Böyle zamanda tereffühte izn-i Şer’î bizi muhtar bırakmaz
Böyle zamanda tereffühte izn-i Şer’î bizi muhtar bırakmaz
Lezaiz çağırdıkça “Sanki yedim.” demeli. Sanki yedim düstur eden, bir mescidi yemedi.
Eskide ekser İslâm filcümle aç değildi. Tena’uma ihtiyar bir derece var idi.
Şimdi ise ekseri açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyar, izn-i şer’î kalmadı.
Sevad-ı a’zam hem ekseriyet-i masumun maişeti basittir. Tagaddi besatetiyle onlara tabi olmak
Bin kere müreccahtır, ekalliyet-i müsrife, ya bir kısım sefihe tagaddide tereffüh noktasında benzemek…
* * *
Zaman olur ki adem-i nimet nimettir
Hâfıza bir nimettir. Fakat ahlâksız bir adamda musibet zamanında nisyan ona râcihtir.
Nisyan da bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakim olmuş âlâmı unutturur.
* * *
Her musibette, bir cihet-i nimet var
Ey musibetzede! Musibetin içinde bir nimet mündericdir. Dikkat et de onu gör. Nasıl her şeyde vardır
Bir derece-i hararet, her musibette vardır bir derece-i nimet. Daha büyüğü düşün. Küçükteki nimetin
Dereceyi görerek Allah’a çok şükür et. Yoksa isti’zamla ürkersen “of of”la üflersen, o da aksine şişer.
Şişer de dehşetlenir. Eğer merak da etsen bir iken ikileşir. Kalpte olan misali, döner hakikat olur;
Hakikatten ders alır. Sonra döner, başlıyor, kalbini tokatlıyor…
******
1 — Tereffüh ve şer‘î izin
Metin özeti:
> “Böyle zamanda tereffühte izn-i Şer‘î bizi muhtar bırakmaz.”
İzah:
Tereffüh, rahat ve lüks içinde yaşama, lezzet ve bolluk anlamına gelir.
Risale-i Nur’da ifade edildiği gibi, şer‘î izn-i lüks ve keyif belirli şartlara bağlıdır; her zaman ve her koşulda serbest değildir.
Günümüzde toplumun çoğu kişi açlık, kıtlık veya basit hayat şartları ile karşı karşıya olduğundan, lüks ve fazlalıkta serbestçe hareket etmek, şer‘î açıdan uygun değildir.
Örnek:
Eskiden, İslâm toplumunun çoğu açlık ve basit hayat ile yaşıyordu; lüks seçimlerinde serbestlik vardı.
Günümüzde ise çoğu kişi temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığı için, şer‘î olarak lüks ve tereffüh için izne ihtiyaç kalmamıştır.
> “Sanki yedim.” → Bu ifade, az ile yetinmeyi ve keyfi sınırlamayı, lüksü bir ölçüde hayal etmekle yetinmeyi öğütler.
—
2 — Zamanın nimeti ve nimetsizliği
Metin, nimetin ve musibetin göreceli olduğunu vurgular:
Zaman zaman nimetler, kişinin farkına varmadan geçer; bu, nimetin değersiz olduğu anlamına gelmez.
Hâfıza ve unutkanlık bir nimettir: Musibet zamanında önceki musibetleri unutturur, bu sayede insan, her nimeti yeniden takdir eder.
> “Zaman olur ki adem-i nimet nimettir.”
Burada “adem-i nimet”, nimetin yokluğu gibi görünse de aslında bir nimettir; zira insanın sabrı ve farkındalığı gelişir.
3 — Her musibette bir nimet vardır
Metin özeti:
> “Ey musibetzede! Musibetin içinde bir nimet mündericdir. Dikkat et de onu gör.”
Her musibet, insan için gizli bir iyilik veya eğitim fırsatı taşır.
Risale-i Nur’a göre:
Musibet, kişinin kalbini terbiye eder.
Küçük bir nimeti fark etmek, şükür bilincini geliştirir.
Musibete sadece dehşet ve korku ile bakmak, nimeti görememek anlamına gelir.
Hikmetli yaklaşım:
- Musibetin içindeki küçük nimetleri fark et.
- Kalpteki sabır ve şükür ile bunu çoğalt.
- Aksi durumda, musibete gereksiz üzüntü ve dehşet eklenir, fayda yerine zarar olur.
> “Dikkat et de onu gör. Nasıl her şeyde vardır.”
Bu, her olumsuz olayda bile Allah’ın bir hikmeti ve gizli nimeti bulunduğunu gösterir.
4 — Tefsirî hikmetler
Tereffühün sınırlandırılması: Toplumun genel durumu ve şer‘î ölçüler ile ilgilidir. Fazla lüks, adaletsizlik ve sefahate yol açar.
