Melâike bir ümmettir, şeriat-ı fıtriye ile memurdur
Melâike bir ümmettir, şeriat-ı fıtriye ile memurdur
Şeriat-ı İlahî ikidir. Hem iki sıfattan gelmiş, iki insan muhatap hem de mükellef olmuş. Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvinî
İnsan-ı ekber olan âlemin ahvalini hem de harekâtını ki ihtiyarî değil, tanzim eden şer’dir. O meşiet-i Rabbanî
Yanlış bir ıstılahla tabiat da denilir. Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat ise âlem-i asgar olan insanın ef’alini,
Ki ihtiyarî olmuş, tanzim eden şer’dir. İki şer’ bir yerde bazen eder içtima. Melâike-i İlahî, bir ümmet-i azîme hem bir cünd-ü Sübhanî
Birinci şer’a olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil. Hem onlardan bir kısmı ibad-ı müsebbihtir. Bir kısmı da müstağrak, arşın mukarrebîni.
* * *
Madde, rikkat peyda ettikçe hayat, şiddet peyda eder
Hayat asıl, esastır; madde ona tabidir hem de onunla kaimdir. Bir hurdebînî huveyn havass-ı hamsesiyle, insanın havassını
Muvazene edersen görürsün, insan ondan ne derece büyükse havassı o derece onunkinden aşağı. O huveyne işitir kardeşinin sesini.
Hem de görür rızkını. Ger insan kadar büyüse havassı hayret-feza, hayatı şule-feşan, rü’yeti de berk-âsâ bir nur-u âsumanî.
İnsan, bir kitle-i mevattan bir zîhayat değildir. Belki de milyarlarla zîhayat hüceyratından mürekkeb ve zîhayat bir hücre-i insanî.
اِنَّ الْاِنْسَانَ كَصُورَةِ ( يٰسٓ ) كُتِبَتْ فٖيهَا سُورَةُ ( يٰسٓ )
فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ
*****
Bu metin iki büyük bahis ihtiva ediyor:
- Meleklerin şeriat-ı fıtriye ile memur bir ümmet oluşu (metnin birinci kısmı).
- Maddenin rikkati ve hayatın şiddeti (ikinci kısım).
Her iki bahis, Bediüzzaman’ın şeriat-ı tekviniye ve şeriat-ı kelâmiye ayrımı ve “hayatın esası” nazariyesi çerçevesinde birbirine bağlanıyor. Şimdi bunu ayrıntılı şekilde izah edelim.
1) Melekler bir ümmettir, şeriat-ı fıtriye ile memurdur
- a) İki şeriat: tekvinî ve kelâmî
Şeriat-ı tekviniye (şer’-i tekvinî):
Kaynağı Allah’ın sıfat-ı iradesidir.
Âlemin (insan-ı ekber = büyük insan) bütün hâllerini ve hareketlerini tanzim eder.
Bu şeriat “ihtiyarsız”dır: atomların, yıldızların, cazibenin, biyolojik kanunların işleyişi gibi.
Yanlış tabirle insanlar buna “tabiat” der. Ama aslında bu tabiatın ardındaki Rabbânî iradedir.
Şeriat-ı kelâmiye (şer’-i kelâmî):
Kaynağı Allah’ın sıfat-ı kelâmıdır.
Âlem-i asgar olan insanın fiillerini (özellikle ihtiyârî olanlarını) tanzim eder.
Bu, bildiğimiz dinî şeriattır: emir, nehiy, helal, haram, ibadet, ahlak vb.
- b) İki şeriatın birleşmesi
Bazen tekvinî ve kelâmî şeriat aynı noktada buluşur.
Örn: namaz kılarken beden hareketleri (tekvinî düzen) ile ibadet niyeti (kelâmî şeriat) birleşir.
Orucun fizyolojik hikmetleriyle ibadetin manevî hikmetleri iç içe geçer.
- c) Meleklerin konumu
Melekler, şeriat-ı tekviniyenin hameleleri (taşıyıcıları) ve ameleleri (işçileri, temsilcileri)dir.
Yani doğadaki kanunları tatbik eden manevî memurlardır.
Örneğin: Cebrail vahyin, Mikail rızkın, İsrafil surun, Azrail ruhların kabzının memuru.
Bir kısmı ibad-ı müsebbihtir: sürekli tesbih edenler.
Bir kısmı mukarrebîn-i arş: Allah’ın arşına yakın, ibadet ve huzurda fânî olmuş meleklerdir.
