Dünyadan Vakitlice Vazgeçmek: İzzetin ve Yüksekliğin Sırrı

Dünyadan Vakitlice Vazgeçmek: İzzetin ve Yüksekliğin Sırrı

> Yarın seni zillet ve rezaletlere maruz bırakmakla terkedecek olan dünyanın sefahetini bugün kemal-i izzet ve şerefle terkedersen pek aziz ve yüksek olursun. Çünkü o seni terketmeden evvel sen onu terkedersen, hayrını alır, şerrinden kurtulursun.
>
İnsanlık tarihi, dünyanın gelip geçici sefahatine aldananların hazin sonlarıyla dolu. Güç, zenginlik, şöhret gibi geçici heveslerin peşinden koşanlar, bir zaman sonra bu değerlerin onlara sırtını döndüğüne şahit oldular. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethettiği anki azameti ya da Kanuni Sultan Süleyman’ın dünyaya hükmettiği yıllardaki kudreti, bugünün tozu dumanı içinde birer hatıradan ibaret. Tarih bize, dünya nimetlerinin birer emanet olduğunu ve asıl olanın bu emanetlere nasıl davrandığımızı gösteriyor.
Bediüzzaman Said Nursi bu metninde, dünyanın bizi terk etmesini beklemeden, onu kendi irademizle ve şerefle terk etmenin önemine işaret ediyor. Bu terk ediş, bir kenara çekilip dünyadan el etek çekmek değil, dünyaya bağımlı kalmadan, onun esiri olmadan yaşamak demektir. Dünya malının, makamının ve zevklerinin geçici olduğunu idrak eden bir insan, bunların kaybıyla yaşayacağı zillet ve rezaletten korunur. Böyle bir kişi, tıpkı bir geminin yüklerinden kurtulup denizde hafiflemesi gibi, dünyanın yüklerinden kurtulur ve manevi bir yükselişe geçer. Dünya ona hizmet eder, ama o dünyaya hizmet etmez. Bu bilgelik, bize dünyalıkları elde etmekten çok, onlara olan bağımlılığımızdan kurtulmanın asıl erdem olduğunu fısıldar.

Sözün Hikmeti: Her Doğru Söylenir mi?

> Evet her söylediğin doğru olmalı, fakat her doğruyu söylemek doğru değil. Bazen zarar verse sükût etmek.. yoksa yalana hiç fetva yok. Her söylediğin hak olmalı, fakat her hakkı söylemeğe senin hakkın yok. Çünkü hâlis olmazsa sû’-i tesir eder; hak, haksızlıkta sarfolur.
>
Bu metin, sözün gücünü ve sorumluluğunu derin bir şekilde ele alıyor. Doğruluk, elbette ki ahlaki bir ilkenin temelidir, ancak her doğru sözün her durumda söylenmesi gerekmediği ince bir bilgeliktir. Tıpkı bir cerrahın neşterini sadece doğru yerlere kullanması gibi, hikmet sahibi bir insan da sözünü sadece fayda sağlayacağı yerlerde kullanır. Tarih, bu konuda pek çok örnekle doludur. Bir komutanın savaş öncesi askerlerinin moralini bozacak doğru ama yıkıcı bir bilgiyi saklaması, bir yöneticinin toplumsal huzuru tehdit edebilecek hassas bir gerçeği doğru zamanda ve doğru şekilde açıklaması, bu hikmetin bir yansımasıdır.
Bediüzzaman, bu metinde sözün niyetine ve sonucuna dikkat çekiyor. Söylenen söz, ne kadar doğru olursa olsun, eğer iyi niyetle söylenmiyorsa veya kötü sonuçlara yol açıyorsa, faydadan çok zarar verebilir. Hakikat, yanlış bir ağızdan veya yanlış bir zamanda çıktığında, amacından saparak haksızlığa hizmet edebilir. Bu nedenle, sözün en önemli erdemi, doğru olmasının yanı sıra, hayra hizmet etmesi ve saf bir niyetle söylenmesidir. Susmak, bazen konuşmaktan daha büyük bir erdemdir. Bu sessizlik, bir korkaklık değil, sözün ağırlığını ve sorumluluğunu bilen bir bilgenin tavrıdır.

Secdenin Anlamı: İbadet mi, Dalalet mi?

