KÂİNAT BİR MUSİKA- İ İLAHİDİR – 1 –

KÂİNAT BİR MUSİKA- İ İLAHİDİR – 1 –

“Semâyı dinle; nasıl “Yâ Celîl-i Zülcemâl” diyor. Ve arza kulak ver; nasıl “Yâ Cemîl-i Zülcelâl” diyor. Ve hayvanlara dikkat et; nasıl “Yâ Rahmân, yâ Rezzâk” diyorlar. Bahardan sor; bak nasıl, “Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm, yâ Latîf, yâ Atûf, yâ Musavvir, yâ Münevvir, yâ Muhsin, yâ Müzeyyin” gibi çok esmâyı işiteceksin. Ve insan olan bir insandan sor; bak nasıl bütün Esmâ-i Hüsnâyı okuyor ve cephesinde yazılı. Sen de dikkat etsen, okuyabilirsin. Güyâ, kâinat azîm bir mûsıka-i zikriyedir; en küçük nağme, en gür nağamâta karışmakla, haşmetli bir letâfet veriyor. Ve hâkezâ, kıyas et.”

“küçücük bir insan, icadsız, sırf sûrî bir san’atçığı ile, bir fonoğrafın güzel işlemesiyle böyle memnun olsa; acaba bir Sâni-i Zülcelâl, koca kâinatı bir mûsıkî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi, zemini ve zemin içindeki bütün zîhayatı ve bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî ve bir mûsıkà-i İlâhî tarzında yapmış ki; hikmet-i beşer, o san’at karşısında hayretinden parmağını ısırıyor.”

“güneş ve Arş gibi büyük cirmler haşmet lisanıyla “Yâ Celîl, yâ Kebîr, yâ Azîm” dedikleri vakit, sinek ve semek gibi o küçücük zîhayatlar dahi rahmet lisanıyla “Yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Kerîm” diyerek, o musika-i kübrâya lâtif nağamatlarını katıyorlar, tatlılaştırıyorlar.”

“Evet, evet!.. eğer sivrisinek tantanasını kesse, bal arısı demdemesini bozsa, sizin şevkiniz hiç bozulmasın, hiç teessüf etmeyiniz. Zîra, kainatı nağamatıyla raksa getiren ve hakaikın esrarını ihtizaza veren mûsıka-i İlahiye hiç durmuyor, mütemadiyen güm güm eder.
Padişahlar Padişahı olan Sultan-ı Ezelî, Kur’an denilen mûsıka-i İlahiyesiyle umum alemi doldurarak, kubbe-i asumanda şìddetli ses getirmekle sadef-i kehf-misal olan ulema ve meşayih ve hutebanın dimağ, kalb ve femlerine vurarak, aks-i sadası onların lisanlarından çıkıp seyr ü seyelan ederek, çeşit çeşit sadalarla dünyayı güm güm ile ihtizaza getiren o sadanın tecessüm ve intıba’ıyla umum kütüb-ü İslamiyeyi bir tanbur ve kanûnun bir teli ve bir şeridi hükmüne getiren ve herbir tel, bir nev’i ile onu îlan eden o sada-i semavî ve rûhanîyi kalbin kulağı ile işitmeyen veya dinlemeyen, acaba o sadaya nisbeten sivrisinek gibi bir emîrin démdemelerini ve karasinekler gibi bir hükûmetin adamlarının vızvızlarını işitecek midir?”

“Ey mü’min-i kalb-i hüşyar! Şimdi gözlerimiz bir parça dinlensinler. Onların bedeline hassas kulağımızı imânın mübârek eline teslim ederiz, dünyaya göndeririz. Dinlesin leziz bir saz.
Evvelki yolumuzda bir mâtem-i umumi, hem vâveylâ-i mevtî zannolunan o sesler, şimdi yolumuzda birer nevâz ü namaz, birer âvâz ü niyaz, birer tesbihe âğâz.
Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevâz.
Terennümât-ı hava, naarât-ı ra’dıye, nağamât-ı emvâc, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecâz.
Eşyada olan asvât, birer savt-ı vücuddur; “Ben de varım” derler. O kâinat-ı sâkit, birden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”
Tuyûrları söylettirir ya bir lezzet-i ni’met, ya bir nüzûl-ü rahmet. Ayrı ayrı seslerle, küçük âğâzlarıyla rahmeti alkışlarlar. Ni’met üstünde iner, şükür ile eder pervâz.”