Böylece melekler, kâinatın düzenini (şeriat-ı fıtriye) yerine getiren bir ümmet-i azîme, aynı zamanda Allah’ın ordusu olan cünd-ü Sübhanîdir.
2) Madde rikkat peyda ettikçe hayat şiddet peyda eder
- a) Hayat maddenin üstündedir
Metin, çok önemli bir hakikati vurgular: Hayat asıldır, esasdır; madde ona tâbidir.
Yani, varlıkta “canlılık” sadece maddenin birleşmesiyle tesadüfen oluşan bir özellik değildir.
Tam tersine, madde hayatla anlam ve kemal kazanır; hayat, maddeye ruh ve kıymet verir.
- b) Mikroskobik canlı örneği (huveyne)
Çok küçük bir tek hücreli canlı (metinde “hurdebînî huveyne” diye ifade edilen) kendi çevresini hisseder: kardeşinin sesini duyar, rızkını görür.
Onun beş duyusu (havass-ı hamsesi) kendi çapında gelişmiştir.
Eğer o huveyne insan boyuna büyütülseydi:
Duyuları olağanüstü kuvvette olurdu.
Hayatı şimşek gibi parlayan, gözü ise âdeta semavî bir nur saçan bir seviyeye yükselirdi.
Burada verilen mesaj: Hayat küçüklük-büyüklük ölçüsüne göre farklı şiddette tezahür eder; madde inceldikçe hayat daha yoğunlaşır.
- c) İnsan madde yığını değil
İnsan, sadece “cansız maddelerden yapılmış bir canlı” değildir.
Aksine, milyarlarca canlı hücreden meydana gelmiş canlı bir bütündür.
Bu bakış açısı: insanın hem küçüklüğünü (hücrelerden ibaret oluşunu) hem büyüklüğünü (bütünün bir şahsiyet kazanmasını) gösterir.
- d) İnsanın “Yâsin sûresi”ne benzetilmesi
“İnsan, Yâsin sûresi şekline benzer; içinde Yâsin sûresi yazılmıştır.” (اِنَّ الْاِنْسَانَ كَصُورَةِ ( يٰسٓ ) كُتِبَتْ فٖيهَا سُورَةُ ( يٰسٓ ))
Yani insanın şekli ve yapısı Kur’ân’ın bir sûresine benzer. İçinde de Kur’ân’ın manaları yazılıdır.
Bu teşbih, insanın kâinat kitabının bir nüshası, Kur’ân’ın bir ayinesi olduğunu gösterir.
Ardından gelen ayet: “Fetebârekallâhu ahsenü’l-hâlikîn” (Mü’minûn, 14) → “Yaratıcıların en güzeli olan Allah ne yücedir!”
İnsanın yaratılışı, Allah’ın kudret ve sanatının en parlak delilidir.
3) Bütünün ana mesajı
- Kâinatın nizamı iki şeriatla tanzim edilir: Tekvini (tabiat kanunları) ve Kelâmi (dinî emirler). Melekler, tekvini şeriatın uygulayıcılarıdır.
- Hayat maddenin üstündedir: Madde inceldikçe, hayat yoğunlaşır. Bir hücreli ile insan kıyasında görüldüğü gibi, canlılık boyut farkına göre farklı tecelli eder.
- İnsan kâinatın özeti ve Kur’ân’ın bir nüshasıdır: Hücrelerden oluşan yapısı ve manevî donanımıyla yaratılışın en şerefli şahididir.
4) Teolojik ve hikmetli sonuçlar
Tevhid: Bütün âlemde işleyen düzen ve kanunların tek kaynağı vardır.
İbadet: Melekler sürekli tesbih halindedir; insan da ihtiyarî fiilleriyle onların safına katılabilir.
Bilim–iman dengesi: Mikroskobik hayat, biyolojik hücreler, cazibe kanunu… Hepsi şeriat-ı tekviniyenin işleyişidir. İnsana düşen, bunları okuyup İlâhî kudreti tanımaktır.
İnsanın değeri: Hem küçüklüğüyle (hücrelerden ibaret) hem büyüklüğüyle (Kur’ân’ın aynası, kâinatın özeti) ibret vericidir.
Kısa bir benzetme
Bir kitap düşün:
Yazılı harfler → madde.
Harflerin manası → hayat.
Kitabın okunması için bir düzen vardır (dilbilgisi kuralları → tekvinî şeriat).
