Sorumluluk Bilinci ve İnsan Olmanın Hakikati
Sorumluluk Bilinci ve İnsan Olmanın Hakikati
“İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zaptedilir.” (Sözler-76).
Bu metin, insanın dünyaya gönderiliş amacını ve sorumluluklarını son derece güçlü bir metaforla anlatmaktadır.
İnsanlık tarihi, varoluşun en temel sorularıyla şekillenmiştir:
Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz ve bu yolculuktaki amacımız ne?
Çoğu zaman, modern çağın gürültüsü ve karmaşası içinde bu soruların cevaplarını aramaktan ziyade, onları unutup, kendimizi adeta başıboş bir at gibi hissetmeye meyilli oluruz. Ancak, Risale-i Nur Külliyatı’nın Sözler bölümünde geçen o hikmetli ifade, bu yanılgıya sert bir tokat vurur: “İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır; belki bütün amellerinin suretleri alınıp yazılır ve bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zaptedilir.”
Bu benzetme, sıradan bir hayvanın sevki ilahi ile ilgili yaşamından farklı olarak, insana yüklenen o ağır sorumluluğu ve eşsiz değeri gözler önüne serer. Başıboşluk, nefsî arzuların, anlık hazların peşinde koşmak demektir. Bu, bir medeniyetin değil, bir sürünün mantığıdır.
Tarih boyunca bu başıboşluğa kapılan kavimlerin, kendi elleriyle nasıl helak oldukları, bugün dahi arkeolojik kalıntılarda ve ilahi kitaplarda okunmaktadır.
Adalet duygusunu, merhameti ve sorumluluğu yitiren her toplum, kendi çöküşüne zemin hazırlamıştır.
İnsanlık, sadece fiziksel bir varlık olmanın ötesinde, iradesi, aklı ve vicdanıyla donatılmış, “ahsen-i takvîm” sırrına mazhar kılınmış bir varlıktır. Bu sır, onu basit bir otlak hayvanından ayırır ve her bir eyleminin, her bir düşüncesinin bir karşılığı olduğunu fısıldar. Yapılan her hayır, atılan her doğru adım, yazılan bir mektup gibi kaydedilirken; işlenen her zulüm, söylenen her yalan da ahiretteki “muhasebe” anı için biriktirilmektedir. Bu kayıt sistemi, ilahi adaletin en temel tecellisidir. Bu adalet, güneşin her gün doğuşu kadar kesindir ve ölümle sona ermez; aksine, ölümle yeni bir boyuta geçer. Tıpkı ölü ağaçların yeniden dirilip yeşillenmesi gibi, odun gibi kemikler de yeniden hayat bulacak ve her şeyin hesabı görülecektir.
Dolayısıyla, insanoğlu, Rabbi tarafından kendisine verilen bu nimetleri (akıl, irade, beden) bir emanet olarak görmeli ve onlara sahip çıkmalıdır. Vücudunu heva ve heveslerine feda etmek yerine, onu “Mûcid”ine (Yaratıcısına) feda etmelidir. Zira feda edilmeyen her şey ya zayi olup gidecek ya da zaten sahibinin malı olduğundan yine O’na dönecektir.
Bediüzzaman Said Nursi, bu hususta çok net bir şekilde dile getirir: Asıl musibet, dine gelen musibettir. Yani bir insanın dünyevi sıkıntılarla karşılaşması bir musibet değil, belki bir ihtarı Rabbani’dir. Asıl musibet, bu sıkıntılar karşısında imanını, kulluk bilincini ve sorumluluğunu yitirmesidir.
Bu nedenle, fırtınalı denizlerde yolunu kaybeden bir gemi gibi çaresiz kaldığımızda, dergâh-ı ilahiyeye iltica etmeli ve O’na feryat etmeliyiz.
Sonuç olarak, insanoğlu başıboş bir gezgin değil, aksine ilahi bir projenin en değerli parçasıdır. Her eylemi bir iz bırakır ve her iz bir gün hesaba dökülecektir. Bu, tarihin derinliklerinden süzülüp gelen bir hakikat ve geleceği inşa edecek olan en temel sorumluluktur. Hayat, bir ahiret tarlasıdır ve bu tarlaya ne ekersen, ahirette onu biçersin. Bu bilincin farkında olmak, fuzuli bir çabayla buğday ekerken arpa biçmeyi beklememek demektir.
Özet
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin “İnsan, ipi boğazına sarılıp, istediği yerde otlamak için başıboş bırakılmamıştır…” sözünden hareketle, insanın yaratılış amacını ve bu dünyadaki sorumluluklarını ele almaktadır. Makale, insanın basit bir hayvan gibi sevki ilahi ile bir yaşam sürmek için değil, aksine her fiilinin kaydedildiği ve hesaba çekileceği bir varlık olarak yaratıldığını anlatır. Bu sorumluluk bilincinin yitirilmesi durumunda, hem bireysel hem de toplumsal çöküşlerin kaçınılmaz olduğunu, ilahi adaletin ise ahirette tam olarak tecelli edeceğini belirtir. Makalede ayrıca, dünyevi musibetlerin birer uyarı niteliğinde olduğu ve asıl musibetin dinî musibetler olduğu ifade edilir. Sonuç olarak, insan hayatının bir ahiret tarlası olduğu ve her eylemin bir karşılığı olduğu bilincinin, hayatı anlamlandırmanın temel unsuru olduğu sonucuna varılır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com