Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnut eden bir halet
اُولَاشْمَازْ دَسْتِ أَدَبِ غَرْبِ هَوَسْبَارِ هَوَاكَارِ دَهَادَارْ
دَأْبِ أَدَبْ أَبَدْ مُدَّتْ قُرْاٰنِ ضِيَابَارِ شِفَاكَارِ هُدَادَارْ
Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnut eden bir halet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez,
Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih hem nefsî ve şehvanî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.
Avrupa’dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvari nazarla, Kur’an’da olan letaif-i ulviyet, mezaya-yı haşmeti göremez hem tadamaz.
Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelan; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz:
Ya aşkla hüsündür, ya hamaset ve şehamet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabani edepse hamaset noktasında hakperestliği etmez.
Belki zalim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvet-perestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakiki bilmez.
Şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata sanat-ı İlahî suretinde bakmaz,
Bir sıbga-i Rahmanî suretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor hem ondan da çıkamaz.
Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Madde-perestlik hissi, kalbe de yerleştirir, ondan ucuzca kendini kurtaramaz.
Yine ondan gelen, dalaletten neş’et eden ruhun ızdırabatına o edepsizlenmiş edep müsekkin hem münevvim; hakiki fayda vermez.
Tek bir ilacı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez.
Hem tiyatro gibi tenasühvari, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.
Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.
Güneşi gösterirse sarı saçlı, güzel bir aktrisi kārie ihtar eder. Zâhiren der: “Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.”
Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.
İştihayı kabartır, hevesi tehyic eder, his daha söz dinlemez. Kur’an’daki edepse hevayı karıştırmaz.
Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemal-perestlik zevki, hakikat-perestlik şevki verir hem de aldatmaz.
Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor; belki bir sanat-ı İlahî, bir sıbga-i Rahmanî noktasında bahseder, akılları şaşırtmaz.
Marifet-i Sâni’in nurunu telkin eder. Her şeyde âyetini gösterir. Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor fakat birbirine benzemez.
Avrupazade edepse fakdü’l-ahbaptan, sahipsizlikten neş’et eden gamlı bir hüznü veriyor, ulvi hüznü veremez.
Zira sağır tabiat hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar. Âlemi bir vahşetzar tanır, başka çeşit göstermez.
O surette gösterir hem de mahzunu tutar, sahipsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümit bırakmaz.
Kendine verdiği şu hissî heyecanla gitgide ilhada kadar gider, tatile kadar yol verir, dönmesi müşkül olur, belki daha dönemez.
Kur’an’ın edebi ise öyle bir hüznü verir ki âşıkane hüzündür, yetimane değildir. Firaku’l-ahbaptan gelir, fakdü’l-ahbaptan gelmez.
Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine şuurlu hem rahmetli bir sanat-ı İlahî onun medar-ı bahsi, tabiattan bahsetmez.
Kör kuvvetin yerine inayetli, hikmetli bir kudret-i İlahî ona medar-ı beyan. Onun için kâinat, vahşetzar suret giymez.
Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cemiyet-i ahbap. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
Her köşede istînas, o cemiyet içinde mahzunu vaz’ediyor bir hüzn-ü müştakane, bir hiss-i ulvi verir, gamlı bir hüznü vermez.
İkisi birer şevki de verir: O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.
Kur’an’ın şevki ise: Ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. İşte bu sırra binaen, şeriat-ı Ahmediye (asm) lehviyatı istemez.
Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip… Demek, hüzn-ü Kur’anî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.
Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse âlet haramdır. Değişir eşhasa göre herkes birbirine benzemez.
* * *
Bediüzzaman’ın Kur’an’ın edebî hüneri ile Batı edebiyatı ve popüler kültür arasındaki farkı ele aldığı çok önemli bir noktayı konu alıyor. Burada ana tema, “hakiki ruhî zevk ve hüner” ile “süflî zevk ve heves” arasındaki farktır. Metni adım adım izah edelim.
—
1) Kâmil zevk ile süflî zevk arasındaki fark
Bediüzzaman, kâmil insanların ruhî zevkini ve Batı edebiyatı veya popüler kültürün sunduğu süflî zevki karşılaştırır:
Kâmil zevk (ulvî zevk):
Hakperestlik hissi, yani Tanrı’ya ve ilahi güzelliklere yönelmiş bir ruhî duygu.