Ama asıl mesaj, yazarın muradıdır (kelâmî şeriat).
İşte melekler bu kitabın sayfalarını çeviren, düzenini koruyan “hizmetkârlar” gibidir.
İnsan ise bu kitabı okuyup, “Fetebârekallâhu ahsenü’l-hâlikîn” demeye memurdur.
******
### **İzah**
Metin, iki ana bölüme ayrılır:
- **Melâike bir ümmettir, şeriat-ı fıtriye ile memurdur**: Meleklerin bir ümmet olduğu, Allah’ın iki şeriatı (tekvini ve teşrii) ve meleklerin bu şeriatlardaki rolü.
2. **Madde, rikkat peyda ettikçe hayat, şiddet peyda eder**: Maddenin inceliği ile hayatın yoğunluğu arasındaki ilişki ve insanın bir hücreden çok daha karmaşık bir varlık olduğu.
Metin, Allah’ın kudretinin kâinattaki tecellilerini, meleklerin görevlerini, hayatın mahiyetini ve insanın yaratılışındaki hikmeti tefekkür eder. Aşağıda metni bölüm bölüm alıntılayarak geniş ve detaylı bir şekilde izah edelim. İzahımda, kelimelerin anlamlarını, kavramların bağlamını, Bediüzzaman’ın genel yaklaşımını ve metnin hikmetlerini açıklayacağım. Bu metin, Risale-i Nur’un tevhid, meleklerin varlığı, hayatın mahiyeti ve insanın yaratılışındaki mucizevi sanat üzerine tefekkürlerini yansıtır.
#### **Birinci Bölüm: Melâike Bir Ümmettir, Şeriat-ı Fıtriye ile Memurdur**
**Metin:**
> Melâike bir ümmettir, şeriat-ı fıtriye ile memurdur
> Şeriat-ı İlahî ikidir. Hem iki sıfattan gelmiş, iki insan muhatap hem de mükellef olmuş. Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvinî
> İnsan-ı ekber olan âlemin ahvalini hem de harekâtını ki ihtiyarî değil, tanzim eden şer’dir. O meşiet-i Rabbanî
> Yanlış bir ıstılahla tabiat da denilir. Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat ise âlem-i asgar olan insanın ef’alini,
> Ki ihtiyarî olmuş, tanzim eden şer’dir. İki şer’ bir yerde bazen eder içtima. Melâike-i İlahî, bir ümmet-i azîme hem bir cünd-ü Sübhanî
> Birinci şer’a olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil. Hem onlardan bir kısmı ibad-ı müsebbihtir. Bir kısmı da müstağrak, arşın mukarrebîni.
**İzah:**
Bu bölüm, meleklerin Allah’ın şeriat-ı fıtriye (tekvini şeriat) ile görevli bir ümmet olduğunu, Allah’ın iki şeriatını (tekvini ve teşrii) ve meleklerin bu şeriatlardaki rollerini açıklar.
- **“Melâike bir ümmettir, şeriat-ı fıtriye ile memurdur”**: Melekler (melâike), bir topluluk/ümmet olup, Allah’ın fıtri şeriatıyla (şeriat-ı fıtriye) görevlidir. “Şeriat-ı fıtriye”, tekvini şeriatı ifade eder; yani, kâinatın tabii kanunları (yerçekimi, fizik kanunları). Melekler, bu kanunları Allah’ın emriyle uygular.
- **“Şeriat-ı İlahî ikidir. Hem iki sıfattan gelmiş”**: Allah’ın şeriatı ikiye ayrılır ve iki sıfattan gelir:
– **Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvinî**: Allah’ın irade sıfatından gelen tekvini şeriat, kâinatın düzenini sağlayan kanunlardır.
– **Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat**: Kelam sıfatından gelen teşrii şeriat, Kur’an ve sünnetle insanlara emredilen kurallardır. - **“İki insan muhatap hem de mükellef olmuş”**: Bu iki şeriatın muhatabı iki tür insandır:
– **İnsan-ı ekber (büyük insan)**: Kâinat, büyük insan olarak görülür; tekvini şeriatla düzenlenir.
– **Âlem-i asgar (küçük âlem)**: İnsan, küçük bir kâinat olarak teşrii şeriatla mükelleftir. - **“Sıfat-ı iradeden gelen şer’-i tekvinî / İnsan-ı ekber olan âlemin ahvalini hem de harekâtını ki ihtiyarî değil, tanzim eden şer’dir”**: Tekvini şeriat, kâinatın (insan-ı ekber) durumlarını (ahval) ve hareketlerini (harekât) düzenler. Bu hareketler ihtiyarî (iradeli) değil, Allah’ın meşietine (meşiet-i Rabbanî) bağlıdır.