*****

> “Güya, kâinat azîm bir mûsıka-i zikriyedir; en küçük nağme, en gür nağamâta karışmakla, haşmetli bir letâfet veriyor… Semâyı dinle; nasıl ‘Yâ Celîl-i Zülcemâl’ diyor. Ve arza kulak ver; nasıl ‘Yâ Cemîl-i Zülcelâl’ diyor… Bahardan sor; bak nasıl ‘Yâ Hannân, yâ Rahmân, yâ Rahîm, yâ Kerîm…’”
“Koca kâinatı bir mûsıkî, bir fonoğraf hükmünde icad ettiği gibi… bilhassa zîhayat içinde insanın başını öyle bir fonoğraf-ı Rabbânî… yapmış ki…”
“Güneş ve Arş… ‘Yâ Celîl, yâ Kebîr, yâ Azîm’… sinek ve semek… ‘Yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Kerîm’ diyerek o musika-i kübrâya latîf nağamatlarını katıyorlar.”
“Kâinatı nağamâtıyla raksa getiren… mûsıka-i İlahiye hiç durmuyor… Kur’ân denilen mûsıka-i İlahiye… kütüb-ü İslamiyeyi bir tanburun bir teli hükmüne getirir.”
“Eşyada olan asvât, birer savt-ı vücuddur; ‘Ben de varım’ derler… ‘Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!’”

Kâinatın “mûsıka-i zikriyesi” ne demek?

Öz fikir: Bediüzzaman, kâinatı baştan başa Allah’ın isimlerini (Esmâ-i Hüsnâ) ilan eden bir zikir orkestrâsı olarak okutur. Her varlık bir “nağme”, her hareket bir “ritim”, her mevsim bir “bestekâr değişimi” gibidir. Bu “müzik” kulak zarımıza değil, kalbin kulağına hitap eder; işitilmesi için iman ve tefekkür gerekir.

1) Esmâ’nın korosu: semâ, arz, hayvan, bahar, insan

Semâ (gökyüzü): Genişlik, haşmet ve düzeniyle Celâl isimlerini (Celîl, Kebîr, Azîm) okur. Yıldızların ordusu “kusursuz nizâm” ritmiyle tempo tutar.

Arz (yeryüzü): Renk, güzellik ve sanatıyla Cemâl isimlerini (Cemîl, Latîf, Müzeyyin, Musavvir) terennüm eder.

Hayvanât: Beslenme, doğum, barınma ekosistemiyle Rahmân, Rezzâk, Kerîm isimlerine ses olur.

Bahar: Bir sefere mahsus değil, her sene tekrarlanan mucizât-ı kudret konseridir; “Hannân, Rahmân, Rahîm, Kerîm…” isimlerinin sür’âtli icrası gibidir.

İnsan: “Bütün Esmâ-i Hüsnâ cephesinde yazılı” olduğu için koro şefi hükmündedir; aklıyla manayı çözer, diliyle ilan eder, ameliyle tescil eder.

2) Makrodan mikroya tek ses: Arş’tan sineğe

“Arş ve güneş” haşmet lisanıyla “Yâ Celîl, yâ Kebîr” derken; “sinek ve balık” rahmet lisanıyla “Yâ Cemîl, yâ Rahîm” der.
Ders: Büyüklük-küçüklük terennümü değiştirmez; her zerre, kendi ölçeğinde Esmâ’nın bir perdesidir. Orkestrada tuba ile flütün birlikte âhenk kurması gibidir.

3) Kur’ân: Musika-i İlahiye’nin “partitürü”

“Kur’ân denilen mûsıka-i İlahiye… kütüb-ü İslamiyeyi bir tanburun teli hükmüne getirir.”
Mânâsı: Kur’ân, kâinat konserinin nota defteridir. Tefsir, hadis, fıkıh, kelâm… hepsi o ana temanın farklı tellerde, farklı makamlarla icrasıdır. Âlimlerin dimağ ve kalplerine çarpan sada-i semavî, onların dillerinden farklı ezgilerle yankılanır.

4) İnsan: “fonoğraf-ı Rabbânî”

İnsanın başı/zeka-kalp-lisan üçlüsü kayıt, çözüm ve ilan cihazı gibidir:

Aklı: Kâinattaki ritmi okur (hikmet).

Kalbi: O ritme duygusal iştirak eder (muhabbet, huşû).

Lisan ve amel: İşitilen hakikati tesbih ve ibadet olarak seslendirir.
Bu yüzden en küçük bir insan bile, icadsız, sırf idrak ve şuuruyla, koca kâinattaki musıkîye şahitlik eder.

