Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir

  1. “Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.”

    “i’lem Eyyühel-Aziz!” ifadesi, “Ey aziz kardeşim, bil ki!” anlamına gelir ve sözün önemini vurgular.
    Tevekkül, bir işi yapmak için tüm gayreti gösterdikten sonra, sonucunu Allah’a bırakmak, O’na güvenmektir.
    Bu ifade, tevekkül eden bir kulun en büyük güvencesinin Allah olduğunu ifade eder. Yani, insan ne kadar aciz, zayıf ve çaresiz kalırsa kalsın, eğer kalpten bir tevekkül ile Allah’a sığınırsa, O, kulunun tüm ihtiyaçlarını karşılamaya ve ona yardım etmeye yeterlidir (kâfi). Bu, insana büyük bir iç huzuru ve güven duygusu verir. Maddi veya manevi zorluklar karşısında yılmamak, korkmamak ve ümitsizliğe düşmemek için bir rehberdir.

    2. “Ey insan! senin nokta-i istinadın, ancak ve ancak ALLAH’a olan imandır.”

    Nokta-i istinad, dayanak noktası, sığınak ve güven kaynağı anlamına gelir.
    Bu söz, insan fıtratında var olan dayanma, sığınma ve güvence arayışına dikkat çeker. İnsan, kendi gücünün, bilgisinin veya etrafındaki insanların sınırlı olduğunu bilir. Bu yüzden, sarsılmaz ve mutlak bir güce dayanma ihtiyacı hisseder. Bediüzzaman, bu dayanağın ancak ve ancak Allah’a olan iman olabileceğini söyler. Servet, makam, şan ve şöhret gibi geçici şeyler, insana sahte bir güven duygusu verse de, en ufak bir sarsıntıda yok olabilirler. Oysa Allah’a olan iman, insanın en zor anlarında bile ona güç veren, sarsılmaz bir kale gibidir.

    3. “madem rahim bir halıkımız var; bizim için gurbet olamaz. madem o var; bizim için herşey var.”

    Bu ifade, insanın varoluş yalnızlığına ve aidiyet arayışına bir cevap niteliğindedir. Gurbet, kişinin yurdundan uzak kalması ve kendini yabancı hissetmesidir. Eğer bir insan, kendisini bu kâinatta yapayalnız, sahipsiz ve kimsesiz hissederse, sürekli bir gurbet duygusu yaşar. Ancak Bediüzzaman, Rahim (merhameti sonsuz) bir Halık’ın (yaratıcının) var olduğunu idrak eden bir müminin, hiçbir zaman gurbette kalamayacağını belirtir. Çünkü O’nun merhameti her yeri kaplar ve her yerde O’nun mülkünde olduğunun bilincindedir.

    “Madem O var; bizim için herşey var” ifadesi ise, Allah’a iman eden bir insanın, O’nun gücü, ilmi ve merhameti sayesinde, her türlü ihtiyacının karşılanacağına olan kesin inancını yansıtır.

    4. “Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük, vücudunda zerre-miskal kaldıkça hakikat güneşinin görünmesine mâni bir hicab Olur. … kat’î, yakînî bürhanlar ile deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir za’fiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder.”

    Bu ifade, nefsin manevi bir körlükten muzdarip olduğunu çok güçlü bir metaforla anlatır. Bu körlük, insanın en büyük hakikatleri dahi görmesine engel olur. Bediüzzaman, bu durumu, sapasağlam bir kalenin tek bir küçük taşındaki zayıflık sebebiyle kalenin tamamını inkâr etmeye benzetir. Yani nefis, bütünü görmekten acizdir ve küçücük bir zaafı, bir şüpheyi bahane ederek, Allah’ın varlığı, birliği gibi apaçık hakikatleri bile reddetme eğilimindedir. Bu söz, insanın sürekli dahili bir mücadele içinde olduğunu ve nefsin aldatıcı fısıltılarına karşı uyanık olması gerektiğini anlatır.

    İman Kalesi: Yalnızlık, Gurbet ve İnkârın Aşıldığı Bir Yolculuk

    İnsanoğlu, varoluşundan bu yana yalnızlık, aidiyet ve anlam arayışıyla yoğrulmuş bir yolcudur. Kimi zaman bu dünyada, sanki kimsesiz ve sahipsiz bir misafir gibi hissederiz. Oysa Bediüzzaman, bu hissin yanlış bir idrakten kaynaklandığını bize anlatır:

    “madem rahim bir halıkımız var; bizim için gurbet olamaz. madem o var; bizim için herşey var.”