- **“O meşiet-i Rabbanî / Yanlış bir ıstılahla tabiat da denilir”**: Allah’ın meşieti (iradesi), yanlış bir terimle “tabiat” (doğa) olarak adlandırılır. Tabiat, gerçek bir fail değil, Allah’ın kudretinin perdesidir.
- **“Sıfat-ı kelâmından gelen şeriat ise âlem-i asgar olan insanın ef’alini, ki ihtiyarî olmuş, tanzim eden şer’dir”**: Kelam sıfatından gelen teşrii şeriat, insanın (âlem-i asgar) iradeli fiillerini (ef’alini) düzenler. İnsan, özgür iradesiyle bu şeriata uymakla mükelleftir.
- **“İki şer’ bir yerde bazen eder içtima”**: Tekvini ve teşrii şeriat, bazen bir yerde birleşir (içtima). Örneğin, bir Müslüman, hem tabiat kanunlarına (teknoloji kullanarak) hem de Kur’an’a uyabilir.
- **“Melâike-i İlahî, bir ümmet-i azîme hem bir cünd-ü Sübhanî”**: Melekler, büyük bir ümmet (ümmet-i azîme) ve Allah’ın ordusu (cünd-ü Sübhanî)dir. Melekler, kâinatın düzeninde önemli bir rol oynar.
- **“Birinci şer’a olmuş hamele-i mümtesil, amele-i mümessil”**: Melekler, tekvini şeriata uyan taşıyıcılar (hamele-i mümtesil) ve uygulayıcı işçilerdir (amele-i mümessil). Örneğin, yağmur yağdıran melekler, tabiat kanunlarını uygular.
- **“Hem onlardan bir kısmı ibad-ı müsebbihtir. Bir kısmı da müstağrak, arşın mukarrebîni”**: Meleklerin bir kısmı tesbih eden kullardır (ibad-ı müsebbihtir); bir kısmı ise kendinden geçmiş (müstağrak) ve Allah’ın arşına yakın mukarreblerdir (arşın mukarrebîni). Bu, meleklerin farklı görevlerini (kâinatı yönetme, tesbih etme, Allah’a yakınlık) ifade eder.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Melekler, Allah’ın tekvini şeriatıyla görevli bir ümmettir. Şeriat, tekvini (kâinatın kanunları) ve teşrii (insanın fiilleri) olarak ikiye ayrılır. Melekler, kâinatın düzenini sağlar, tesbih eder ve Allah’a yakınlık kazanır. Bu, tevhid inancını ve meleklerin kâinattaki rolünü vurgular.
#### **İkinci Bölüm: Madde, Rikkat Peyda Ettikçe Hayat, Şiddet Peyda Eder**
**Metin:**
> Madde, rikkat peyda ettikçe hayat, şiddet peyda eder
> Hayat asıl, esastır; madde ona tabidir hem de onunla kaimdir. Bir hurdebînî huveyn havass-ı hamsesiyle, insanın havassını
> Muvazene edersen görürsün, insan ondan ne derece büyükse havassı o derece onunkinden aşağı. O huveyne işitir kardeşinin sesini.
> Hem de görür rızkını. Ger insan kadar büyüse havassı hayret-feza, hayatı şule-feşan, rü’yeti de berk-âsâ bir nur-u âsumanî.
> İnsan, bir kitle-i mevattan bir zîhayat değildir. Belki de milyarlarla zîhayat hüceyratından mürekkeb ve zîhayat bir hücre-i insanî.
> اِنَّ الْاِنْسَانَ كَصُورَةِ ( يٰسٓ ) كُتِبَتْ فٖيهَا سُورَةُ ( يٰسٓ )
> فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ
**İzah:**
Bu bölüm, maddenin inceliği (rikkat) ile hayatın yoğunluğu (şiddet) arasındaki ilişkiyi ele alır. Hayat, maddeden üstündür; insan, milyarlarca canlı hücreden oluşan bir mucizedir.