Musibet ve nimet ilişkisi: İnsan, musibet anında dahi gizli hikmet ve nimeti fark etmelidir; bu, iman ve sabrı pekiştirir.
Şer‘î ve hikmetli hayat: Hem azla yetinmek hem de musibette hikmeti görmek, insanı manevi olgunluğa ve ahlâkî dengeye götürür.
—
5 — Özet ve ders
- Lüks ve tereffüh sınırlıdır: Şer‘î izne uygun olarak hareket edilmeli; fazlası helak edici olabilir.
- Nimetin farkında ol: Küçük nimetler dahi büyük değer taşır; fark etmek, şükür ve manevi kazanç getirir.
- Musibette hikmet ve nimet vardır: Her sıkıntı, insanın imanını ve sabrını sınayan gizli bir nimettir.
- Aşırı korku ve dehşet hatadır: Musibete panik ve üzüntü ile yaklaşmak, nimeti görmeyi engeller; tefekkür ve dikkat ile içindeki hikmeti yakalamak gerekir.
*******
### **İzah**
Bu metin, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınmışa benzeyen, derin manalar içeren ve onun karakteristik üslubuyla yazılmış bir parçadır. Metin, üç ana bölüme ayrılıyor:
- **Böyle zamanda tereffühte izn-i Şer’î bizi muhtar bırakmaz**: Zor zamanlarda lüks ve israfın şer’i açıdan caiz olmadığı, sade yaşamın gerekliliği ve ekseriyetin basit maişetine uymanın önemi.
2. **Zaman olur ki adem-i nimet nimettir**: Nimetlerin yokluğunun bazen nimet olduğu, hafıza ve nisyan (unutma) örnekleriyle.
3. **Her musibette, bir cihet-i nimet var**: Her musibette bir nimet yönü bulunduğu, musibeti büyütmemek ve şükretmek gerektiği.
Bu metinler, İslam’ın iktisat, sabır, şükür ve musibetlere bakış açısını tefekkür ederek açıklıyor.
—
#### **1. Böyle Zamanda Tereffühte İzn-i Şer’î Bizi Muhtar Bırakmaz**
**Metin:**
> Böyle zamanda tereffühte izn-i Şer’î bizi muhtar bırakmaz
> Lezaiz çağırdıkça “Sanki yedim.” demeli. Sanki yedim düstur eden, bir mescidi yemedi. (*)
> Eskide ekser İslâm filcümle aç değildi. Tena’uma ihtiyar bir derece var idi.
> Şimdi ise ekseri açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyar, izn-i şer’î kalmadı.
> Sevad-ı a’zam hem ekseriyet-i masumun maişeti basittir. Tagaddi besatetiyle onlara tabi olmak
> Bin kere müreccahtır, ekalliyet-i müsrife, ya bir kısım sefihe tagaddide tereffüh noktasında benzemek…
**İzah:**
Bu bölüm, zor zamanlarda lüks (tereffüh) ve lezzet peşinde koşmanın (telezzüz) şer’i (İslam hukuku) açısından caiz olmadığını, israfın yasaklandığını ve sade bir yaşama tabi olmanın gerekliliğini ele alıyor. Ana fikir, ekonomik ve sosyal zorluklarda ekseriyetin basit yaşamına uymanın, azınlığın israfına tercih edilmesidir.
- **“Böyle zamanda tereffühte izn-i Şer’î bizi muhtar bırakmaz”**: Zor ve sıkıntılı zamanlarda lükse (tereffüh) düşkünlük, şer’i izin vermez ve bizi bu konuda serbest bırakmaz (muhtar bırakmaz). İslam, iktisat ve itidali emreder; özellikle açlık, fakirlik ve kriz dönemlerinde lüks ve israf haram veya mekruh hale gelir. Bu, Kur’an’ın “Yiyin, için, israf etmeyin” (A’râf, 31) emrine dayalıdır.
- **“Lezaiz çağırdıkça ‘Sanki yedim.’ demeli. Sanki yedim düstur eden, bir mescidi yemedi. (*)”**: Lezzetler (lezaiz) çağırdıkça, “Sanki yedim” diyerek nefsi kandırmalı. Bu düsturu (kuralı) benimseyen biri, bir mescid yememiştir (yani, israf etmeyerek tasarruf etmiş ve bu tasarrufu hayırlı bir işe harcamıştır). Bu, meşhur bir hikâyeye atıftır: Bir zat, lezzetli bir şey gördüğünde “Sanki yedim” der ve parasını biriktirerek mescid yaptırmıştır. Bu, nefsi terbiye etmenin ve israftan kaçınmanın bir yoludur.
- **“Eskide ekser İslâm filcümle aç değildi. Tena’uma ihtiyar bir derece var idi”**: Eskiden Müslümanların çoğu (ekser İslâm) aç değildi (filcümle aç değildi). Bu nedenle, lüks ve rahatlığa (tena’um) bir dereceye kadar serbestiyet (ihtiyar) vardı. Bolluk dönemlerinde ölçülü lüks caiz olabilir, ancak bu, israfa dönüşmemelidir.
