Osmanlı’nın Batı’ya Yönelişi: Hikmet, Tarih ve İbret Penceresinden

Osmanlı’nın Batı’ya Yönelişi: Hikmet, Tarih ve İbret Penceresinden

Osmanlı Devleti, asırlar boyunca doğunun ilim, irfan ve hikmet mirasını taşıyan, batının ise korku ve hayranlıkla seyrettiği bir medeniyetin temsilcisi idi. Ancak zamanın rüzgârı 17. yüzyıldan itibaren farklı esmeye başladı. Yüzyıllarca kendi değerleriyle “veren el” olan Osmanlı, bir süre sonra Batı’dan “alan el” konumuna geçti. Bu yönelişin başlangıcı, sebepleri ve sonuçları, hem tarihî hem de ibretlik derslerle doludur.

  1. Başlangıç: Duraklama ve İlk Batı Teması

Osmanlı’nın Batı’ya yönelişi genellikle III. Selim ve II. Mahmud dönemleriyle anılır; ancak bunun kökleri daha geriye, Karlofça Antlaşması (1699) sonrasına dayanır.
Bu antlaşma ile Osmanlı ilk kez büyük toprak kayıplarını kabul etti. Artık “cihan devleti”nin zafer dönemi geride kalmış, Batı karşısında yenilgiler zinciri başlamıştı. Devlet adamları şu soruyla yüzleşti:

> “Biz nerede hata yaptık, onlar neyi doğru yaptı?”

Bu sorunun cevabını bulmak için Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi 1720’de Paris’e elçi olarak gönderildi. Dönüşünde yazdığı “Sefâretnâme”, Batı’nın bilim, teknik, şehircilik ve sosyal düzenini Osmanlı’ya tanıtan ilk ciddi belge oldu. Ancak bu raporlar o günün toplumunda “taklit mi, tedbir mi?” tartışmalarını başlattı.

  1. Sebepler: Neden Batı’ya Yönelindi?

Batı’ya yönelişin arkasında birkaç temel sebep vardı:

  1. Askerî Gerileme: Osmanlı ordusu, özellikle top ve tüfek teknolojisinde geri kalmıştı. Batı ise sanayi ve savaş tekniğinde hızla ilerliyordu.
  2. İlmî Durgunluk: Medreseler, içtihat ve ilmi gelişim kapılarını yavaş yavaş kapatmış, tekrarcı bir yapıya bürünmüştü.
  3. Ekonomik Baskı: Ticaret yollarının değişmesi, kapitülasyonların ağırlaştırılması Osmanlı ekonomisini Batı’ya bağımlı hâle getirdi.
  4. Siyasî Şok: Art arda gelen yenilgiler, Batı’nın üstünlüğünü kabul ettiren siyasi tablolar oluşturdu.

III. Yöntem: Batı’dan Ne ve Nasıl Alındı?

Batı’dan alınan şeyler üç ana başlıkta toplanabilir:

  1. Askerî Islahatlar: Nizam-ı Cedid (III. Selim), Sekban-ı Cedid ve Asakir-i Mansure-i Muhammediye (II. Mahmud) gibi yeni ordular kuruldu. Mühendishaneler açıldı.
  2. Teknik ve Bilim Transferi: Matbaa, modern haritacılık, denizcilik teknikleri ve tıbbi bilgi Batı’dan getirildi.
  3. Kurumsal Yenilikler: Posta, modern mektepler, yeni kanun düzenlemeleri ve Batı tarzı bürokrasi Osmanlı’ya girdi.

Fakat problem şuydu: Bu yenilikler çoğu zaman öz ile değil, şekil ile sınırlı kaldı.
Boylece;
> “Avrupa’dan fen ve sanat alınması gerekirken, sefahat ve rezaleti alındı.”

  1. Sonuçlar: Zafer mi, Zafiyet mi?

Osmanlı’nın Batı’ya yönelmesi iki yönlü bir miras bıraktı:

Olumlu Sonuçlar: Askerî teknik gelişti, modern okullar açıldı, bilim ve teknolojiye kısmen erişildi.

Olumsuz Sonuçlar: Batı’nın sadece tekniği değil, kültürel yozlaşması da alındı. Kendi kimliğinden uzaklaşma, toplumsal bölünme ve değer erozyonu başladı. “Alafranga” ve “alaturka” çatışması doğdu.

Bu süreçte Osmanlı, Batı’yı taklit ettikçe kendi köklerinden uzaklaştı; hem kendi irfanını hem de Batı’nın ilmini tam manasıyla birleştiremedi.

  1. Hikmetli Değerlendirme

Osmanlı’nın Batı’ya yönelmesi aslında “bilgi ve teknik” arayışının doğal bir sonucuydu. Fakat mesele “neyi” ve “nasıl” alacağımız sorusunda düğümlendi.
Mesele, Faydalı olanı almak, zararlı olandan sakınmak.
Eğer Batı’dan sadece ilim, teknik ve çalışkanlık alınsaydı; ahlâkî yozlaşma değil, medeniyet sentezi doğabilirdi.

  1. İbret

Tarih, bize şu gerçeği fısıldar:

Taklit, aslı yaşatmaz; ancak aslı bilenler yeniliği inşa eder.

Gücünü kaybeden, başkasının değerleriyle değil, kendi kökleriyle ayağa kalkar.

Medeniyet, teknoloji ile ahlâkın birleştiği yerde yeşerir.