Hüsn-ü mücerred aşk, yani maddeden bağımsız, saf güzellik ve estetik anlayışı.
Hakikat-perestlik şevki, yani gerçekleri ve kainatın sanat-ı İlahi yönünü takdir edebilme.
Kur’an, bu ruhî zevki uyandırır; aldatmaz, yanıltmaz, kalbi yüksek manevi seviye ile doldurur.
Süflî zevk (sefih zevk):
Çocukça heves ve nefsî/şehvânî arzularla beslenmiş zevk.
Avrupa’dan gelen roman, tiyatro ve popüler kültür bu tür bir zevki telkin eder.
Gözle görülen yüzeysel güzellikler, ölü hayatı canlandırmaya çalışır ama ruhî derinliği vermez.
İnsanları geçici heyecanlara sürükler, şevk verir ama ferah ve ruhî doyum sağlamaz.
> Özetle: Kur’an, ruhu besler, Batı edebiyatı ve popüler kültür ise çoğu zaman sadece yüzeysel ve geçici zevk verir.
2) Avrupa edebiyatının sınırlamaları
Bediüzzaman, Batı edebiyatının üç ana sahasını şöyle tanımlar:
- Aşkla hüsün → Yüzeysel romantizm, çoğu zaman hakiki aşkı bilmez.
- Hamaset ve şehamet → Kahramanlık ve kuvvet övgüsü, bazen zalimliği alkışlar.
- Tasvir-i hakikat → Gerçekleri tasvir etme çabası; çoğu zaman doğayı ve insanı yüzeysel gösterir.
Ancak Batı edebiyatı:
Hakperestliği, ilahi aşkı ve ulvî hüsnü sunamaz.
İnsan ruhunu ilahi ışığa yönlendiremez.
Genellikle nefsi ve hevesi kabartan, süflî zevk uyandıran bir etki bırakır.
> Bu nedenle Bediüzzaman, Batı edebiyatını “ölü hayat” veya “müteharrik emvat” olarak niteler; yani dışarıdan hareket eden ama ruhu canlandırmayan bir sahne olarak tanımlar.
3) Kur’an’ın edebî hüneri
Kur’an’ın edebî ve ruhî etkileri Batı edebiyatından tamamen farklıdır:
Hüzn-ü Kur’anî → Ulvî bir hüzün, ruhu derinleştirir, hakikate yönlendirir. Yetim ve fakdü’l-ahbap hüznü değildir.
Şevk-i Kur’anî → Ruhî heyecan ve yüksek manevi şevk verir; nefsi veya hevesi uyandırmaz.
Kâinata bakış → Kur’an’da kâinat, ilahi sanat-ı Rahmanî üzerinden anlatılır; rastgele veya vahşetvari gösterilmez.
Marifet-i Sâni → Yaratıcının kudreti ve hikmeti ruhlara telkin edilir.
> Özetle Kur’an, okuyucusuna hakiki ruhî zevk ve estetik duygu verir; onu yanıltmaz veya süflî heveslere sürüklemez.
4) Lehviyat ve helâl/hâram araçlar
Bediüzzaman, şeriatın da bu konuda hassas olduğunu belirtir:
Kur’an’ın verdiği hüznü ve şevki sağlayan araçlar zarar vermez ve helâldir.
Süflî ve nefsi zevk uyandıran araçlar haramdır, çünkü insanı aldatır, ruhî gelişimi engeller.
Böylece Kur’anî edep, ruhu doğru yönde eğitir, süflî hevesleri bastırır.
5) Temel farkları özetlersek:
Özellik Kur’an Avrupa Edebiyatı / Lehvi Kültür
Zevk türü Ulvî, ruhî, hakikat-perest Süflî, nefsi, heves-perest
Hüznü Aşıkane, ruhu derinleştirici Fakdü’l-ahbap, gamlı, yüzeysel
Şevki Ruhî, yüksek manevi heyecan Heyecan ve heves uyandırır, ferah vermez
Kâinat tasviri İlahi sanat, rahmet, hikmet Sadece tabiat, vahşet, yüzeysel
Amaç Marifet-i Sâni’yi telkin Eğlendirmek, heyecan uyandırmak
Etki Aldatmaz, ruhu besler Geçici, yanıltıcı, nefsi tatmin eder
Sonuç
Bediüzzaman’ın mesajı şudur:
- Kur’anî edep, insan ruhunu yüksek manevi değerlerle besler; gerçek aşkı, hüsnü ve hakikati gösterir.
