Kaderin Değirmeninde Çaba ve Adalet
Kaderin Değirmeninde Çaba ve Adalet
İnsanlık, varoluşun başlangıcından bu yana iki temel kavramın gölgesinde yaşamıştır: Kader ve irade.
Bu iki kavram, kimi zaman birbirine zıt kutuplarda gibi görünse de, aslında Fuzuli’nin “Buğday ektinde arpa mı biçtin?” sözüyle özetlenen derin bir hakikatin tamamlayıcı parçalarıdır.
Bu söz, kaderi bir bahane kapısı olarak görenlere karşı bir uyarı, bir sorgulama ve bir idrak çağrısıdır. Zira kader, tembelliğin ve miskinliğin kılıfı değil, ilahi bir programın anahtarıdır.
Fuzuli’nin bu sözü, eylem ile sonuç arasındaki kaçınılmaz bağı anlatırken, tohum ile mahsul arasındaki hikmetli bağı da gözler önüne serer.
Toprak bir kaderse, tohum atmak da insanın iradesidir. Ne ekersen, onu biçersin.
Bu basit gibi görünen kaide, aslında sadece ziraat ilmini değil, tüm yaşamı ve ahiret inancını özetler. Ettiğin hayır tohumları, ahirette Cennet’in bahçeleri olarak karşına çıkarken; ektiğin şer tohumları da, ilahi adaletin tecelli ettiği ceza tarlalarına dönüşür.
Bu durumda, insan “Buğday ekmedim ama neden arpa biçiyorum?” diye serzenişte bulunamaz, çünkü ilahi adalet en ince ayrıntısına kadar her şeyi kayda geçirmiştir.
Bu durum, Risale-i Nur’da geçen o derin ifadeyle de örtüşür:
“Ölmüş ağaçların dirilip yeşillenmesini görüyorsunuz. Odun gibi kemiklerin hayat bulmasını kıyas edemeyip istib’ad ediyorsunuz.”
Bu söz, kainattaki ilahi adalet ve kudretin en büyük delilini sunar. Bahar, her yıl toprağın öldükten sonra yeniden can buluşudur. Bu mucizevi dirilişi gören insanoğlu, kendi kemiklerinin de çürüdükten sonra yeniden dirileceğini ve yaptıklarının hesabını vereceğini neden akla uzak görür?
Bu şüphe, ancak kalplerin üzerindeki kilitlerle açıklanabilir. Tıpkı Kur’an’da geçtiği gibi: “Onlar Kur’an’ın söyledikleri üzerinde düşünmezler mi? Yoksa kalplerinin üzerinde kilitler mi var?” (Muhammed Sûresi, 24).
İnsan, bu dünyanın fani zevkleri ve nefsinin arzuları peşinde koşarken, kendini “başıboş” zannetme yanılgısına düşer. Oysa ne kadar özgür olduğunu düşünse de, her adımı ilahi bir kamerayla kaydedilmektedir. Bütün fiillerinin neticeleri muhasebe için zaptedilir. Bu durum, insana verilen “vüs’at-i istidad” (geniş kabiliyet) ve “ubudiyet-i külliye” (kapsamlı kulluk) vazifesiyle açıklanır.
İnsan, sadece basit bir hayvan gibi yaşamak için yaratılmamıştır; o, kainatın bir meyvesi olarak, ilahi isimlerin tecelligahıdır. Dolayısıyla, hayatı ve ölümü başıboş bir şekilde değil, ilahi bir planın parçası olarak idrak etmelidir.
Sonuç olarak, Fuzuli’nin hikmetli sözü ile dini metinlerin mesajı tek bir noktada birleşir: İnsanın bu dünyadaki eylemleri, ahiretteki kaderini belirler. Kader, sadece bir yazgıdan ibaret değildir; o, insanın iradesiyle şekillenen bir levha gibidir.
Adalet-i sermediye (sonsuz adalet), en zalimlerin ve en mazlumların bile akıbetini, ahiretsiz bırakmaz. Ne zulüm eden cezasız kalır ne de mazlumun ahı yerde kalır.
Tıpkı bir ağacın yeniden yeşillenmesi gibi, ilahi adalet de eninde sonunda tecelli eder ve her şeyin hesabı görülür. Bu bilinçle yaşayan insan, buğday ektiğinde arpa biçmeyi beklemeyecek, aksine ektiği her tohumun hesabını vererek, hakiki saadet ve adalete ulaşacaktır.
Özet
Bu makale, Fuzuli’nin “Buğday ektinde arpa mı biçtin?” sözünü temel alarak, kader ve irade bağını ele almaktadır.
Sözün, insanın eylemleriyle sonuçları arasındaki kaçınılmaz bağı ifade ettiği belirtilmiştir. Ardından, dini metinlerdeki diriliş ve ahiret inancıyla bu fikrin nasıl örtüştüğü açıklanmıştır.
Makale, insanoğlunun başıboş bırakılmadığını, her eyleminin kaydedildiğini ve ilahi adaletin mutlaka tecelli edeceğini anlatmaktadır.
Sonuç olarak, insan, eylemlerinin sorumluluğunu taşıyan ve bu sorumluluk bilinciyle hareket ettiğinde hakiki saadete ulaşacak bir varlık olarak tanımlanmıştır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com