    Bu söz, kalbe yerleşen bir aidiyet hissinin anahtarıdır. Kâinatın her köşesi, merhameti sonsuz bir Yaratıcının eseridir. Bu bilinçle yaşayan bir insan, dünyanın neresinde olursa olsun, asla “gurbette” hissetmez. Çünkü her yerde O’nun şefkatli nazarlarıyla karşılanır. Bu derin aidiyet duygusu, insanın tüm korkularını ve yalnızlık hissini bertaraf eder. O varsa, her şeyin bir anlamı vardır ve O’nun gücüyle her şeye muktedirdir.
    Ancak bu sağlam imanın ve huzurun önüne, insanın kendi içindeki en büyük düşman olan nefis geçer. Nefis, manevi bir körlüğe sahiptir ve bu körlük, en apaçık hakikatleri dahi görmemize engel olur.

    Bediüzzaman bunu şöyle tarif eder:

    “Arkadaş! Nefsin vücudunda bir körlük vardır. O körlük, vücudunda zerre-miskal kaldıkça hakikat güneşinin görünmesine mâni bir hicab Olur. … kat’î, yakînî bürhanlar ile deliller dolu olan büyük bir kalede, küçük bir taşta bir za’fiyet görünürse, o kör olası nefis o kaleyi tamamen inkâr eder.”

    Bu söz, nefsin aldatıcı mantığını gözler önüne serer. İman hakikatleri, sağlam delillerle inşa edilmiş bir kale gibidir. Ama nefis, bu kalenin büyüklüğünü ve sağlamlığını görmezden gelir, küçücük bir şüpheyi, bir zaafı bahane ederek tüm kaleyi reddetmeye kalkar. Bu, akıllı bir insanın yapacağı bir şey değildir. Bu yüzden insan, nefsini iyi tanımalı ve onun bu aldatıcı fısıltılarına karşı uyanık olmalıdır.

    Peki bu mücadele ve hayatın zorlukları karşısında, insanın en sağlam dayanağı ne olmalıdır? Bediüzzaman, bu sorunun cevabını net bir şekilde verir:

    “Ey insan! senin nokta-i istinadın, ancak ve ancak ALLAH’a olan imandır.”

    Ne servet ne de güç, insanın sarsılmaz bir dayanağı olabilir. En zengin insan bile bir anda tüm mal varlığını kaybedebilir. En güçlü insan bile, en küçük bir hastalıkla aciz kalabilir. Oysa Allah’a olan iman, tüm bu geçici dünya hallerinden bağımsız, mutlak ve sarsılmaz bir güç kaynağıdır. Bu imana tutunan bir insan, fırtınalı denizlerde yönünü kaybetmeyen bir gemi gibidir. Her türlü sıkıntı ve felaket karşısında sükunetini koruyabilir.
    Bu sağlam dayanağa sahip olan bir kul, aynı zamanda tevekkül ahlakını da kuşanır. Tevekkül, sadece tembellik demek değildir; tüm çabayı sarf ettikten sonra sonucu Allah’a bırakmaktır. Ve işte bu noktada, kalbi Allah’a olan imanla dolu olan insan, en büyük güvenceye ulaşır:

    “i’lem Eyyühel-Aziz! Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.”

    Allah’a tevekkül eden bir insan, tüm varlığıyla O’nun gücüne ve merhametine teslim olur. Bu teslimiyet, insana tarifsiz bir iç huzur ve güven verir. Çünkü bilir ki, yaratıcısı, onun için en hayırlı olanı hazırlamaktadır ve O’nun yardımı her şeye yeterlidir.

    Sonuç olarak, insanın bu dünyadaki yolculuğu, bir iman yolculuğudur. Yalnızlık, gurbet ve deruni mücadeleler karşısında en sağlam dayanak, Allah’a olan imandır. Bu iman, kişiyi nefsani zaafların körlüğünden kurtarır, tevekkül ahlakını kazandırır ve dünyanın geçici telaşları karşısında sarsılmaz bir huzur verir.

    Özet

    Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin dört farklı sözünden yola çıkarak, insanın manevi yolculuğunu ele almaktadır. Makale, insanın en sağlam dayanağının Allah’a olan iman olduğunu, bu imanın gurbet ve yalnızlık duygusunu ortadan kaldırarak tam bir aidiyet hissi verdiğini vurgulamaktadır. Aynı zamanda, nefsin manevi bir körlüğe sahip olduğuna ve bu körlüğün en apaçık hakikatleri dahi görmemize engel olduğuna dikkat çeker. Son olarak, tüm bu mücadeleler karşısında Allah’a tevekkül eden bir kulun, O’nun yardımının kendisine kâfi geleceği inancıyla huzur bulacağını anlatmaktadır.

    Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 16th, 2025