- Batı edebiyatı ve popüler kültür, çoğu zaman sadece süflî hevesleri tatmin eder; ruhu beslemez ve aldatıcıdır.
- Şeriat, ruhu doğru şekilde eğitici araçları helâl, yanıltıcıları ise haram kılar.
> Kur’an, ruhî şevk ve hüznü dengeli verir; Batı kültürü ise genellikle geçici, yanıltıcı, süflî hazlar sunar.
*****
### **İzah**
Metin, Batı edebiyatının (Avrupa’dan gelen edep) sefih ve hevesperest özelliklerini eleştirirken, Kur’an’ın edebi anlayışının ulvi, hakperest ve ruhani olduğunu vurgular. Batı edebiyatının aşk, hamaset ve hakikat tasvirindeki eksikliklerini ortaya koyar; Kur’an’ın ise kâinata ilahi bir sanat olarak bakarak insana hakiki bir zevk ve hüzün sunduğunu ifade eder. Metin, İslam’ın lehviyatı (boş eğlenceleri) sınırlamasının hikmetini de açıklar.
Bu metin, Risale-i Nur’un Batı medeniyetine eleştirisi, Kur’an’ın edebi üstünlüğü ve İslam’ın ahlaki ilkeleri üzerine tefekkürlerini yansıtır.
—
#### **Giriş: Batı Edebi ve Kur’an Edebi**
**Metin:**
> اُولَاشْمَازْ دَسْتِ أَدَبِ غَرْبِ هَوَسْبَارِ هَوَاكَارِ دَهَادَارْ
> دَأْبِ أَدَبْ أَبَدْ مُدَّتْ قُرْاٰنِ ضِيَابَارِ شِفَاكَارِ هُدَادَارْ
> Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnut eden bir halet, çocukça bir hevese, sefihçe bir tabiat sahibine hoş gelmez,
> Onları eğlendirmez. Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih hem nefsî ve şehvanî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez.
**İzah:**
Bu bölüm, Batı edebiyatının hevesperest ve sefih doğasını, Kur’an’ın edebi anlayışının ise nurani ve hidayet edici olduğunu karşılaştırır.
- **اُولَاشْمَازْ دَسْتِ أَدَبِ غَرْبِ هَوَسْبَارِ هَوَاكَارِ دَهَادَارْ**: Batı’nın edebi (غَرْبِ أَدَبِ), hevesperest (هَوَسْبَارِ), nefse uyan (هَوَاكَارِ) ve dehşet vericidir (دَهَادَارْ); yüksek bir zevke ulaşamaz (اُولَاشْمَازْ).
2. **دَأْبِ أَدَبْ أَبَدْ مُدَّتْ قُرْاٰنِ ضِيَابَارِ شِفَاكَارِ هُدَادَارْ**: Kur’an’ın edebi (قُرْاٰنِ أَدَبْ), ebedi (أَبَدْ), nurani (ضِيَابَارِ), şifa verici (شِفَاكَارِ) ve hidayet edicidir (هُدَادَارْ).
3. **Kâmilîn insanların zevk-i maâlîsini hoşnut eden bir halet**: Olgun insanların (kâmilîn) yüksek zevklerini (zevk-i maâlî) tatmin eden bir hal, çocukça heveslere veya sefih tabiat sahiplerine hoş gelmez.
4. **Bu hikmete binaen, bir zevk-i süflî, sefih hem nefsî ve şehvanî içinde tam beslenmiş, zevk-i ruhîyi bilmez**: Süfli (alçak), sefih, nefsani ve şehvani zevklerde beslenen biri, ruhani zevki (zevk-i ruhî) bilemez.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Batı edebiyatı, heves ve nefse hitap eder; Kur’an’ın edebi ise ruhani, nurani ve hidayet edicidir. Olgun insanlar, Kur’an’ın yüksek zevkini takdir eder; sefihler ise bunu anlayamaz.
