir kuvvet olan mazlumun bir âhı ile kesilir. Bu, dünya hayatında adaletin gecikebileceği, ancak asla yok olmayacağı yönünde ibretli bir hükümdür.

​Hikmetin Dengesi: İstişare, Uyum ve Rıza Makamı

​Fâniliğin ve adaletin bilincinde olan insan, hayatını hikmet ile tanzim etmelidir. Zârifi, akılla hareket etmenin temel kuralını koyar:
​Meşveretsiz kim ki bir iş işleye / Şol nedâmet parmağın çok dişleye

​İstişare (meşveret) etmeden iş yapan kişi, kaçınılmaz olarak pişmanlığa düşer ve nedamet parmağını ısırır. Bu, bireysel karar alma süreçlerinde bile aklın ve kolektif bilincin rehberliğini emreden tarihi ve düşündürücü bir hükümdür.
​Akıl ve mantıkla atılan adımların yanı sıra, toplumsal ve kişisel huzur için uyum ve denge şarttır. Hz. Mevlânâ, bu dengeyi en basit örnekle anlatır:
​Çift-i mâyî çift bâyed hem-sıfat / Tâ ber-âyed kârhâ bâ-maslahat / Çift bâyed ber misâl-i hem-diger / Der do-çift-i kefş ü mûze der niger

​Eşler (veya ortaklar) aynı vasıflara (hem-sıfat) sahip olmalıdır ki işler uygunlukla (maslahat) yürüsün. Tıpkı bir çift ayakkabının teki dar gelince ikisinin de işe yaramaması gibi, uyumsuzluk bütünü bozar.
​Tüm bu çabaların üstünde ise rıza ve teslimiyet makamı gelir. Ayaşlı Muallim Şâkir, imanın huzurunu verir:
​Ne kahrı dest-i a’dâdan ne lutfu âşinâdan bil / Umûrun Hakk’a tefvîz et Cenâb-ı Kibriyâdan bil

​Sana gelen ne düşmanın kahredici eliyle ne de dostun lütfuyla gelmiştir; her şeyi Yüce Allah’tan (Cenâb-ı Kibriyâdan) bil ve işlerini O’na havale et (Hakk’a tefvîz et). Bu, kader karşısında tam teslimiyeti ve gönül hoşluğunu emreden en büyük hikmet dersidir.
​Aşkın Sonsuz Ateşi ve Ebedi Sevgiliye Yöneliş
​Dünyanın fâniliğini ve rızanın huzurunu idrak eden kişi için tek yol, Yâr-ı Bâkî’ye (Ebedi Sevgili) yönelmektir. Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) bu yönelişi bir görev olarak tanımlar:
​Ko bu ayş ü işreti çün kim fenâdır âkıbet / Yâr-ı bâkî ister isen olmaya ta’at gibi

​Yeme, içme ve eğlenceyi (ayş ü işret) bırak, çünkü sonu fâniliktir. Ebedi sevgiliyi istiyorsan, ibadet (ta’at) gibi bir yol yoktur.
​Bu ibadet ve aşk yolunda, bazen en büyük sıkıntı, en büyük kurtuluşun anahtarıdır. Dürrî, kalpteki sıkıntı düğümünün (ukde-i derûn) çözümünü seher vaktinin feyzine bağlar:
​Bir âh-ı subhgâha bakar ukde-i derûn / Zirâ güşâdı goncaya bâd-ı seher verir

​Seher vakti edilen samimi bir âh, goncanın seher yeliyle açılması gibi, ruhtaki düğümleri çözer ve ferahlık verir.
​Bu gönül yangını, Fuzûlî’de ise tarifsiz bir aşka dönüşür. Gözyaşları, sevgiliye duyulan aşkın şiddetini söndürmeye yetmez:
​Saçma ey göz eşkden gönlümdeki odlara su / Kim bu denlü tutuşan odlara kılmaz çâre su

​Fuzûlî, gönlündeki bu denli tutuşan aşk ateşine, gözyaşının çare olamayacağını ifade eder. Bu, aşkın yoğunluğunu ve iradesi dışındaki bir kudret tarafından kuşatılmışlığını gösterir.
​Bu aşk, Mevlânâ’ya göre nihayetinde vefa ve cefa gibi ikilikleri aşan, mutlak bir teslimiyet ve aşk hâlidir:
​Der-aşk-ı hakîkî ne vefâ vü ne cefâst

​Gerçek aşkta ne sevgiliye karşı vefa beklentisi, ne de sevgiliden gelen cefa şikâyeti vardır. Aşkın kendisi derttir, dermanı yoktur. Bu, aşkın hakiki ve kâmil hâli olup, kişinin kendisini tamamen bu manevi ateşe teslim etmesi demektir.
​Sonuç
​Bu beyitler, tarihi, edebi ve ibretli bir bütünlük içinde, Müslüman Türk düşünce hayatının merkezini oluşturan Adalet, Hikmet, Teslimiyet ve Aşk kavramlarını işler. Zalimin geçici ikbalinden (Lâedrî), fani dünyanın serap denizine (Örfî), oradan ibadetle elde edilen Yâr-ı Bâkî’ye (Muhibbî) uzanan bu yolculuk, istişare (Zârifi), rıza (Muallim Şâkir) ve uyum (Mevlânâ) ile desteklenir. Nihayetinde tüm sıkıntılar (Dürrî) ve acılar (Fuzûlî), aşkın ve fenânın sonsuzluğunda (Mevlânâ) son bulur.
​ÖZET
​Bu makale, Bâkî, Örfî, Lâedrî, Muhibbî, Zârifi, Dürrî, Muallim Şâkir, Fuzûlî ve Hz. Mevlânâ’ya ait seçkin beyit üzerinden, dünyanın fâniliği ve manevi olgunlaşma yolunu incelemektedir. Bâkî ve Örfî’nin uyarılarıyla dünyanın geçici ve aldatıcı yüzü ortaya konulurken, Lâedrî ilahi adaletin tecelli gücünü (zâlimin rişte-i ikbâlini kesen âh) vurgular. Muhibbî, fani zevkleri terk edip ebedi sevgiliye ibadetle yönelmeyi öğütlerken; Zârifi istişarenin (meşveret), Mevlânâ ise uyumun (hem-sıfat) önemini beşerî ilişkilerde huzurun anahtarı olarak sunar. Muallim Şâkir, insanın kahrı da lütfu da Cenâb-ı Kibriyâdan bilerek tam tefviz ve rıza makamına ulaşmasını ister. Dürrî, iç sıkıntıların seher vakti edilen bir âh ile çözüleceğini belirtirken, Fuzûlî ve Mevlânâ’nın beyitleri ise hakiki aşkın şiddetini (gönüldeki söndürülemez odlar) ve vefa-cefa ikiliklerinden azade oluşunu (gerçek aşkta ne vefa ne cefa) anlatarak makaleyi manevi zirvede sonlandırır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com
06/10/2025

 

Loading

No ResponsesEkim 7th, 2025