Dostu Üzmekten Daha Ağırı: Düşmanı Sevindirmek

Dostu Üzmekten Daha Ağırı: Düşmanı Sevindirmek

Evet, Dostu üzmekten daha kötüsü, düşmanı sevindirmektir.
Dostla iftirak ve ihtilafın en büyük zararı, dolaylı olarak düşmana destek olmaktır.
Düşmanın gücü zatından değil, dostun zafındandır.
Israilin İslam dünyası hatta dünya karşısındaki gücü kendinden değil, diğerlerinin dağınıklığı ve ortak noktalarda bir araya gelememelerindendir.
Çünkü hayırda tereddüt edip ittifak edilmezken, şerde ittifak edilmektedir.
Şeytan bir iken ve onun karşısında Allah, melekleri, vahiy, din, Müslümanlar gibi büyük bir güç varken, zahiren şeytan ve mensupları geçici de olsa galip gelmektedir.

Ancak;
“Ehl-i dalâletin zilletindendir ittifakları; ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilâfları. Yani, ehl-i gaflet olan ehl-i dünya ve ehl-i dalâlet, hak ve hakikate istinad etmedikleri için, zayıf ve zelildirler. Tezellül için, kuvvet almaya muhtaçtırlar. Bu ihtiyaçtan, başkasının muavenet ve ittifakına samimî yapışırlar. Hattâ, meslekleri dalâlet ise de, yine ittifakı muhafaza ederler. Adeta o haksızlıkta bir hakperestlik, o dalâlette bir ihlâs, o dinsizlikte dinsizdârâne bir taassup ve o nifakta bir vifak yaparlar, muvaffak olurlar. Çünkü samimî bir ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet, ihlâs ile kim ne isterse Allah verir.
Amma ehl-i hidayet ve diyanet ve ehl-i ilim ve tarikat, hak ve hakikate istinad ettikleri için ve herbiri bizzat tarik-i hakta yalnız Rabbini düşü-nüp tevfikine itimad ederek gittiklerinden, mâ-nen o meslekten gelen izzetleri var. Zaaf hissetti-ği vakit, insanların yerine Rabbine müracaat eder, medet Ondan ister. Meşreplerin ihtilâfıyla, zâhir-i meşrebine muhalif olana karşı muavenet ihtiyacını tam hissetmiyor, ittifaka ihtiyacını göremiyor. Belki hodgâmlık ve enâniyet varsa, kendini haklı ve muhalifini haksız tevehhüm ederek, ittifak ve muhabbet yerine, ihtilâf ve re-kabet ortaya girer. İhlâsı kaçırır, vazifesi zîr ü ze-ber olur.” Lem’alar. 154.

“Bu meyveler gibi hadsiz tatlı semereler ve faydalar ve hasenatın gayet güzel neticeleri ve menfaatleri ve Erhamürrâhimînin gayet merhametkârane tevfikleri ve inayetleri ehl-i hidâyete yardım edip kuvvet verdikleri halde, ehl-i dalâlet neden çok defa galebe eder ve bazen yirmisi, yüz tane ehl-i hidâyeti perişan eder?” diye, mânen benden soruldu. Ve bu tefekkür içinde şeytanın gayet zayıf desiselerine karşı Kur’ân’ın büyük tahşidatı ve melâikeleri ve Cenâb-ı Hakkın yardımını ehl-i imana göndermesi hatıra geldi. Risale-i Nur’un onun hikmetini kat’î hüccetlerle izahına binaen, o sualin cevabına gayet kısa bir işaret ederiz.
Evet, bazen serseri ve gizli, muzır bir adamın bir saraya ateş atmaya çalışması yüzünden, yüzer adamın yapması gibi, yüzer adamın muhafazasıyla ve bazan devlete ve padişaha iltica ile o sarayın vücudu devam edebilir. Çünkü, onun vücudu, bütün şeraitin ve erkânın ve esbâbın vücuduyla olabilir. Fakat onun ademi ve harap olması, birtek şartın ademiyle vâki ve bir serserinin bir kibritiyle yanıp mahvolduğu gibi, ins ve cin şeytanları az bir fiil ile büyük tahribat ve dehşetli mânevî yangınlar yaparlar. Evet, bütün fenalıklar ve günahlar ve şerlerin mayası ve esasları ademdir, tahriptir. Sureten vücudun altında, adem ve bozmak saklıdır. İşte cinnî ve insî şeytanlar ve şerirler bu noktaya istinaden gayet zayıf bir kuvvetle hadsiz bir kuvvete karşı dayanıp, ehl-i hak ve hakikatı Cenâb-ı Hakkın dergâhına ilticaya ve kaçmaya her vakit mecbur ettiğinden, Kur’ân, onları himaye için büyük tahşidat yapar. Doksan dokuz esmâ-i İlâhiyeyi onların ellerine verir. O düşmanlara karşı sebat etmelerine çok şiddetli emirler verir.
Bu cevaptan, birden pek büyük bir hakikatin ucu ve azametli, dehşetli bir meselenin esası göründü. Şöyle ki:
Nasıl ki Cennet, vücut âlemlerinin mahsulâtını taşıyor ve dünyanın yetiştirdiği tohumları bâkiyâne sümbüllendiriyor. Öyle de, Cehennem dahi, hadsiz dehşetli adem ve hiçlik âlemlerinin çok elîm neticelerini göstermek için, o adem mahsulâtlarını kavuruyor. Ve o dehşetli Cehennem fabrikası, sair vazifeleri içinde, âlem-i vücut kâinatını âlem-i adem pisliklerinden temizlettiriyor.” Asa-yı Musa. 69.[1]

*******

Tarih boyunca milletlerin en büyük zaafı, dışarıdan gelen saldırılardan ziyade, içeride yaşanan ihtilaflar ve dağınıklık olmuştur. Dostla ihtilaf, sadece dostu incitmekle kalmaz; düşmanı sevindirir. Ve çoğu zaman düşmanın gücü, kendi kuvvetinden değil, dostların zaafından doğar.