—
#### **Batı Edebiyatının Eksiklikleri**
**Metin:**
> Avrupa’dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvari nazarla, Kur’an’da olan letaif-i ulviyet, mezaya-yı haşmeti göremez hem tadamaz.
> Kendindeki miheki ona ayar edemez. Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelan; onlar içinde gezer, haricine çıkamaz:
> Ya aşkla hüsündür, ya hamaset ve şehamet, ya tasvir-i hakikat. İşte yabani edepse hamaset noktasında hakperestliği etmez.
> Belki zalim nev-i beşerin gaddarlıklarını alkışlamakla kuvvet-perestlik hissini telkin eder. Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakiki bilmez.
> Şehvet-engiz bir zevki nefislere de zerkeder. Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata sanat-ı İlahî suretinde bakmaz,
> Bir sıbga-i Rahmanî suretinde göremez. Belki tabiat noktasında tutar, tasvir ediyor hem ondan da çıkamaz.
**İzah:**
Bu bölüm, Batı edebiyatının (Avrupa’dan gelen) eksikliklerini üç alanda eleştirir: hamaset, aşk ve hakikat tasviri.
- **Avrupa’dan tereşşuh etmiş şu hazır edebiyat romanvari nazarla**: Avrupa’dan sızan (teressuh) bu hazır edebiyat, romanvari (hikâye tarzı) bir bakışla Kur’an’ın ulvi inceliklerini (letaif-i ulviyet) ve haşmetli üstünlüklerini (mezaya-yı haşmet) göremez, tadamaz.
2. **Kendindeki miheki ona ayar edemez**: Batı edebiyatının ölçüsü (mihek), Kur’an’a uygun değildir.
3. **Edebiyatta vardır üç meydan-ı cevelan**: Edebiyatın üç alanı vardır: aşk ve güzellik (hüsün), hamaset ve cesaret (şehamet), hakikat tasviri.
4. **Yabani edepse hamaset noktasında hakperestliği etmez**: Batı edebiyatı (yabani edep), hamasette hakperestlik yapmaz; zalim insanlığın gaddarlıklarını alkışlar, kuvvetperestliği telkin eder.
5. **Hüsün ve aşk noktasında, aşk-ı hakiki bilmez**: Aşkta, hakiki aşkı (Allah’a aşk) bilmez; şehvet uyandıran (şehvet-engiz) bir zevki nefse aşılar.
6. **Tasvir-i hakikat maddesinde, kâinata sanat-ı İlahî suretinde bakmaz**: Hakikat tasvirinde, kâinata ilahi sanat (sanat-ı İlahî) veya Rahmanî boya (sıbga-i Rahmanî) olarak bakmaz; tabiatçı (materyalist) bir bakışla tasvir eder.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Batı edebiyatı, hamasette zalimliği över, aşkta şehvete yönelir, hakikati tabiatçı bir gözle tasvir eder; Kur’an’ın ulviyetini anlayamaz.
—
#### **Batı Edebiyatının Etkileri**
**Metin:**
> Onun için telkini aşk-ı tabiat olur. Madde-perestlik hissi, kalbe de yerleştirir, ondan ucuzca kendini kurtaramaz.
> Yine ondan gelen, dalaletten neş’et eden ruhun ızdırabatına o edepsizlenmiş edep müsekkin hem münevvim; hakiki fayda vermez.
> Tek bir ilacı bulmuş, o da romanlarıymış. Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat! Meyyit hayat veremez.
> Hem tiyatro gibi tenasühvari, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi şu üç nevi romanlarıyla hiç de utanmaz.
**İzah:**
Bu bölüm, Batı edebiyatının materyalist etkilerini ve ruhani zararlarını eleştirir.
- **Onun için telkini aşk-ı tabiat olur**: Batı edebiyatı, tabiata aşkı (aşk-ı tabiat, materyalizm) telkin eder.