- **“Şimdi ise ekseri açlığa düştü kaldı. Telezzüze ihtiyar, izn-i şer’î kalmadı”**: Şimdi ise Müslümanların çoğu açlığa düşmüştür (açlığa düştü kaldı). Bu durumda, lezzet peşinde koşmaya (telezzüze) şer’i izin kalmamıştır. Zor zamanlarda, lüks ve israf, hem bireysel hem toplumsal açıdan haramdır; çünkü bu, açlık çeken ekseriyetin hakkına tecavüz eder.
- **“Sevad-ı a’zam hem ekseriyet-i masumun maişeti basittir. Tagaddi besatetiyle onlara tabi olmak”**: Büyük kitle (sevad-ı a’zam) ve masum ekseriyetin geçimi (maişeti) basittir. Yemek ve beslenme (tagaddi) konusunda onların basitliğine uymak (besatetiyle onlara tabi olmak), bin kere tercih edilmelidir (müreccahtır).
- **“Bin kere müreccahtır, ekalliyet-i müsrife, ya bir kısım sefihe tagaddide tereffüh noktasında benzemek…”**: Bu basitliğe uymak, israf eden azınlığa (ekalliyet-i müsrife) veya sefih (ahlaksız) bir kısma beslenme ve lükste (tagaddide tereffüh) benzemekten bin kere üstündür. Müslüman, ekseriyetin sade yaşamına tabi olmalı, azınlığın israfına özenmemelidir.
**Genel Mesaj**: Zor zamanlarda lüks ve lezzet peşinde koşmak, şer’i izin vermez. Müslüman, nefsi “Sanki yedim” diyerek terbiye etmeli ve ekseriyetin basit yaşamına uymalıdır. Bu, İslam’ın iktisat ve sosyal adalet anlayışını yansıtır; israf, hem bireysel hem toplumsal zarara yol açar.
—
#### **2. Zaman Olur ki Adem-i Nimet Nimettir**
**Metin:**
> Zaman olur ki adem-i nimet nimettir
> Hâfıza bir nimettir. Fakat ahlâksız bir adamda musibet zamanında nisyan ona râcihtır.
> Nisyan da bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakim olmuş âlâmı unutturur.
**İzah:**
Bu bölüm, nimetlerin yokluğunun (adem-i nimet) bazen bir nimet olabileceğini, hafıza ve nisyan (unutma) örnekleriyle ele alıyor. Ana fikir, her şeyin hikmetli olduğu ve bazen unutmanın, hatırlamaktan daha faydalı olabileceğidir.
- **“Zaman olur ki adem-i nimet nimettir”**: Bazen bir nimetin yokluğu (adem-i nimet), bir nimet olur. Örneğin, bazı durumlarda bir şeyin olmaması, varlığından daha hayırlıdır. Bu, Allah’ın hikmetini gösterir; her şey zıddıyla bilinir ve yokluk, varlığın değerini artırır.
- **“Hâfıza bir nimettir. Fakat ahlâksız bir adamda musibet zamanında nisyan ona râcihtır”**: Hafıza (hatırlama yetisi), bir nimettir; çünkü bilgi, tecrübe ve ibadetleri korur. Ancak, ahlaksız bir adamda (ahlâksız bir adamda), musibet zamanında unutma (nisyan), hatırlamaktan daha üstündür (râcihtır). Çünkü hafıza, geçmiş günahları ve musibetleri hatırlatarak kişiyi daha fazla azaba sürükleyebilir.
- **“Nisyan da bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını çektirir, müterakim olmuş âlâmı unutturur”**: Unutma (nisyan), bir nimettir; çünkü birikmiş acıları (müterakim olmuş âlâm) unutturur. Sadece her günün acısını (âlâm) çektirir, geçmiştekileri siler. Bu, insanın psikolojik dayanıklılığını artırır ve hayatı sürdürmesini sağlar.
**Genel Mesaj**: Nimetlerin yokluğu bazen bir hikmettir. Hafıza nimettir, ancak ahlaksız bir hayatta unutma daha faydalıdır. Nisyan, geçmiş acıları silerek insanı rahatlatır. Müslüman, her durumda Allah’ın hikmetini görmeli ve şükretmelidir.
—
#### **3. Her Musibette, Bir Cihet-i Nimet Var**
**Metin:**
> Her musibette, bir cihet-i nimet var
> Ey musibetzede! Musibetin içinde bir nimet mündericdir. Dikkat et de onu gör. Nasıl her şeyde vardır
> Bir derece-i hararet, her musibette vardır bir derece-i nimet. Daha büyüğü düşün. Küçükteki nimetin
> Dereceyi görerek Allah’a çok şükür et. Yoksa isti’zamla ürkersen “of of”la üflersen, o da aksine şişer.
