NURLU HAKİKATLER – 3 –
NURLU HAKİKATLER – 3 –
- Zerrelerden Gelen Ses: Tevhidin Dili
Bediüzzaman Said Nursi’nin, “Herbir zerre, mebde’-i hareketinde lisan-ı hal ile ‘Ben, Allah’ın namıyla, hesabıyla, ismiyle, izniyle, kuvvetiyle hareket ediyorum.’ der.” sözü, kâinatın derin bir tevhidi dili olduğunu ifade eder. Bu söz, en küçük atomdan en büyük galaksiye kadar, evrendeki her zerrenin hareketinin ve varlığının tesadüfî olmadığını, aksine sonsuz bir ilim, irade ve kudret sahibi olan Allah’ın kontrolünde gerçekleştiğini anlatır.
Makale, bu sözden hareketle, modern bilimin de ulaştığı evrendeki düzen ve ahenk gerçeğini ele alır. Bir elektronun çekirdek etrafındaki dönüşünden, bir gezegenin yörüngesindeki seyrine, bir çiçeğin açmasından bir canlının büyümesine kadar her olay, kendi başına değil, ilahi bir emir ve kanun dairesinde meydana gelir. Bu, kâinatın bir kaos değil, aksine her zerresinde bir düzenin ve hikmetin hüküm sürdüğü bir kitap olduğunu gösterir. İnsan, bu ‘lisan-ı hal’i işitebildiği takdirde, varlık âlemindeki her hareketin, Yaratıcı’yı işaret ettiğini idrak eder ve tevhid inancı, sadece bir soyut kabul olmaktan çıkar, somut bir hakikate dönüşür. Bu durum, insanı derin bir tefekküre ve Yaratıcı’ya karşı saygıya sevk eder.
- Gaflet Uykusundan Uyanmak: Sonsuz Hayata Hazırlık
İnsanın bu dünyadaki varoluş gayesini ve ahiret inancının önemi ile ilgili olarak;”Size böyle nimet eden bir zât, sizi başıboş bırakmaz ki, kabre girip kalkmamak üzere yatasınız.” ve “Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir Zâtın hârika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hâdiseler de başıboş olamazlar.” ifadeleri, kâinattaki mükemmel düzenin, tesadüflerle açıklanamayacağını ve bu düzenin Yaratıcısı’nın insanı başıboş bırakmayacağını anlatır.
Makale, bu iki sözü bir araya getirerek, insanın sorumluluğuna ve ahiret inancının mantıksal zeminine odaklanır. Bir yandan, etrafımızdaki nimetlerin (yeme, içme, duyular) varlığı, bir “nimet veren”in varlığını gösterir. Bu nimetlerin karşılığında, insanın hiçbir sorumluluğu olmadan yok olup gideceğini düşünmek, hem akla hem de bu nimetlerin hikmetine aykırıdır. Diğer yandan, gökyüzündeki şimşekler, depremler, volkanlar gibi “hârika işler”, kâinatın faal ve kudretli bir Zat tarafından yönetildiğini gösterir. Bu Zat’ın insanı da başıboş bırakmayacağı, dolayısıyla ölümden sonra bir hesap gününün olacağı fikri, derin bir ibret ve düşünce kaynağıdır. Bu düşünce, insanı gaflet uykusundan uyandırır ve hayatını daha anlamlı, daha sorumlu bir şekilde yaşamaya yöneltir.
III. Şeytanın Hilesi ve İstiğfarın Kalkanı
“Şeytanın en büyük desisesi, insana kusurunu itiraf ettirmemesidir.-ta ki istiğfar ve istiaze yolunu kapatsın-.” sözü, nefis terbiyesi ve manevi arınma sürecine dair önemli bir hikmet sunar. Bu söz, şeytanın insanı yanıltmak için en sık başvurduğu yöntemin, onu hatalarını görmezden gelmeye veya meşrulaştırmaya ikna etmek olduğunu belirtir. Çünkü bir insan kusurunu itiraf etmediği sürece, af dileme (istiğfar) ve sığınma (istiaze) kapılarını da kapatmış olur.
Makale, bu sözün psikolojik ve manevi derinliğini ele alır. İnsan fıtratında, kendi hatalarını görmeme veya başkalarını suçlama eğilimi vardır. Şeytan, bu eğilimi kullanarak insanı tövbe kapısından uzaklaştırır. Oysa kusurunu itiraf etmek, sadece bir pişmanlık belirtisi değil, aynı zamanda nefsin kibir ve gururundan arınma ve Yaratıcı’ya karşı acizliğini kabul etme eylemidir. İstiğfar ve istiaze, bu açıdan, insanın manevi kalkanıdır; Allah’a sığınarak, nefsin ve şeytanın tuzaklarından korunmanın bir yoludur. Bu söz, insana sürekli bir iç muhasebe yapma, hatalarını kabul etme ve daima Allah’a sığınma çağrısında bulunur.
- Kâinat Bir Şeceredir: İnsanın Yaratılıştaki Yeri
“İ’lem eyyühe’l-aziz! Kâinat bir şeceredir. Anâsır onun dallarıdır. Nebatat yapraklarıdır. Hayvanat onun çiçekleridir. İnsanlar onun semereleridir.” sözü, kâinatın organik bir bütünlüğünü ve insanın bu bütün içindeki özel yerini hikmetli ve edebi bir dille anlatır. Kâinat, köklü bir ağaca (şecere) benzetilir. Cansız elementler (anâsır) dalları, bitkiler (nebatat) yaprakları, hayvanlar (hayvanat) çiçekleri ve insanlar ise bu ağacın en kıymetli meyveleri (semere) olarak tasvir edilir.
Makale, bu teşbihin hikmetini ele alarak, insanın yaratılıştaki üstün konumunu ve sorumluluğunu anlatır. İnsan, sadece bu ağacın bir parçası değil, aynı zamanda onun varoluş gayesidir. Diğer tüm varlıklar, insanın hizmetine verilmiş, onun için birer nimet ve ibret levhası kılınmıştır. Bu düşünce, insana büyük bir onur ve sorumluluk yükler. İnsan, bu ağacın meyvesi olarak, yaratılışın gayesini anlamak, Yaratıcı’sını tanımak ve O’na kulluk etmekle yükümlüdür. Bu söz, aynı zamanda, tabiata ve diğer canlılara karşı merhametli ve bilinçli bir yaklaşımın da gerekliliğini düşündürür.
Özet
Bu makale, Risale-i Nur’dan iktibas edilen hikmetli sözleri, tevhid, ahiret, nefis ve insanın kâinattaki yeri açısından ele almaktadır. Her zerrenin Yaratıcı’yı tesbih ettiğini (tevhid), insanın bu dünyada başıboş bırakılmadığını ve ahirete hazırlanması gerektiğini, şeytanın en büyük hilesinin insana kusurunu unutturmak olduğunu ve bu durumun istiğfar kapısını kapattığını ve kâinatın bir ağaç gibi olduğu bu ağacın en değerli meyvesinin ise insan olduğunu anlatmaktadır. Her bir söz, birbiriyle bütünleşerek, insanın varoluşunu, sorumluluklarını ve manevi arınma yollarını ele alan derin bir dünya görüşü sunmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com