2. **Madde-perestlik hissi, kalbe de yerleştirir**: Maddeperestliği (materyalizmi) kalbe yerleştirir; insan kolayca kurtulamaz.
3. **Dalaletten neş’et eden ruhun ızdırabatına o edepsizlenmiş edep müsekkin hem münevvim**: Sapkınlıktan (dalalet) doğan ruhsal ızdıraba, bu “edepsizleşmiş edep” sadece sakinleştirici (müsekkin) ve uyutucu (münevvim) olur; hakiki fayda vermez.
4. **Tek bir ilacı bulmuş, o da romanlarıymış**: Batı, ruhsal sorunlara çare olarak romanları sunar.
5. **Kitap gibi bir hayy-ı meyyit, sinema gibi bir müteharrik emvat**: Romanlar, canlı gibi görünen ölü (hayy-ı meyyit); sinema, hareketli cesetlerdir (müteharrik emvat). Bunlar hayat veremez.
6. **Hem tiyatro gibi tenasühvari, mazi denilen geniş kabrin hortlakları gibi**: Tiyatro, reenkarnasyon gibi (tenasühvari), mazideki hortlakları canlandırır; utanmaz.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Batı edebiyatı, materyalizmi telkin eder, ruhsal ızdıraba çare olamaz; roman, sinema ve tiyatro gibi araçları cansızdır, hayat veremez.
—
#### **Batı Edebiyatının Sefih Tasviri**
**Metin:**
> Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş hem insanın yüzüne fâsık bir göz takmış, dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş, hüsn-ü mücerred tanımaz.
> Güneşi gösterirse sarı saçlı, güzel bir aktrisi kārie ihtar eder. Zâhiren der: “Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.”
> Netice-i muzırrayı gösterir. Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki ağız suyu akıtır, akıl hâkim kalamaz.
> İştihayı kabartır, hevesi tehyic eder, his daha söz dinlemez.
**İzah:**
Bu bölüm, Batı edebiyatının sefahati teşvik eden tasvirlerini eleştirir.
- **Beşerin ağzına yalancı bir dil koymuş**: Batı edebiyatı, insana yalan söyletir.
2. **İnsanın yüzüne fâsık bir göz takmış**: İnsana günahkâr bir bakış açısı kazandırır.
3. **Dünyaya bir âlüfte fistanını giydirmiş**: Dünyayı ahlaksız bir kadın gibi süsler (âlüfte fistanı).
4. **Hüsn-ü mücerred tanımaz**: Soyut güzelliği (hüsn-ü mücerred, ilahi güzellik) bilmez.
5. **Güneşi gösterirse sarı saçlı, güzel bir aktrisi kārie ihtar eder**: Güneşi bile cinsel bir obje (aktris) olarak tasvir eder.
6. **Zâhiren der: “Sefahet fenadır, insanlara yakışmaz.”**: Görünüşte sefahatin kötü olduğunu söyler.
7. **Halbuki sefahete öyle müşevvikane bir tasviri yapar ki**: Sefahati öyle teşvik edici tasvir eder ki, ağız suyu akıtır, akıl kontrolü kaybeder, hevesleri uyandırır (tehyic), hisler söz dinlemez.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Batı edebiyatı, sefahati cazip gösterir; aklı ve hisleri yoldan çıkarır, ilahi güzelliği anlamaz.
—
#### **Kur’an’ın Edebi**
**Metin:**
> Kur’an’daki edepse hevayı karıştırmaz. Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemal-perestlik zevki, hakikat-perestlik şevki verir hem de aldatmaz.
> Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor; belki bir sanat-ı İlahî, bir sıbga-i Rahmanî noktasında bahseder, akılları şaşırtmaz.
> Marifet-i Sâni’in nurunu telkin eder. Her şeyde âyetini gösterir.
**İzah:**
Bu bölüm, Kur’an’ın edebi anlayışının üstünlüğünü vurgular.
- **Kur’an’daki edepse hevayı karıştırmaz**: Kur’an’ın edebi, nefsani hevesleri (heva) karıştırmaz.
2. **Hakperestlik hissi, hüsn-ü mücerred aşkı, cemal-perestlik zevki, hakikat-perestlik şevki verir**: Kur’an, hakperestlik, ilahi güzelliğe aşk (hüsn-ü mücerred), güzellik zevki ve hakikat şevki sunar; aldatmaz.
