Temessülün aksamı muhtelifedir
Temessülün aksamı muhtelifedir
Âyinede temessül, münkasım dört surete: Ya yalnız hüviyet ya beraber hâsiyet ya hüviyet hem şule-i mahiyet ya mahiyet, hüviyet.
Eğer misal istersen işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.
Bir ruh-u nuraninin kendi mir’atlarında timsalleri oluyor birer hayy-ı murtabıt; aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp
Birer nur-u münbasit. Ger şems hayevan olaydı; olur harareti hayatı, ziya onun şuuru, şu havassa mâliktir âyinede timsali.
İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrail hem Sidre’de hem suret-i Dıhye’de meclis-i Nebevî’de,
Hem kim bilir kaç yerde! Azrail’in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhları kabzediyor. Peygamber’in bir anda,
Hem keşf-i evliyada hem sadık rüyalarda ümmetine görünür hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
Velilerin ebdalı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.
* * *
Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri’ olamaz
İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez.
Ümmeti davetle teşri edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir fakat müşerri’ olamaz.
İcma ile cumhurdur, sikke-i şer’i görür. Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.
Yoksa davet bid’attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.
* * *
1) Temessülün aksamı muhtelifedir
> “Temessülün aksamı muhtelifedir
Âyinede temessül, münkasım dört surete: Ya yalnız hüviyet ya beraber hâsiyet ya hüviyet hem şule-i mahiyet ya mahiyet, hüviyet.”
Terimler ve genel çerçeve
Temessül: bir şeyin başka bir zeminde, başka bir sûrette görünmesi; “temsil”, “tecelli”, “yansıma” manalarını ihtiva eder.
Âyine / mir’at: temessülün gerçekleştiği ‘ayna’ — fiziki aynadan geniş anlamıyla kalpler, tabiat, hakikat sahaları, rü’yalar, mahlûk âlemleri gibi yansımaya müsait ortamlara işaret eder.
Hüviyet, hâsiyet, mahiyet, şule: “hüviyet” varlığın/düşüncenin kendiliği, “hâsiyet” sıfat ve vasıfları, “mahiyet” öz/zaruriyet, “şule” ise mahiyetin yaydığı nur, ışınım demektir.
Dört sûretin mantığı — somutlaştırmalarla
Bediüzzaman burada tek bir ilkeyi söylüyor: bir asılın aynalarda (çeşitli âlemlerde, kalplerde, rüyalarda) farklı şekillerde görünmesi mümkündür; bu görünüşlerin niteliği dört ayrı mantık çerçevesinde tasnif edilebilir.
- Yalnız hüviyet — asılın sadece “kendisi” olarak görünmesi. (Örnek: bir varlık, kendi tabiatıyla, aynada tayin edilmiş bir surette açığa çıkar; kimliği korur.)
- Beraber hâsiyet — hem kimlik hem o kimliğe ait belirgin sıfatlarla görünme. (Örnek: bir zatın hem mevcudiyeti hem de ona ait belirgin sıfatların görünmesi.)
- Hüviyet hem şule-i mahiyet — kimlik ile birlikte “mahiyetin şuaı” (özün ışınlanması) görülür; yani özden yayılan bir nurlanma da tecelli eder. (Bediüzzaman’ın “şule” tabiri, yalnız fizikî ışık değil, mahiyetin ruhî-neşvî tecellîsidir.)
- Mahiyet, hüviyet — daha çok özün (mahiyetin) belirginliği ön plandadır; kimlik onun içinde belirir.
Metindeki örnek ve derin okuyuş
> “Eğer misal istersen işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.
Bir ruh-u nuraninin kendi mir’atlarında timsalleri oluyor birer hayy-ı murtabıt; aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp Birer nur-u münbasit.
Ger şems hayevan olaydı; olur harareti hayatı, ziya onun şuuru, şu havassa mâliktir âyinede timsali.”
