Dinime Dahleden Bari Müslüman Olsa
Dinime Dahleden Bari Müslüman Olsa
Evet gerçekten, Dinime dahleden bari müsülman olsa.
Adamın camiyle cemaatle, cuma ile hutbeyle, dinle kuranla, namazla ezanla, tesettürle hayayla hiç mi hiç ilgisi yok, derdi yok ama kalkmış Müslümanın hutbesiyle cumasıyla, camisine cemaatine uğraşmakta, cami ve cemaati de kendisine benzetmeye çalışmaktadır.
Tam bir munafikane, hainane, sinsice bir hareket.
Bu insanların hristiyan ve yahudilikle hiç problemi olmazken, islamiyetle problem yaşamaktadırlar.
Bunlar din düşmanı değil, İslamiyet düşmanıdırlar.
Maalesef yüz yıldır hep aynı hal.
İlk yıllarda dışarıdan kaldıramadıkları islamiyeti, sonradan bizde Müslümanız sahte maske ve görüntüsüyle kaldırmaya ve en azından sulandırmaya çalışmaktadırlar.
Allah bunların şerlerinden bu milleti korusun.
Bunlar Agop misali hiç bir dine yar olamamaktadırlar
Türkiye’nin her alanda olduğu gibi dini alanda da en büyük tehlikesi harici değil, dahilidir, dahildedir.
**********
Sinsi Müdahaleler, Maskeli Yüzler ve Dahili Tehlike
“Dinime dahleden bari Müslüman olsa…” Bu ifade, sadece bir serzeniş değil; bir çağın, bir milletin, bir inancın maruz kaldığı en tehlikeli sabotajın özetidir. Zira bir dine karşı olan düşmanlık, aleni ve dışarıdan geldiğinde savunma kolaydır. Asıl yıkıcı olan, içten gelen, dost görünüp düşmanca davranan, maskeli ve sinsi bir muarızdır.
- Hikmet Cephesi: Din Düşmanlığı Değil, İslam Düşmanlığı
Yüce Allah, Kur’an’da münafıklardan bahsederken onları, “kalplerinde hastalık olanlar” (Bakara, 10) olarak tanımlar. Bu hastalık, imanla bağdaşmayan bir sinsi niyettir. Münafık, düşmanını dıştan değil içten vurur. Bugün camiye, ezana, tesettüre, namaza dil uzatan ama kendisini “dindar Müslüman” gibi gösteren güruh, tam da bu tanıma uyar.
Bu kişiler Hristiyanlığa veya Yahudiliğe hakaret etmez; onlara dair hoşgörü ve saygıdan dem vurur. Ancak aynı kişiler, İslam’a, Kur’an’a ve Müslümanların mukaddesatına dil uzatmaktan çekinmezler. Bu da gösterir ki, hedef din değil, bizzat İslam’dır.
- Edebi Yüzü: Maskelerle Yaşamak
Tarihte de bugün de bu maskeli karakterlerin çokluğu, edebî ve temsilî anlatımlarda yer bulmuştur. Meşhur hikâyedir:
> “Bir adam elinde zehirle suyu sulandırır ve halkın içmesine sunar. Zehir doğrudan verilse halk içer mi? Ama su kılığına büründürülünce, şifa diye içirilir.”
Bugün, “Biz de Müslümanız ama…” diye başlayan cümlelerin büyük kısmı, bu zehirli sulardandır. Sözde dinî kaygılarla, özde ise seküler ve inkarcı bir niyetle hareket eden bu kimseler, dine müdahale hakkını kendilerinde görmektedir.
- Tarihi Derinlik: İçerden Yıkımın Kronolojisi
Osmanlı’nın son döneminden bugüne kadar, İslam’a dış müdahale, çoğu zaman iç destekle mümkün olmuştur. II. Abdülhamid’in hal edilmesinde rol oynayanlardan bazıları, Müslüman ismi taşıyan ama Batı’nın fikir işçiliğini yapan adamlardı.