3. **Kâinata tabiat cihetinde bakmıyor; belki bir sanat-ı İlahî, bir sıbga-i Rahmanî noktasında bahseder**: Kâinata materyalist (tabiat) değil, ilahi sanat ve Rahmanî boya olarak bakar; akılları şaşırtmaz.
4. **Marifet-i Sâni’in nurunu telkin eder. Her şeyde âyetini gösterir**: Allah’ı tanıma nurunu (marifet-i Sâni) aşılar; her şeyde Allah’ın ayetlerini gösterir.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Kur’an, hakperest, ruhani ve ilahi bir edep sunar; kâinatı Allah’ın sanatı olarak görür, insanı aldatmaz.
—
#### **Hüzün ve Şevk Karşılaştırması**
**Metin:**
> Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor fakat birbirine benzemez. Avrupazade edepse fakdü’l-ahbaptan, sahipsizlikten neş’et eden gamlı bir hüznü veriyor, ulvi hüznü veremez.
> Zira sağır tabiat hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar. Âlemi bir vahşetzar tanır, başka çeşit göstermez.
> O surette gösterir hem de mahzunu tutar, sahipsiz de olarak yabaniler içinde koyar, hiçbir ümit bırakmaz.
> Kendine verdiği şu hissî heyecanla gitgide ilhada kadar gider, tatile kadar yol verir, dönmesi müşkül olur, belki daha dönemez.
> Kur’an’ın edebi ise öyle bir hüznü verir ki âşıkane hüzündür, yetimane değildir. Firaku’l-ahbaptan gelir, fakdü’l-ahbaptan gelmez.
> Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine şuurlu hem rahmetli bir sanat-ı İlahî onun medar-ı bahsi, tabiattan bahsetmez.
> Kör kuvvetin yerine inayetli, hikmetli bir kudret-i İlahî ona medar-ı beyan. Onun için kâinat, vahşetzar suret giymez.
> Belki muhatab-ı mahzunun nazarında oluyor bir cemiyet-i ahbap. Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb; ona sıkıntı vermez.
> Her köşede istînas, o cemiyet içinde mahzunu vaz’ediyor bir hüzn-ü müştakane, bir hiss-i ulvi verir, gamlı bir hüznü vermez.
**İzah:**
Bu bölüm, Batı edebiyatının gamlı hüznü ile Kur’an’ın âşıkane hüznünü karşılaştırır.
- **Her ikisi rikkatli birer hüzün de veriyor fakat birbirine benzemez**: Hem Batı edebiyatı hem Kur’an hüzün verir, ama farklıdır.
2. **Avrupazade edepse fakdü’l-ahbaptan, sahipsizlikten neş’et eden gamlı bir hüznü veriyor**: Batı edebiyatı, dostların yokluğundan (fakdü’l-ahbap) ve sahipsizlikten doğan gamlı bir hüzün sunar; ulvi hüzün veremez.
3. **Sağır tabiat hem de bir kör kuvvetten mülhemane aldığı bir hiss-i hüzn-ü gamdar**: Materyalist tabiat ve kör kuvvetten ilham alan gamlı bir hüzündür; kâinatı vahşet yeri (vahşetzar) olarak görür.
4. **Hiçbir ümit bırakmaz**: Bu hüzün, insanı ümitsiz bırakır; ilhada (ateizme) ve tatile (inançsızlığa) sürükler.
5. **Kur’an’ın edebi ise öyle bir hüznü verir ki âşıkane hüzündür, yetimane değildir**: Kur’an, âşıkane (Allah’a özlem) bir hüzün verir; yetimane (sahipsiz) değildir.
6. **Firaku’l-ahbaptan gelir, fakdü’l-ahbaptan gelmez**: Bu hüzün, dostlardan ayrılıktan (firak) gelir, yokluktan (fakd) değil.
7. **Kâinatta nazarı, kör tabiat yerine şuurlu hem rahmetli bir sanat-ı İlahî**: Kur’an, kâinata materyalist değil, şuurlu ve rahmetli bir ilahi sanat olarak bakar.
