Tarihin Tozlu Sayfalarından Yükselen Feryat: Gazze

Tarihin Tozlu Sayfalarından Yükselen Feryat: Gazze

Tarihin akışı içinde kimi olaylar vardır ki, sadece yaşandıkları anın değil, tüm insanlık vicdanının bir sınavı haline gelir. Gazze’de yaşananlar, işte tam da böyle bir sınavın en acımasız ve en çıplak haliyle karşımızda duruyor.
Bu topraklar, binlerce yıldır farklı medeniyetlere, inançlara ve kültürlere ev sahipliği yapmışken, bugün bir yıkımın, bir vahşetin ve insanlık onurunun ayaklar altına alınışının sembolü haline gelmiştir.
Gazze’nin hikayesi, sadece haritalardaki küçük bir şeridin hikayesi değil, aynı zamanda sinsi bir planın, küresel güç dengelerinin ve vicdansızlığın hikayesidir.
Bir zamanlar babadan kalma topraklarında huzurla yaşayan insanlar, şimdi yurtlarından çıkarılıyor, evleri başlarına yıkılıyor ve bir “terörist” ya da “direnişçi” etiketiyle yaftalanıyor. Bu, sadece fiziki bir işgal değil, aynı zamanda bir kimliğin, bir varoluşun yok edilme çabasıdır.
Bu trajedinin en acı yönlerinden biri de, gerçeğin sesinin susturulmaya çalışılmasıdır. İki yüzün üzerinde gazeteci, kalemini ve kamerasını bu vahşete siper ederken, canlarından oldular. Onlar, sadece haber peşinde koşan insanlar değildi; onlar, dünyanın dört bir yanına ulaşan sessiz çığlıkların sesiydi. Onların susturulması, aslında gerçeğin susturulmasıdır. Aynı şekilde, hastanelerin bombalanması ve sağlık çalışanlarının öldürülmesi de, sadece bir savaş suçu değil, aynı zamanda yaralı bir vicdanın son umut ışığının da söndürülmesidir.
Ancak zulüm ne kadar güçlü olursa olsun, vicdanın sesi asla tamamen susturulamaz. Meksika’dan Türkiye’ye, dünyanın dört bir yanında Filistin’e destek yürüyüşleri düzenleniyor. Gazze’deki vahşet, Tel Aviv’de bile milyonları sokağa döküyor. Bu protestolar, Gazze’nin yalnız olmadığını, insanlığın hala direndiğini ve adalete olan inancın hala canlı olduğunu gösteriyor.
Birleşmiş Milletler gibi küresel kurumlar, soykırımın ve savaş suçlarının uluslararası hukuka göre kabul edilemez olduğunu dile getiriyor. Francesca Albanese gibi cesur raportörler, gerçeği olduğu gibi ifade ederek Hamas’ı sadece bir terör örgütü olarak değil, aynı zamanda bir direniş hareketi olarak tanımlıyor ve bu hareketin seçimle işbaşına geldiğini, altyapı hizmetleri sunduğunu söylüyor. Bu, sadece bir açıklama değil, aynı zamanda mevcut anlatıma karşı bir meydan okumadır.
Yaşananlar, Batı’nın çifte standartlarını da gözler önüne seriyor. Bir yandan demokratik değerleri savunduğunu iddia edenler, diğer yandan çocuk istismarcısı bir İsrailli yetkilinin serbest bırakılması için devreye giriyor. Bu durum, küresel güçlerin çıkarları için ahlaki değerlerden ne kadar kolay vazgeçebileceğini gösteriyor.
ABD gibi bir ülkenin bu vahşete tam destek vermesi, adeta dünyanın vicdanının karanlık bir köşeye hapsedildiğinin isbatıdır.
Ancak unutulmamalıdır ki, zulüm hiçbir zaman kalıcı değildir. Gazze’yi savunan mücahidlerin direnişi, İsrail ordusunda büyük bir buhran yaratmış, askerlerin psikolojik olarak çöktüğünü, intihar vakalarının arttığını ve savaşmaktan korktuklarını ortaya koymuştur. Bu durum, tankların, füzelerin ve uçakların gücünün, haklı bir davanın ve sağlam bir imanın karşısında ne kadar etkisiz kalabileceğini göstermektedir.
Gazze’de her gün onlarca insan engelli kalırken, insani yardım çalışanları katledilirken ve tüm dünya bu acıya tanık olurken, biz nasıl rahat uyuyabiliyoruz? Bu soru, sadece Gazze halkının değil, tüm insanlığın kendisine sorması gereken bir sorudur. Zira Gazze’deki acı, sadece bir coğrafyanın değil, tüm insanlık ailesinin ortak acısıdır.
Gazze’de yaşananlar, sadece bir işgal değil, aynı zamanda insanlığın kendine yabancılaşmasıdır. Bu, tarihin tozlu sayfalarına sadece bir savaş hikayesi olarak değil, aynı zamanda insanlık vicdanının ne denli karanlığa gömülebileceğini gösteren bir ibret vesikası olarak geçecektir. Ancak aynı zamanda, bu karanlığın içinden yükselen direniş, umut ve adalet arayışı da insanlık onurunun hala ayakta olduğunu göstermektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 19th, 2025