İnsan — şems / melek — kelime benzetmeleri: insan-şems örneğiyle Bediüzzaman, insanın mikrokâinat, enerjik kaynaklarla irtibatlı oluşunu; melek–kelime ise meleklerin kelamla (emirle/tebliğle) ilişkisini düşündürtür. Yani “asıl” ile “temsil” arasında nispi uygunluk kuruyor.
Kesifin timsalleri… müteharrik meyyit: “kesif” yani maddî olanın suretleri aynada hareket eden fakat fâni (ölümlü) şeylerdir — “müteharrik meyyit” metaforunda “hareket eden ancak hakikatte fâni” anlamı var. Maddî aynalar canlılık gösterir ama asıl hayatın kaynağı ayrı bir ruh/nev-dir.
Ruh-u nurani’nin mir’atları → hayy-ı murtabit: nefis-nurani, manevî bir gerçek, kendi âyinelerinde canlı, bağlı varlıklara (hayy-ı murtabit: bağlı hayat sahibi varlıklar) dönüşebilir. Burada “aynalar” kalpler, rüyalar, esrarlı hallerdir; ruhun nüshaları oralarda canlı tecelliler olur. Eğer o nüsha “aynı olmazsa” (şartlar yoksa) sadece “nur-u münbasit” yani basit bir ışın, yayılma hâlinde kalır — tam kişilikli bir müşahhaslığa ulaşmaz.
“Bir anda çok yerde zuhur” meselesi — teolojik ve metafizik açıklama
> “Cebrail hem Sidre’de hem suret-i Dıhye’de meclis-i Nebevî’de, hem kim bilir kaç yerde! Azrail’in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhları kabzediyor. Peygamber’in bir anda, hem keşf-i evliyada hem sadık rüyalarda ümmetine görünür hem haşirde umum ile şefaatle görüşür. Velilerin ebdalı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.”
Mahiyet / hakikat bir; tecelliler çoktur. Bediüzzaman burada “tek hakikatin çok aynada çok misaller vermesi” ilkesini Kur’ânî-hadisî örneklerle destekleyerek açıklar. Bir meleğin/peygamberin “aynı anda” farklı sûretlerde görünmesi, o zatın çok fiziksel ikamete bölünmesi değil; ilahi iradeyle birçok aynada farklı temessüller göstermesidir.
Kâideler:
Teklik — öz (özün gerçekliği) bölünmez.
Çokluk — görünüş ve tecellilerde mümkündür (ışığın bir lambadan birçok yüzeye yansıması gibi).
Mevzûî tecelli mutlak güç ve hikmetle kaimdir; bu tecelliler şirk ya da mâhfiyet iddiası değil, kudretin çeşitliliğinin delilidir.
Pratik sonuç: rüya-visyon, evliyâ-keramet, peygamberlerin görünüşleri gibi haller, bilimsel/ahlâkî ölçülerle değerlendirilmeli: tevazu, tevessülün sınırları, şahısların hakikate eşdeğer sayılmaması (tevhid korunur).
2) Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri’ olamaz
> “Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri’ olamaz
İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez. Ümmeti davetle teşri edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir fakat müşerri’ olamaz.”
Kavramların açık tanımı
Müstaid: içtihad yapmaya muktedir, gerekli ilim ve olgunluğa sahip kişi.
Müçtehid: fiilî olarak içtihad eden, içtihadı uygulayan kimse.
Müşerri’: şeriatı koyan/legislasyon yapan (yasayı yapan kimse) — bu sadece Resulullah (ve kudret-i ilâhi) ile alâkalıdır.
Nass: açık metin (Kur’ân/hadis) — nass koymak, yeni bir ilahi delil ortaya koymak manasına gelir ki bu mümkün değildir.
Metnin temel iddiası ve delilleri
Temel ilke: Bir kimse şartları varsa kendi nefsi için içtihad yapar; fakat içtihadı, başkalarını bağlayacak bir şeri hüküme dönüştüremez. İçtihad, te’vil ve kıyastır; şeriat ise nass ve peygamberin teslimidir.