8. **Kör kuvvetin yerine inayetli, hikmetli bir kudret-i İlahî**: Kör kuvvet yerine hikmetli ilahi kudreti görür.
9. **Kâinat, vahşetzar suret giymez**: Kâinat, vahşet yeri değil, dostlar topluluğudur (cemiyet-i ahbap).
10. **Her tarafta tecavüb, her canibde tahabbüb**: Her yerde karşılıklı cevaplaşma (tecavüb) ve sevgi (tahabbüb) vardır.
11. **Her köşede istînas, o cemiyet içinde mahzunu vaz’ediyor bir hüzn-ü müştakane**: Her köşede yakınlık (istînas) vardır; hüzün, özlem dolu (müştakane) ve ulvidir.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Batı edebiyatı, ümitsiz ve gamlı bir hüzün sunar; Kur’an ise âşıkane, rahmetli ve ulvi bir hüzün verir. Kâinatı dostlar topluluğu olarak gösterir.
—
#### **Şevk ve İslam’ın Lehviyat Politikası**
**Metin:**
> İkisi birer şevki de verir: O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana, heves olur münbasit; ruha ferah veremez.
> Kur’an’ın şevki ise: Ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir. İşte bu sırra binaen, şeriat-ı Ahmediye (asm) lehviyatı istemez.
> Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip… Demek, hüzn-ü Kur’anî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez.
> Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse âlet haramdır. Değişir eşhasa göre herkes birbirine benzemez.
**İzah:**
Bu bölüm, Batı edebiyatının nefsani şevki ile Kur’an’ın ruhani şevkini karşılaştırır; İslam’ın lehviyatı sınırlama hikmetini açıklar.
- **O yabani edebin verdiği bir şevk ile nefis düşer heyecana**: Batı edebiyatı, nefsi heyecanlandıran bir şevk sunar; ruha ferahlık vermez.
2. **Kur’an’ın şevki ise: Ruh düşer heyecana, şevk-i maâlî verir**: Kur’an, ruha yüksek bir şevk (şevk-i maâlî) verir.
3. **Şeriat-ı Ahmediye (asm) lehviyatı istemez**: Peygamber’in şeriatı, boş eğlenceleri (lehviyat) istemez.
4. **Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip**: Bazı eğlence araçları (âlat-ı lehv) haram, bazıları helaldir.
5. **Hüzn-ü Kur’anî veya şevk-i Tenzilî veren âlet, zarar vermez**: Kur’anî hüzün veya vahiy şevki veren araçlar zararsızdır.
6. **Hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse âlet haramdır**: Yetimane hüzün veya nefsani şevk veren araçlar haramdır.
7. **Değişir eşhasa göre herkes birbirine benzemez**: Bu hüküm, kişilere göre değişir; herkes aynı değildir.
**Genel Yorum Bu Kısımda**: Kur’an, ruhani şevk ve hüzün sunar; İslam, nefsani eğlenceleri sınırlar, ruhani olanlara izin verir.
—
### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarından birini, yani Batı edebiyatının sefih ve materyalist doğası ile Kur’an’ın ulvi ve ruhani edebini karşılaştırır. Ana noktalar şunlardır:
1. **Batı Edebiyatının Eksiklikleri**: Hamaset, aşk ve hakikat tasvirinde materyalisttir; zalimliği över, şehveti körükler, kâinatı tabiatçı görür.
2. **Kur’an’ın Edebi**: Hakperestlik, ilahi güzellik, hakikat şevki sunar; kâinatı ilahi sanat olarak görür, aldatmaz.
3. **Hüzün ve Şevk**: Batı, gamlı ve nefsani; Kur’an, âşıkane ve ruhani hüzün/şevk verir.
4. **Lehviyat Politikası**: İslam, nefsani eğlenceleri yasaklar; ruhani olanlara izin verir.
Bu metin, Müslümanlara Kur’an’ın edebi üstünlüğünü, Batı’nın sefih edebiyatından sakınmayı ve ruhani zevklere yönelmeyi öğütler. Kâinat, Allah’ın sanatıdır; Kur’an, bu sanatı gösterir ve insanı hidayete erdirir.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com