> Baş ile yapılan secde Allah için olursa ibadettir, gayrısı için olursa dalâlettir.
>
Bu cümle, ibadetin özünü ve manevi hayattaki yerini çok net bir şekilde ortaya koyar. Secde, bir insanın en büyük boyun eğişini, en derin saygısını ve tevazuunu simgeler. Ancak bu eylemin kıymeti, kime yapıldığına bağlıdır. İnsanlık tarihi, kralların, putların veya ideolojilerin önünde eğilenlerin hikayeleriyle doludur. Bu eğilişler, bedenen bir secdeyi andırsa da, ruhsal bir boşluğu ve dalaleti ifade eder. Mısır firavunlarının kölelerine kendilerine secde etmelerini emretmesi veya modern zamanlarda bir liderin önünde körü körüne eğilen kitleler, bu dalaletin farklı tezahürleridir.
Gerçek bir secde, yalnızca ve yalnızca Allah’ın önünde yapılır. Bu secde, bireyi alçaltmaz, aksine yüceltir. Çünkü insan, sonsuz kudret ve hikmet sahibi olanın önünde eğilerek, kendi acizliğini idrak eder ve manevi olarak yükselir. Bu, insanın onurunu ve şerefini korumasının en temel yoludur. Başkalarının önünde eğilen bir kişi, ne kadar yüksek makamlara gelse de, ruhsal bir düşüş içindedir. Bu nedenle secde, sadece bir bedeni hareket değil, aynı zamanda manevi bir duruşun, bir inancın ve tevhidin en net ifadesidir.

Var Olmanın Kaynağı: Allah İçin Olmak

> Evet madem Allah var ve ilmi ihata eder. Elbette adem, idam, hiçlik, mahv, fena, hakikat noktasında, ehl-i imanın dünyasında yoktur.
> Ve kâfirlerin dünyaları ademle, firakla, hiçlikle, fânîlikle doludur.
> İşte bu hakikatı, umumun lisanında gezen bu gelen darb-ı mesel ders verip, der:
> “Kimin için Allah var, ona her şey var.
> Ve kimin için O yoksa, her şey ona yoktur, hiçtir.”
>
Bu metin, varoluşun en temel felsefesine ışık tutuyor ve inancın bir insan için ne kadar hayati olduğunu anlatıyor. Allah’a iman eden bir kişi için yokluk, ölüm veya hiçlik gibi kavramlar, mutlak bir sonu ifade etmez. Çünkü her şey, sonsuz ve ezeli olan Allah’ın ilmi ve kudreti altındadır. Bu inanç, insana hayatın zorlukları karşısında sarsılmaz bir dayanak noktası sunar. Bir ölüm bile, bir yok oluş değil, ebedi bir hayata açılan bir kapı olarak görülür. Bu bakış açısı, insana korkularından arınmış, anlam dolu bir yaşam sunar.
Öte yandan, Allah’a inanmayanlar için dünya, adem, firak ve hiçlik duygularıyla doludur. Onlar için her şey fanidir ve her bitiş, mutlak bir yok oluş demektir. Bu durum, insanı derin bir boşluğa ve anlamsızlık hissine sürükler.
Bu nedenle metinde belirtilen “Kimin için Allah var, ona her şey var. Ve kimin için O yoksa, her şey ona yoktur, hiçtir” sözü, bir inanç meselesinden öte, bir varoluş düşüncesidir. İnanan bir insan için her anın bir anlamı, her kaybın bir hikmeti vardır. İnançsız bir insan için ise, en büyük zenginlikler ve başarılar bile nihayetinde anlamsız bir hiçliğe dönüşür.

Makalenin Özeti
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserlerinden seçilen dört farklı metni merkeze alarak, manevi ve ahlaki yaşamın temel ilkelerini ele almıştır. İlk metin, dünyanın geçici zevklerine karşı bilinçli bir duruş sergilemenin ve dünyayı bizi terk etmeden önce ondan vazgeçmenin, insanı zilletten kurtarıp yücelteceğini anlatır.
İkinci metin, sözün doğru olmasının yanı sıra, hikmetli ve faydalı olması gerektiğini, her doğruyu söylemenin her zaman doğru olmadığını ifade eder. Üçüncü metin, secdenin sadece Allah’a yapılması gerektiğini, aksi takdirde dalalete düşüleceğini anlatarak ibadetin özünü tanımlar. Son olarak, dördüncü metin, varoluşun anlamının Allah’a iman etmekten geçtiğini, inanan bir kişi için her şeyin anlam kazandığını, inanmayan için ise her şeyin anlamsız bir hiçliğe dönüştüğünü güçlü bir dille ortaya koyar. Makalenin genelinde, dünyanın geçiciliği, sözün önemi, ibadetin özü ve inancın varoluşa kattığı anlam gibi konular işlenmiştir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesEylül 1st, 2025