Neden? Çünkü şeriat ilahi hükümlerin bütünü olup, onun “koyucusu” Allah ve Rasûlüdür. İnsan aklı nassın yerini alamaz; akıl nassı tefsir eder fakat nass yerine geçemez.
“Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz.” — Yani bir fakîhin anladığı (fehmi), şeriatın kaynağından olur; fakat o anlayış hakikat olarak şeriatın kendisi değildir.
“Ümmeti davetle teşri edemez” — birlik, icma ve sosyal denge
İcma ve cumhur: Bediüzzaman burada, bir fikri ümmete bağlayıp “şeriat budur” diye sunmanın meşruiyetinin ancak geniş kabul (icma veya cumhurun zannı) ile mümkün olduğunu söylüyor.
Sebep: Dinî hükümlerin toplum üzerinde istikrar ve sükûn sağlaması gerekir; tek bir müçtehidin dayatması toplumsal fitne ve bid’ata yol açabilir.
“Yoksa davet bid’attır… Ağzına tıkılır” ifadesi sert görünür; bağlamı şu: başkalarını bağlayıcı şekilde yeni bir hüküm tesis etme iddiası, eğer zann-ı cumhurla desteklenmiyorsa bid’at karşısında tehlikelidir ve yasaklayıcı bir uyarıdır.
Fıkıh ilmine göre pratik sonuçlar
Muçtehid hakikat arar, fakat yasama iddiasında bulunamaz. İctihadın değeri büyüktür: yeni meselelerin çözümünde gereklidir. Ancak bu çözümler, ictihad sahibinin görüşü olarak kalmalı; onu ümmete zorla kabul ettirmek meşru değildir.
Ta’limat: Müçtehidler tevazu göstermeli, görüşlerini “benim ictihadım” çerçevesinde sunmalı; mükellef olmayanlar (genel halk) ehline itaat etmeli (taklid).
Birliğin korunması: Mezhep farklılıkları tarih boyunca meşru kalmış; fakat bir mezhebi zorla tüm ümmete dayatmak Bediüzzaman’a göre şeriat ruhuna aykırıdır. İcma, doğal bir meşruiyet mekanizmasıdır; bir fikrin genel kabulü olmadıkça ona davet “bid’at” olabilir.
Kısa özet ve pratik çıkarımlar
- Temessül ilkesi: Tek hakikatin (kaynağın) pek çok âyinedeki çeşitlenmiş görünüşleri mümkündür. Bu, mucizeleri, rü’yaları, velâyet tecellilerini açıklamak için kullanılan sağlam metafizikî zemindir. Tek hakikat bölünmez; görünüşleri, ilahi hikmetle çoğalır.
- İçtihad–şer‘ ayrımı: Sahih içtihad meşrudur ve gerekli; ama bir insanın içtihadını şeriat gibi ümmete dayatması meşru değildir. Şeriat ancak nass ve Resul’ün davetiyle gelir; insan anlaşılıp uygulanacak yorumlar yapar ama “şeriat koyamaz.”
- Toplumsal tesis: Alimlerin, müçtehidlerin tavrı cemaatin huzuru için önemlidir — fikir serbestliği ile tebliğ sorumluluğu dengelenmelidir.
*****
Metin, iki ana bölüme ayrılıyor: İlk bölüm, Allah’ın kudretinin tecellileri bağlamında “temessül” (bir şeyin bir yerde yansıması veya görünmesi) kavramını ele alıyor; ikinci bölüm ise içtihat, şeriat ve bid’at konularına odaklanıyor. Şimdi her iki bölümü ayrı ayrı, geniş ve detaylı bir şekilde izah edelim.
—
### **1. Temessülün Aksamı Muhtelifedir**
**Metin:**
> Temessülün aksamı muhtelifedir
> Âyinede temessül, münkasım dört surete: Ya yalnız hüviyet ya beraber hâsiyet ya hüviyet hem şule-i mahiyet ya mahiyet, hüviyet.
> Eğer misal istersen işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime. Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit.