Cumhuriyet’in ilk yıllarında, dış güçler hilafeti kaldırtamamışken, içerideki Batıcı elit, bu misyonu seve seve üstlendi. Camilere zincir vuruldu, Kur’an yasaklandı, ezan susturuldu. Tüm bunlar, dışarıdan gelen bir haçlı ordusuyla değil, içeriden gelen gömlekli, kravatlı ve Batı’nın kopyası zihinlerle yapıldı.
- İlmi ve Sosyolojik Tahlil: Dönüştürülen Dindarlık
Bugün yaşanan hadise, “din karşıtlığı”ndan ziyade “dinin dönüşümü” projesidir. Sosyoloji bilimi açısından bu, bir “soft ideolojik hegemonya”dır. Dine doğrudan savaş açılmaz, ama dinin içeriği boşaltılır.
Dindar görünümde olan bazı medya yüzleri veya akademik figürler, “akılcı din”, “çağdaş Kur’an yorumu”, “yenilikçi İslam” gibi süslü ama içi boş kavramlarla İslam’ı sekülerleştirme çabasındadır.
Bu tarz yaklaşımların temelinde, dini asli hüviyetinden koparıp devlete, modernizme veya bireyin keyfine hizmet eden bir sistem hâline getirme arzusu vardır.
- Mantık ve Akıl Yönü: Çelişkiler Yumağı
Bir insan, ilgilenmediği bir konu hakkında konuşmaz. Sporla ilgisi olmayan, futbol maçını yorumlamaz. Edebiyatla ilgilenmeyen, şiiri tahlil etmez. Ancak dinle ilgisi olmayan, namaz kılmayan, camiye uğramayan adam, hutbeyi eleştirir, cemaate karışır, ezana ayar vermek ister. Bu aklen ve mantıken izah edilemez bir çelişkidir.
Çünkü mesele sadece “eleştirmek” değil, “dönüştürmek”, “kendi hevasına uydurmak”tır.
- İbret: Aynı Oyun, Yeni Perde
Tarihte firavunlar, İslam peygamberlerini tanımamış; Roma İmparatorluğu, Hz. İsa’yı reddetmiş; Emevîler ve Abbâsîler döneminde ise zındıklar “dine zarar verme” işini içeriden yürütmüştür.
Bugün de benzer bir manzara vardır: Agop misali, hiçbir dine yar olamayanlar, İslam’ı da içten vurmak isterler. Ne kiliseye giderler, ne havraya… ama camiye müdahale ederler. Ne İncil’le dertleri vardır, ne Tevrat’la… ama Kur’an’a dil uzatmaktan çekinmezler.
- Tehlike: Harici Değil, Dahili
Türkiye’nin İslamî geleceği için en büyük tehlike, dışardan gelen değil, içerideki kimliksizliktir. Bu tehlike, tanınamaz hâle getirilmiş bir İslam, sulandırılmış bir Kur’an anlayışı ve içi boşaltılmış bir ümmet şuurudur.
Sözde Müslüman ama özde dine karşı olan bu zihniyet, eğitimden sanata, medyadan siyasete kadar her yerde etkilidir. O yüzden tehlike cephenin önünde değil, karargâhın içindedir.
ÖZET:
Bu makalede, “Dinime dahleden bari Müslüman olsa” sözü çerçevesinde, İslam’a karşı içerden yapılan müdahaleler analiz edilmiştir. Bu müdahaleler;
Hikmet yönüyle sinsi ve münafıkça,
Edebi yönüyle maskeli ve çift yüzlü,
Tarihi yönüyle Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar uzanan derin bir proje,
İlmi ve sosyolojik yönden dini dönüştürme operasyonu,
Akli ve mantıki olarak ise çelişkili ve samimiyetsizdir.
En büyük tehlikenin dışardan değil, içeriden geldiği bu açıdan anlatılmıştır. Müslümanların bu sinsi saldırılara karşı uyanık olması, İslam’ı asli hüviyetiyle koruması ve dinin kendi öz kaynaklarından (Kur’an ve Sünnet) beslenmeye devam etmesi gerekmektedir.
> “Allah’ım! Bu milleti maskeli münafıkların şerrinden muhafaza eyle.”
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com