> Şişer de dehşetlenir. Eğer merak da etsen bir iken ikileşir. Kalpte olan misali, döner hakikat olur;
> Hakikatten ders alır. Sonra döner, başlıyor, kalbini tokatlıyor…
**İzah:**
Bu bölüm, her musibette bir nimet yönü (cihet-i nimet) bulunduğunu, musibeti büyütmemek ve şükretmek gerektiğini ele alıyor. Ana fikir, musibetin bir hikmeti olduğu ve onu abartmanın (isti’zam) daha büyük zararlara yol açacağıdır.
- **“Her musibette, bir cihet-i nimet var”**: Her musibette (sıkıntı, bela), bir nimet yönü (cihet-i nimet) vardır. Örneğin, hastalık sabrı öğretir, fakirlik şükrü artırır. Bu, Kur’an’ın “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” (İnşirah, 5-6) mesajına benzer.
- **“Ey musibetzede! Musibetin içinde bir nimet mündericdir. Dikkat et de onu gör”**: Musibete uğrayan kişiye (musibetzede) seslenerek, musibetin içinde bir nimetin saklı olduğu (mündericdir) belirtiliyor. Dikkatle bakılırsa (dikkat et), bu nimet görülür.
- **“Nasıl her şeyde vardır bir derece-i hararet, her musibette vardır bir derece-i nimet”**: Her şeyde bir sıcaklık derecesi (derece-i hararet) olduğu gibi, her musibette de bir nimet derecesi vardır. Nimetler, zıtlıklarla (örneğin, soğuk-sıcak) anlam kazanır; musibetler de nimetleri öne çıkarır.
- **“Daha büyüğü düşün. Küçükteki nimetin dereceyi görerek Allah’a çok şükür et”**: Daha büyük musibetleri düşünerek, mevcut musibetteki nimetin değerini (dereceyi) gör ve Allah’a şükret. Bu, sabır ve şükrü artırır.
- **“Yoksa isti’zamla ürkersen ‘of of’la üflersen, o da aksine şişer”**: Eğer musibeti abartır (isti’zam) ve korkarsan, “of of” diyerek şikâyet edersen (üflersen), musibet aksine büyür (şişer). Şikâyet, musibeti büyütür ve insanı daha fazla ezer.
- **“Şişer de dehşetlenir. Eğer merak da etsen bir iken ikileşir”**: Şikâyet, musibeti dehşetli hale getirir. Eğer merakla (aşırı sorgulama) üzerine düşersen, musibet bir iken ikiye çıkar (ikileşir).
- **“Kalpte olan misali, döner hakikat olur; hakikatten ders alır”**: Kalpteki hayali bir musibet (misali), şikâyet ve merakla hakikate dönüşür ve gerçek bir musibetten daha fazla zarar verir. Bu, “ders alır” ifadesiyle, musibetin büyüdüğünü gösterir.
- **“Sonra döner, başlıyor, kalbini tokatlıyor…”**: Büyüyen musibet, insana döner ve kalbini tokatlar (kalbini tokatlıyor). Yani, şikâyet ve merak, insanı içten içe ezer ve huzursuz eder.
**Genel Mesaj**: Her musibette bir nimet vardır; bunu görmek için dikkatli olunmalı ve şükredilmelidir. Musibeti abartmak ve şikâyet etmek, onu büyütür ve dehşetli hale getirir. Müslüman, musibete sabırla yaklaşmalı, daha büyüklerini düşünerek teselli bulmalı ve Allah’a şükretmelidir.
—
### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, Risale-i Nur’un temel temalarından birini, yani iktisat, şükür, sabır ve musibetlere bakış açısını ele alır. Ana noktalar şunlardır:
1. **Zor Zamanlarda İktisat**: Kriz dönemlerinde lüks ve israf caiz değildir; Müslüman, ekseriyetin sade yaşamına uymalı ve nefsi “Sanki yedim” diyerek terbiye etmelidir.
2. **Nimetlerin Hikmeti**: Nimetlerin yokluğu bazen nimet olur; hafıza ve nisyan gibi, her şeyde bir denge vardır.
3. **Musibetlerde Nimet**: Her musibette bir nimet yönü vardır; bunu görmek şükür getirir. Musibeti abartmak ve şikâyet etmek, onu büyütür ve kalbi ezer.
Bu metin, Müslümanlara zor zamanlarda sade yaşamı, musibetlerde şükrü ve sabrı öğütler. Her şeyde Allah’ın hikmetini görmeyi, israf ve şikâyetten kaçınmayı vurgulayarak, insanı hem dünya hem ahiret saadetine yönlendirir. Bu tefekkür, İslam’ın iktisat ve sabır anlayışını yansıtır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com