> Bir ruh-u nuraninin kendi mir’atlarında timsalleri oluyor birer hayy-ı murtabıt; aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp
> Birer nur-u münbasit. Ger şems hayevan olaydı; olur harareti hayatı, ziya onun şuuru, şu havassa mâliktir âyinede timsali.
> İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrail hem Sidre’de hem suret-i Dıhye’de meclis-i Nebevî’de,
> Hem kim bilir kaç yerde! Azrail’in bir anda Allah bilir kaç yerde, ruhları kabzediyor. Peygamber’in bir anda,
> Hem keşf-i evliyada hem sadık rüyalarda ümmetine görünür hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
> Velilerin ebdalı, çok yerlerde bir anda zuhur eder, görünür.
**İzah:**
Bu bölüm, Allah’ın kudretinin tecellilerinin evrendeki farklı yansımalarını (temessül) ve bu yansımaların çeşitli türlerini ele alıyor. Temessül, bir varlığın başka bir yerde veya surette görünmesi, yansıması veya tecelli etmesidir. Bediüzzaman, bu kavramı metafizik ve manevi boyutlarıyla açıklıyor ve Allah’ın kudretinin, melekler, peygamberler ve veliler aracılığıyla nasıl çoklu tecellilere sahip olduğunu gösteriyor.
- **“Temessülün aksamı muhtelifedir”**: Temessülün (yansıma veya görünme) farklı türleri vardır. Bu, Allah’ın kudretinin veya bir varlığın farklı şekillerde ve mertebelerde kendini göstermesi anlamına gelir.
- **“Âyinede temessül, münkasım dört surete: Ya yalnız hüviyet ya beraber hâsiyet ya hüviyet hem şule-i mahiyet ya mahiyet, hüviyet”**: Yansıma, aynada dört şekilde gerçekleşir:
– **Yalnız hüviyet**: Sadece bir varlığın şekli veya görüntüsü yansır, ama özü veya özellikleri yansımaz (örneğin, bir aynadaki cansız bir nesnenin görüntüsü).
– **Beresaber hâsiyet**: Görüntüyle birlikte bazı özellikler de yansır (örneğin, bir nesnenin şekli ve rengi).
– **Hüviyet hem şule-i mahiyet**: Görüntüyle birlikte varlığın özünden bir ışık veya yansıma da görünür (örneğin, manevi bir varlığın nurani yansıması).
– **Mahiyet, hüviyet**: Varlığın hem özü hem de görüntüsü tam anlamıyla yansır (örneğin, yüksek mertebedeki manevi varlıkların yansımaları).
Bu dört kategori, temessülün maddi ve manevi âlemlerdeki farklı derecelerini ifade eder. - **“Eğer misal istersen işte insan ve hem şems, melek ve hem kelime”**: Bu kavramları anlamak için örnekler veriliyor: insan, güneş (şems), melek ve kelime. İnsan ve güneş maddi âlemi, melekler manevi âlemi, kelime ise soyut bir kavramı temsil eder.
- **“Kesifin timsalleri, âyinede oluyor birer müteharrik meyyit”**: Kesif (yoğun, maddi) varlıkların aynadaki yansımaları, hareketli olsa da cansızdır (müteharrik meyyit). Örneğin, bir insanın aynadaki görüntüsü hareket eder, ama bu görüntü canlı değildir, sadece bir yansımadır.
- **“Bir ruh-u nuraninin kendi mir’atlarında timsalleri oluyor birer hayy-ı murtabıt; aynı olmazsa eğer, gayrı dahi olmayıp birer nur-u münbasit”**: Nurani bir ruhun (örneğin meleklerin veya velilerin ruhlarının) yansımaları ise canlı ve bağlantılıdır (hayy-ı murtabıt). Bu yansıma, aslıyla tamamen aynı değildir, ama tamamen ayrı da değildir; bir nevi “nurun yayılması” (nur-u münbasit) gibidir. Bu, manevi varlıkların Allah’ın izniyle birden fazla yerde görünebilmesini açıklar.