Bugün İslam dünyasının karşı karşıya olduğu tablo, bu hakikatin en açık göstergesidir. İsrail’in görünürdeki gücü, kendi silahından ya da zekâsından ziyade, İslam dünyasının dağınıklığı, ittifaksızlığı ve müşterek noktalarda bir araya gelememesinden kaynaklanmaktadır. Bu durumun kökleri, insanlığın ezelî imtihanına kadar gitmektedir: Şeytan bir iken, karşısında Allah, melekler, vahiy ve müminler gibi muazzam bir güç bulunmasına rağmen, geçici de olsa galip gelebilmektedir.

Dalâletteki İttifak, Hidayetteki İhtilaf

Bediüzzaman Said Nursî, bu meseleyi veciz bir şekilde şu hakikatle açıklar:

> “Ehl-i dalâletin zilletindendir ittifakları; ehl-i hidayetin izzetindendir ihtilâfları. … Çünkü samimî bir ihlâs, şerde dahi olsa neticesiz kalmaz. Evet, ihlâs ile kim ne isterse Allah verir.” (Lem’alar, s. 154)

Dalâlet ehli, hakikate dayanmadıkları için zayıf ve zelildirler. Bu zayıflık onları ittifaka zorlar. Menfaatleri uğruna aralarındaki ihtilafları unutur, bir araya gelirler. Bu dayanışma onlara muvakkat bir güç kazandırır. Hatta dinsizlikte bile bir taassup ve ihlâs gösterirler.

Buna karşılık, hidayet ehli, hakka dayanmanın verdiği izzet sebebiyle ittifaka ihtiyaç hissetmez. Rabbine dayanır, O’na iltica eder. Ancak bu izzet, bazen enâniyetle birleştiğinde, kardeşler arasında ihtilafa sebep olabilir. Neticede ittifak zedelenir, ihlâs kaybolur, düşman sevinir.

Tahrip Kolay, İmar Zor

Risale-i Nur, şeytanın muvakkat galebesinin sırrını “tahribin kolaylığı” ile açıklar:

> “Bir serserinin bir kibritiyle bir saray yanar; ama o sarayın yapılması için yüzlerce usta, yüzlerce gün çalışmak gerekir.” (Asa-yı Musa, s. 69)

Evet, iman, ilim, birlik ve ahlâk, imar ister. Emek, sabır, gayret gerektirir. Buna karşılık küfür, nifak, fitne ve ifsat için az bir hareket yeter. Şeytanın zayıf bir desisesi, gafletle birleştiğinde büyük tahribatlar doğurur. Bu sebeple Kur’ân, müminlere büyük tahşidat yapar, doksan dokuz Esmâ-i Hüsnâ’yı ellerine verir ve sebat etmelerini emreder.

İsrail ve İslam Dünyası: Güncel Bir Yansıma

Bugün İsrail’in zulmü, İslam dünyasının dağınıklığı ile birleşince daha güçlü görünmektedir. Halbuki hak ve adalet onun karşısındadır. Fakat müminlerin ihtilafı, bu hakikati gölgeler. Birleşilemeyen hayır, bölünülen dava, düşmanı sevindirir.

İsrail, görünüşteki kuvvetini, Müslümanların ittifaksızlığından alır. Evet, Kur’ân’ın beyanıyla:

> “Onların kalpleri dağınıktır. Sen onları toplu sanırsın, fakat kalpleri paramparçadır.” (Haşr, 14)

Bu ayet, aslında düşman için olduğu kadar, ihtilaf eden müminler için de bir ikazdır. Çünkü dağınıklık, dostu incitirken düşmanı sevindirir.

Sonuç ve Dersler

Dostu üzmekten daha ağır olan, düşmanı sevindirmektir.

Dalâlet ehli, zayıflığından dolayı ittifak eder; hidayet ehli ise izzetinden dolayı ihtilafa düşebilir.

Tahrip kolaydır, imar zordur. Şeytan az bir hile ile büyük tahribat yapar.

İsrail’in gücü kendinden değil, İslam dünyasının dağınıklığındandır.

Müminlerin kurtuluşu, ihlâs ve ittifakladır. Kur’ân’ın tahşidatı da buna işaret eder.

Bugün İslam dünyasının yapması gereken en büyük vazife, ihtilafları bir kenara bırakıp müşterek noktalarda birleşmek, dostu sevindirmek, düşmanı hüsrana uğratmaktır. Zira:

> “Müminler ancak kardeştir. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin.” (Hucurât, 10)

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] Bak. http://kulliyat.risaleinurenstitusu.org/lemalar/on-ucunu-lem-a/74

Loading

No ResponsesEylül 3rd, 2025