5) Tabiatın sesleri: “demdeme, zemzeme, rakraka…”

Metindeki bu kelimeler “tabiat sesleri sözlüğü” gibidir:

Demdeme: Hava cereyanlarının uğultusu; azameti hissettirir.

Civcive: Kuşların cıvıltısı; rahmet ve şükür makamı.

Zemzeme: Yağmurun tıkırtısı; rahmetin hezecâtı (neş’eli ölçü).

Gamgama: Dalgaların iniltisi; emr-i İlâhî’ye inkıyad.

Rakraka: Gök gürültüsü; celâlin narası.
Hepsi “zikr-i azamet” ve “tesbih-i rahmet” olarak okunur. Yani doğadaki sesleri yalnız fizik değil, mana tarafından da işitmek gerekir.

6) “Savt-ı vücud”: Varlığın konuşması

“Eşyada olan asvât, birer savt-ı vücuddur; ‘Ben de varım’ derler.”
İzah: Her varlık, var oluşuyla “Beni yaratan var” diyen bir delildir. Bu, “lisan-ı hâl” ile konuşmadır.

Varlık = ses

Nizam = ritim

San’at = melodi
Toplamı, Tevhid makamıdır.

7) İmanla işitmek: “kalbin kulağı”

“Gözler dinlensin; hassas kulağı imanın eline teslim et.”
Mesaj: Sırf çıplak duyular, kâinatı bazen “mâtem” zanneder (ayrılıklar, ölümler). İman ise aynı tabloyu **“nevâz ve niyaz”**a çevirir: Ölüm, terhis ve tahvîl; değişim, tazelenme ve tecdid-i halk olur. Böylece korku makamı, tesbih makamına döner.

8) “Sivrisinek tantanası”na karşı “Kur’ân sedası”

Geçici, gürültülü dünyevî sesler (siyaset, şöhret, polemikler) sivrisinek vızıltısı gibi kesilir. Kur’ân’ın sedası ve kâinat musıkîsi ise mütemâdîdir.
Pratik ders: Kalbi ve zihni ana ezgiye (Kur’ân-kâinat uyumu) sabitleyen bir mü’min, gündelik gürültülerle şevkini kaybetmez.

9) İtiraza kısa cevap: “Bunlar mecaz mı?”

Evet, temsil ve mecaz var; fakat mecaz hakikate penceredir.

Ses ve musıkî, nizâm + maksat + güzellik demektir.

Kâinatta görülen nizâm + maksat + güzellik, fail-i hakîm ve cemîl gerektirir.

Dolayısıyla musıkî benzetmesi, varlığın manalı dokusunu akla yaklaştırır; masalımsı değil, aklî-imanî bir okumadır.

10) Amelî sonuçlar: Tefekkür için “dinleme rehberi”

Günlük kısa pratik (5-10 dk):

  1. Semâya bak: “Yâ Celîl, yâ Kebîr, yâ Azîm” de; sonsuzluk hissini Tevhid’e bağla.
  2. Bir çiçeği izle: “Yâ Latîf, yâ Musavvir, yâ Müzeyyin” diyerek san’at ve inceliği tad.
  3. Rızka şahit ol: Sofranda “Yâ Rezzâk, yâ Kerîm” zikriyle şükür duy.
  4. Bir kuş sesi duyduğunda: “Bu, tesbih-i rahmettir” diye şuur ekle.
  5. Gök gürlediğinde: “Celâl de rahmetin hizmetkârıdır” diyerek huzurda kal.

Mevsimlik derinleşme:

Bahar: “İhyâ ve haşir provaları”nı oku; “Yâ Muhyî, yâ Bâis”.

Yaz: Rızkın coşkusunda “Yâ Rezzâk, yâ Vehhâb”.

Güz: Tebdil ve tahvilde “Yâ Hakîm, yâ Mukaddir”.

Kış: Sükûnet ve muhafazada “Yâ Hafîz, yâ Sabûr”.

11) Kısa özet

Kâinat zikir orkestrasıdır; her varlık Esmâ-i Hüsnâdan bir perde çalar.

Kur’ân, o orkestranın asıl notasını verir; İslâmî ilimler onun tel ve şeritleridir.

İnsan, “fonoğraf-ı Rabbânî”dir: akıl-kalp-lisanıyla bu hakikati okur, duyar, ilan eder.

İman, kâinatı “mâtem”den “namaz ve niyaz”a çevirir.

Geçici gürültüler susar; Kur’ân’ın sedası ve mûsıka-i İlahiye bâkîdir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 6th, 2025