- **“Ger şems hayevan olaydı; olur harareti hayatı, ziya onun şuuru, şu havassa mâliktir âyinede timsali”**: Eğer güneş canlı olsaydı, onun ısısı hayatı, ışığı ise şuuru olurdu. Güneşin aynadaki yansıması, bu özellikleri taşırdı. Bu, Allah’ın kudretinin yansımalarının, aslının özelliklerini taşıyabileceğini gösterir.
- **“İşte budur şu esrarın miftahı”**: Bu açıklama, temessülün sırrının anahtarıdır. Aşağıdaki örnekler, bu sırrı daha iyi anlamamızı sağlar:
– **Cebrail’in farklı yerlerde görünmesi**: Cebrail (a.s.), Sidretü’l-Münteha’da, Dıhye suretinde, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) meclisinde ve daha birçok yerde aynı anda görünebilir. Bu, onun nurani varlığının temessül kabiliyetinden kaynaklanır.
– **Azrail’in bir anda birçok yerde ruh kabzetmesi**: Azrail (a.s.), Allah’ın izniyle aynı anda birçok yerde ruhları kabzedebilir. Bu, onun nurani yapısının çoklu tecelli kabiliyetini gösterir.
– **Peygamber’in farklı yerlerde görünmesi**: Peygamber Efendimiz (s.a.v.), evliyanın keşfinde, sadık rüyalarda ve ahirette ümmetine şefaat ederken aynı anda farklı yerlerde görünebilir.
– **Velilerin ebdal sıfatıyla çok yerde görünmesi**: Ebdal (velilerin yüksek bir mertebesi), Allah’ın izniyle aynı anda birden fazla yerde zuhur edebilir.
**Genel Mesaj**: Bu bölüm, Allah’ın kudretinin, nurani varlıkların (melekler, peygamberler, veliler) aracılığıyla çoklu tecellilere sahip olduğunu ve bu tecellilerin “temessül” yoluyla farklı yerlerde ve şekillerde göründüğünü açıklar. Maddi varlıklar cansız bir yansıma üretirken, nurani varlıklar canlı ve bağlantılı yansımalar üretir. Bu, Allah’ın kudretinin sınırsızlığını ve evrendeki tecellilerinin çeşitliliğini gösterir.
—
### **2. Müstaid, Müçtehid Olabilir; Müşerri’ Olamaz**
**Metin:**
> Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri’ olamaz
> İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez.
> Ümmeti davetle teşri edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz. Müçtehid olabilir fakat müşerri’ olamaz.
> İcma ile cumhurdur, sikke-i şer’i görür. Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor.
> Yoksa davet bid’attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz.
**İzah:**
Bu bölüm, İslam’da içtihat, şeriat ve bid’at kavramlarını ele alıyor. İçtihadın sınırlarını, müçtehidin rolünü ve şeriatın otoritesini vurguluyor. Ana fikir, içtihadın meşru bir çaba olduğu, ancak bunun şeriat koyma (teşri) yetkisine sahip olmadığıdır.
- **“Müstaid, müçtehid olabilir; müşerri’ olamaz”**: Yetkin ve ehil olan (müstaid) bir kişi, içtihat yapabilir, ancak yeni bir şeriat koyamaz (müşerri’ olamaz). İçtihat, Kur’an ve sünnette açık bir nass (kesin hüküm) olmayan konularda hüküm çıkarma çabasıdır. Ancak, şeriat koyma yetkisi sadece Allah’a ve Peygamber’e (s.a.v.) aittir.
- **“İçtihadın şartını haiz olan her müstaid, ediyor nefsi için nass olmayanda içtihad. Ona lâzım, gayra ilzam edemez”**: İçtihat yapabilmek için gerekli ilmi şartları taşıyan bir kişi, nass bulunmayan konularda kendi adına hüküm çıkarabilir. Ancak, bu hükmü başkalarına zorla dayatamaz (ilzam edemez). İçtihat, kişisel bir yorumdur ve bağlayıcı değildir.