- **“Madde, rikkat peyda ettikçe hayat, şiddet peyda eder”**: Madde inceldikçe (rikkat peyda ettikçe), hayat daha yoğunlaşır (şiddet peyda eder). Yani, maddenin küçülüp incelmesi, hayatın daha karmaşık ve güçlü hale gelmesini sağlar. Örneğin, bir hücre, koca bir taştan daha yoğun bir hayat taşır.
- **“Hayat asıl, esastır; madde ona tabidir hem de onunla kaimdir”**: Hayat, varlığın aslı ve esasıdır; madde, hayata tabidir ve hayatla ayakta durur (kaimdir). Hayat, Allah’ın en büyük mucizesidir; madde, onun hizmetkârıdır.
- **“Bir hurdebînî huveyn havass-ı hamsesiyle, insanın havassını muvazene edersen görürsün”**: Mikroskobik bir hücre (hurdebînî huveyn), beş duyusuyla (havass-ı hamsesi) insanın duyularıyla karşılaştırılırsa, insan ne kadar büyükse, duyuları o kadar hücreninkinden aşağıdır. Hücre, küçük olmasına rağmen hassas duyulara sahiptir.
- **“O huveyne işitir kardeşinin sesini. Hem de görür rızkını”**: Hücre, başka bir hücrenin “sesini” (sinyalini) işitir ve rızkını (besinini) görür. Bu, hücrelerin iletişim ve algı yeteneğini ifade eder.
- **“Ger insan kadar büyüse havassı hayret-feza, hayatı şule-feşan, rü’yeti de berk-âsâ bir nur-u âsumanî”**: Eğer hücre insan büyüklüğünde olsaydı, duyuları hayret verici (hayret-feza), hayatı ışık saçan (şule-feşan) ve görüşü yıldırım gibi gök gibi bir nur (berk-âsâ nur-u âsumanî) olurdu. Bu, hücrenin küçük ölçekteki mükemmeliyetini vurgular.
- **“İnsan, bir kitle-i mevattan bir zîhayat değildir”**: İnsan, cansız bir kitle (kitle-i mevatta) basit bir canlı (zîhayat) değildir. Yani, insan sadece maddi bir varlık değil, karmaşık bir canlıdır.
- **“Belki de milyarlarla zîhayat hüceyratından mürekkeb ve zîhayat bir hücre-i insanî”**: İnsan, milyarlarca canlı hücreden (zîhayat hüceyrat) oluşan bir insan hücresidir (hücre-i insanî). İnsan, küçük bir kâinat gibidir; her hücresi canlıdır.
- **اِنَّ الْاِنْسَانَ كَصُورَةِ ( يٰسٓ ) كُتِبَتْ فٖيهَا سُورَةُ ( يٰسٓ ) / فَتَبَارَكَ اللّٰهُ اَحْسَنُ الْخَالِقٖينَ**: “İnsan, Yasin suresinin yazıldığı bir Yasin suresi gibidir. Ne yücedir en güzel yaratıcı olan Allah!” İnsan, Yasin suresi gibi Allah’ın kelamını taşır; yaratılışı, Allah’ın en güzel yaratıcılığını (ahsenü’l-hâlikîn) gösterir (Bakara, 138).
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Hayat, maddeden üstündür; maddenin inceliği, hayatın yoğunluğunu artırır. İnsan, milyarlarca canlı hücreden oluşan bir mucizedir; Yasin suresi gibi Allah’ın sanatını yansıtır.
### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarından birini, yani tevhid, meleklerin rolü, hayatın mahiyeti ve insanın yaratılışındaki mucizeyi ele alır. Ana noktalar şunlardır:
1. **Meleklerin Rolü**: Melekler, tekvini şeriatla görevli bir ümmettir; kâinatı yönetir, tesbih eder ve Allah’a yakınlık kazanır.
2. **İki Şeriat**: Tekvini şeriat kâinatı, teşrii şeriat insanı düzenler. Melekler, tekvini şeriata hizmet eder.
3. **Hayatın Üstünlüğü**: Hayat, maddeden üstündür; maddenin inceliği, hayatın yoğunluğunu artırır.
4. **İnsanın Mucizesi**: İnsan, milyarlarca canlı hücreden oluşan bir kâinattır; Yasin suresi gibi Allah’ın sanatını yansıtır.
Bu metin, Müslümanlara kâinatın düzenini, meleklerin görevini, hayatın mucizesini ve insanın yaratılışındaki hikmeti tefekkür etmeyi öğütler. Allah’ın kudreti, her şeyde tecelli eder; insan, bu sanatı okuyarak tevhidi anlamalıdır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com