Özet:
Osmanlı’nın Batı’ya yönelmesi, 18. yüzyıldan itibaren askerî ve ilmî gerilemenin bir sonucu olarak başladı. Karlofça sonrası elçilikler, teknik yenilikler ve kurumsal reformlar yapıldı; ancak Batı’dan sadece teknik değil, kültürel yozlaşma da taşındı. Neticede medeniyet sentezi yerine kimlik karmaşası doğdu. Bu süreç bize, başka medeniyetlerden faydalanırken köklerimizden kopmamamız gerektiğini öğretiyor.

*********

ÖLÇÜSÜZ TAKLİT

Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lem’a’da şöyle buyrulur:

> “Hakîkatli bir latîfe: Sultan Süleymân-ı Kanûnî, kesretli kırk çeşme sularını İstanbul’a getirdiği vakit, Şeyhül-İslâm Zembilli Ali Efendi ona demiş: ‘Hilâf-ı şeriat kanunları Avrupa’dan getirdiğin cihetle, İstanbul’a öyle bir bok sıçtın ki, o getirdiğin suların cümlesi üzerinden akıp geçse yüz senede temizleyemez.’”

  1. “Latife” Olarak Anlatım:

Bu söz, Bediüzzaman Hazretleri tarafından “latîfe” ifadesiyle aktarılmıştır; yani, sembolik ve mizahî bir üslupla ciddi bir eleştiri ihtiva eden bir anlatımdır.

  1. Şeriata Aykırı Kanunlara İhtar:

Zenbilli Ali Efendi, bu ifade ile doğrudan Sultan Süleyman’ın yaptığı hayrı küçümsemek değil, Avrupa’dan alınarak uygulanan örfî kanunların şeriat şartlarına muhalif olarak benimsenme eğilimini hicvetmiştir. Yani esas eleştiri, yeni kanun yapımında ölçüsüz taklit ve Kur’an-ı esas almama durumudur.

  1. Tarihi Tutarsızlık (Zaman Hatası):

Tarihî gerçek şu ki, Zembilli Ali Efendi 1526’da vefat ederken, Kırk Çeşme suyunun İstanbul’a getirilişi 1554 civarında gerçekleşmiştir. Bu durumda söz konusu olayın zamanlama olarak doğrudan Osmanlı kaynağı olmayan, risalede geçen bir “latîfe” niteliğinde olduğu açıktır. Yani bir tarihî olay olarak değil, düşündürücü bir uyarı ve sembol olarak değerlendirilmelidir.

  1. Fetvayı Uygulayıcı Makamın Cesur İkazı:

Zembilli Ali Efendi’nin padişaha açıkça bu şekilde tepki vermesi, ilmiye sınıfının (dinî makamların) otoritesinin ve bağımsız görüş ifade özgürlüğünün Osmanlı döneminde hâlâ ne kadar güçlü olduğuna işaret eder. Bu bakımdan, olayın formunda absurde kaçsa da ruhunda ciddi bir uyarı barındırdığı açıktır.

Özet Tablo: Hakikat ve Anlam

Kaynak Risale-i Nur — Sikke-i Tasdik-i Gaybî, Sekizinci Lem’a
İçerik Latîfe üslûbuyla şeriata aykırı kanun alımına yönelik güçlü bir eleştiri
Tarihî Gerçeklik Zamanlama tutarsız — sembolik anlatım olarak düşünülmeli
Anlam Avrupa’dan ithal kanunlarla şeriat ilkelerinin zedelenmesine dikkat çekme
İlmî ve Siyasi Boyut Şeyhül-İslâm’ın padişaha yüzüne karşı ikaz edebilmesi, dinî otoritenin gücünü gösterir

Sonuç:

Risale-i Nur’daki bu ifade gerçek bir tarihi olayı birebir yansıtmaz; fakat şeriatın dışında ve şüpheli örfî düzenlemelere karşı, soyut olarak verilen güçlü bir moral ve hukukî ikazdır. Sembolizm yoluyla, ileride benzer sapmaların musibet oluşturabileceğini anlatan manidar bir latîfedir.

*********

Zenbilli Ali Efendi Kanuni Sultan Süleyman’a şeyhülislamlık yapmıştır.
Kendisi II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman dönemlerinde olmak üzere toplam 24 yıl bu görevde kalmıştır. Zenbilli Ali Efendi, Kanuni’nin hükümdarlığının ilk yıllarında şeyhülislamlık yapmış, 1526’da vefat edene kadar bu makamı korumuştur.
Kanuni döneminde Rodos’un fethine katılmış ve camiye çevrilen Saint Jean Katedrali’nde ilk cuma namazını kıldırmıştır. Aynı zamanda, padişahın kanun koyma yetkisini dahi dinin adalet anlayışı çerçevesinde dengelemesiyle tanınan, sözü geçen bir alimdir. Vefatından sonra yerine Ebussuud Efendi şeyhülislamlık makamına getirilmiştir.[1]

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

[1] Bak.
https://www.google.com/amp/s/sorularlarisale.com/kesretli-kirk-cesme-sularini-istanbula-getirdigi-vakit-seyhulislam-zenbilli-ali-efendi-ona-demis-burada-seyhulislam%3famp

https://www.google.com/amp/s/sorularlarisale.com/hilaf-i-seriat-kanunlari-avrupadan-getirdigin-cihetle-istanbula-oyle-bir-bok-sictin-ki-o-getirdigin-sularin-cumlesi%3famp

 

Loading

No ResponsesAğustos 15th, 2025