- **“Ümmeti davetle teşri edemez. Fehmi, şeriattan olur; lâkin şeriat olamaz”**: Müçtehit, ümmeti kendi içtihadına çağırarak yeni bir şeriat koyamaz. Onun anlayışı (fehmi) şeriattan kaynaklanır, ancak bu anlayış kendisi şeriat olamaz. Bu, içtihadın Kur’an ve sünnetin gölgesinde kalması gerektiğini vurgular.
- **“Müçtehid olabilir fakat müşerri’ olamaz”**: Bu, önceki cümlenin bir özeti olarak, müçtehidin rolünün sadece yorum yapmakla sınırlı olduğunu, yeni bir din veya şeriat oluşturamayacağını tekrar eder.
- **“İcma ile cumhurdur, sikke-i şer’i görür”**: Şer’i bir hükmün geçerliliği, ümmetin icması (konsensüsü) ve çoğunluğun (cumhur) kabulüyle belirlenir. İcma, şeriatın geçerlilik sikkesidir (onay mührü).
- **“Bir fikre davet etmek; zann-ı kabul-ü cumhur, şart-ı evvel oluyor”**: Bir fikri veya içtihadı başkalarına sunmak için, ümmetin çoğunluğunun bunu kabul edeceğine dair bir kanaat (zann-ı kabul-ü cumhur) şarttır. Yani, bir görüşün meşruiyeti, ümmetin genel kabulüne bağlıdır.
- **“Yoksa davet bid’attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda daha çıkamaz”**: Eğer bir fikir veya davet, ümmetin çoğunluğunun kabulüne uygun değilse, bu bir bid’at (dine sonradan eklenmiş yenilik) sayılır ve reddedilir. Bid’at, İslam’da hoş karşılanmaz ve susturulur.
**Genel Mesaj**: Bu bölüm, içtihadın İslam’daki yerini ve sınırlarını açıklar. İçtihat, ehil kişiler tarafından nass olmayan konularda yapılabilir, ancak bu içtihatlar bağlayıcı değildir ve şeriat koyma yetkisine sahip değildir. Yeni bir fikir veya davet, ümmetin genel kabulüne uygun olmalıdır; aksi takdirde bid’at sayılır ve reddedilir. Bu, İslam’ın ana kaynaklarına (Kur’an ve sünnet) bağlılığın önemini ve bid’atten sakınmayı vurgular.
—
### **Genel Değerlendirme ve Sonuç**
Bu metin, iki temel konuyu birleştirerek derin bir tefekkür sunar:
1. **Temessül ve Allah’ın Kudreti**: Allah’ın kudreti, nurani varlıkların (melekler, peygamberler, veliler) çoklu tecellileriyle kendini gösterir. Temessül, bu tecellilerin farklı mertebelerde ve şekillerde görünmesini ifade eder. Maddi varlıkların yansımaları cansızken, nurani varlıkların yansımaları canlı ve bağlantılıdır. Bu, Allah’ın kudretinin evrendeki çeşitliliğini ve sınırsızlığını tefekkür etmeye çağırır.
- **İçtihat ve Şeriat**: İçtihat, İslam’da meşru bir çabadır, ancak sadece nass olmayan konularda ve ehil kişiler tarafından yapılabilir. Müçtehit, kendi içtihadını başkalarına dayatamaz ve yeni bir şeriat koyamaz. Her yeni fikir veya davet, ümmetin icmasına ve Kur’an-sünnet çizgisine uygun olmalıdır; aksi takdirde bid’at sayılır.
Bu metin, Risale-i Nur’un temel yaklaşımını yansıtır: Allah’ın kudretini evrendeki tecellilerle anlamak, Kur’an ve sünnete bağlı kalarak hakikati aramak ve bid’atten sakınmak. Müslümanlara, hem manevi hem de ilmi meselelerde tefekkürle hareket etmeyi ve İslam’ın ana kaynaklarına sadık kalmayı öğütler.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com