İnsanoğlunun Kıyısı ve İhtiyacı: Bir Makale
İnsanoğlunun Kıyısı ve İhtiyacı: Bir Makale
İnsanoğlu, varoluş sahnesinde adeta bir kıyıda durmaktadır. Bir yanında engin, bilinmezliklerle dolu bir okyanus, diğer yanında ise göz kamaştıran bir sahil. Yaşadığı her an, bu iki sonsuzluk arasında bir tercih anıdır aslında.
Metindeki o derin ve hikmetli söz, işte tam da bu durumu anlatır: “İnsanoğlunun ihtiyacı, kendini ihtiyaçsız görmesi, kıyısı ise kendine sınır çizmesidir.”
Bu cümle, bir yandan insanın en derin paradoksunu ifşa ederken, bir yandan da varoluş bir bilgelik sunar.
Hikmetli Bir Bakış: İhtiyacın Kaynağı ve İnkârı
İnsanın en temel ihtiyaçlarından biri, belki de en büyüğü, kendisini ihtiyaçsız sanma yanılmasıdır. Bu, modern dünyanın ve benmerkezci düşüncenin en büyük hastalığıdır. İhtiyaçsızlık maskesi, aslında büyük bir boşluğun üzerini örtmekten başka bir işe yaramaz. Oysa insan, yaratılış gayesi gereği acizdir, fânidir ve her şeye muhtaçtır. Varlığını sürdürebilmesi için oksijene, suya, yiyeceğe muhtaç olduğu gibi, ruhi ve manevi olarak da bir yaratıcıya, bir gayeye, bir sevgiye muhtaçtır.
Tasavvuf ehli bu durumu “fakr” olarak tanımlar. Yani, mutlak yoksunluk ve acziyet. Bu fakr, bir eksiklik değil, aksine varoluşun hakikatine açılan bir kapıdır. Ne zaman ki insan, bu fakrını idrak eder, o zaman gerçek zenginliğe, yani Yaradan’a yönelir. Kendini ihtiyaçsız sanan kibirli insan ise, okyanusun ortasında susuzluktan ölen bir yolcuya benzer. Etrafı sularla çevrili olduğu halde, suyu içemez ve hayatı kaybeder. İhtiyaç, insana acziyetini ve dolayısıyla haddini hatırlatan bir ayna gibidir. Bu aynaya bakmaktan kaçan, kendi gerçeğinden de kaçmış olur.
Edebi Bir Düşünce: Kıyıların Çizgisi
Makalenin ikinci kısmı, “kıyısı ise kendine sınır çizmesidir” ifadesiyle bambaşka bir derinliğe ulaşır. Kıyı, coğrafi bir kavramdan öte, edebi ve simgesel bir anlam taşır.
İnsanın yaşamı, sınırsız arzular ve fütursuzca serbestçe yüzebileceğini düşündüğü bir deniz gibidir. Ancak her denizin bir kıyısı vardır. Bu kıyı, insanın ahlakı, vicdanı, inancı ve toplumsal kurallarıdır. Kendine sınır koymak, bir kısıtlama değil, aslında bir korunma ve özgürleşme eylemidir.
Kıyı, insanın benliğini kaybetmesini engelleyen bir hattır. Kıyıyı aşan, yani kendine sınır çizmekten vazgeçen insan, fırtınalı denizin ortasında yönünü kaybetmeye mahkûmdur. Onurunu, vicdanını, insani değerlerini kaybeder ve en sonunda kendi okyanusunda boğulur. Edebiyat tarihi, kıyılarını aşan karakterlerle doludur. Gururu, hırsı ve ihtirası uğruna vicdanını çiğneyenler, hayatlarının sonunda derin bir boşlukta kendilerini bulmuşlardır. Bu kıyı, aynı zamanda, insanın yaratıcısı ve kendi özü arasındaki mesafeyi koruduğu alandır. Sınırlarını bilmek, haddini bilmektir.
Tarihî Bir İbret: Sınırsızlığın Sonu
Tarih, bu iki kavramın, yani ihtiyaçsızlık yanılmasının ve sınırsızlığın ne kadar yıkıcı olabileceğini gösteren sayısız örnekle doludur. Firavunlar, Nemrutlar ve Neronlar… Kendilerini tanrı ilan eden, sınırsız güç ve kudret peşinde koşan bu liderler, aslında ihtiyaçlarını ve fâniliklerini inkâr etmişlerdir. Mısır piramitleri, bu ihtiyaçsızlık yanılmasının ve sonsuzluk arayışının en somut delilleridir. Ancak tarihin tozlu sayfaları, onların da birer kum tanesi gibi savrulup gittiğini ve yerlerine başka fânilerin geldiğini gösterir.
Osmanlı tarihi ise, bu duruma tam tersi bir ibret sunar. Padişahların, “kul” ve “fakir” olduklarını söyleyen hitapları, onların ihtiyaçlarını ve sınırlarını idrak ettiklerinin bir göstergesidir. Toplumsal düzen, bu sınır bilinci üzerine inşa edilmiştir. Adalet, ahlak ve vicdan, toplumu bir arada tutan ve kıyılarını belirleyen temel direklerdir. Ne zaman ki bu bilinç zayıflamış, ne zaman ki sınırlar aşılmış, o zaman devletler ve medeniyetler çöküşe doğru sürüklenmiştir.
Düşündürücü Bir Sonuç: Gerçek Özgürlük
Sonuç olarak, metindeki o mütevazı ve derin cümle, insana varoluşa ait bir ders verir. Gerçek özgürlük, ihtiyaçsız olmakta değil, ihtiyaçlarını kabullenmekte ve bu kabullenişle beraber bir güce sığınmaktadır. Gerçek özgürlük, sınırsızlıkta değil, kendine ahlaki ve manevi sınırlar çizmektedir. İnsanoğlu, bu iki gerçeği idrak ettiği sürece, yaşadığı kıyıda huzur bulur ve okyanusun derinliklerindeki fırtınalara karşı sağlam bir liman inşa eder. Kendini ihtiyaçsız gören ve sınırlarını aşan, eninde sonunda kendi içinde boğulur. Oysa ihtiyaçlarını bilen ve haddini koruyan, bu fâni dünyada baki bir anlam ve amaç bulur.
Özet
Bu makale, “İnsanoğlunun ihtiyacı, kendini ihtiyaçsız görmesi, kıyısı ise kendine sınır çizmesidir” sözü etrafında şekillenmektedir. Makale, konuyu hikmetli, edebi, tarihi ve düşündürücü açılardan ele alarak bütün bir perspektif sunar. “İhtiyaç” kavramı, insanın acziyetini ve yaratıcısına olan muhtaçlığını inkâr etme yanılgısı olarak değerlendirilirken, tasavvufi bir terim olan “fakr” ile ilişkilendirilir. “Kıyı” ve “sınır” ise, insanın ahlakı, vicdanı ve inancı gibi manevi değerlerini ifade eder. Tarihî örneklerle (Firavunlar ve Osmanlı Padişahları) ihtiyaçsızlık yanılmasının yıkıcılığı ve sınır bilincinin önemi anlatılır. Makale, gerçek özgürlüğün, ihtiyaçları kabul etmek ve kendine manevi sınırlar çizmek olduğunu öne sürerek son bulur.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com