İnsanlığın Yolu: Hidayet, Merhamet ve İman

İnsanlığın Yolu: Hidayet, Merhamet ve İman

Bu fani dünyada, insanlık serüvenimiz bir halının üzerine ustaca yerleştirilmiş ilmekler gibidir. Her bir ilmek, bir hikmetin, bir ibretin ve bir imtihanın tezahürüdür. Tıpkı bir halı dokuyucusunun ipleri sanatkârane bir şekilde yerleştirmesi gibi, bu muazzam kâinatın da bir sahibi vardır. O ki, bu büyük sarayı kusursuz bir düzen içinde yöneten ve küçük mahlûkatı başıboş bırakmayan Yüce Allah’tır. O’na güvenmek, O’na dayanmak, bu fani ömrün en sağlam dayanağıdır. Zira O, kendisine dayanıp güvenenleri sever.

Hayatın akışında bazen sert, bazen yumuşak rüzgârlarla karşılaşırız. Kimi zaman birilerine karşı gönlümüz katılaşır, acımasızlaşırız. Oysa Allah’ın rahmeti sayesinde yumuşak ve merhametli olmak, mümince bir duruştur. Eğer katı yürekli olsaydık, çevremizdekiler bizden dağılıp giderlerdi. Bu sebeple, affedici olmak, onlar için bağışlama dilemek ve işlerimizde onlarla istişare etmek, peygamberî bir ahlaktır. Bir kere bir işe karar verip azmettikten sonra, artık Allah’a tevekkül etmek gerekir.

Yağmur damlalarına bir bakın… Her bir damlada, sayısız menfaatler, Rahmanî tecelliler ve hikmetler gizlidir. Tıpkı yağmur damlaları gibi, bu dünyanın her zerresi, her anı bir hikmet taşır. Hangi şeye dikkat etseniz, şehadet eder ki, bu faniden sonra bir baki var. Bu ölümlü dünyanın ötesinde, sonsuz bir yaşam bizi bekliyor.

Ölüm, sadece bir kapıdır. Fani olan, ancak bu dünyanın kendisidir, baki olan ise yaratılışın gayesidir.
“Ey iman edenler, iman ediniz!” hitabı, sadece bir çağrı değil, aynı zamanda bir hatırlatmadır. Zira iman, sürekli yenilenmesi, canlı tutulması gereken bir meşaledir.

İnsan, kendi kelamını idrak ettiği gibi, iman kulağıyla zevilhayatın (canlıların) ve hatta camidatın (cansız varlıkların) tesbihlerini de fehmedebilir. Bu idrak, bizi “Ben de herkes gibiyim” demeye sevk etmez. Çünkü her insan, kendi mezar kapısına kadar tek başına yürür. Kibrin ve gafletin telafisi yoktur. Musibetlerle beraber olmak, kabrin diğer tarafında pek de teselli edici değildir.

Bu misafirhane-i dünyada, etrafımıza hikmet nazarıyla bakarsak, hiçbir şeyin nizamsız ve gayesiz olmadığını görürüz. Her şeyin bir düzeni, bir anlamı vardır. Öyleyse nasıl olur da insan, başıboş ve gayesiz kalabilir? Asıl imtihan, Allah’ı seviyorsak O’na tabi olmaktır. Çünkü O’na tabi olmak, O’nun sevgisini kazanmanın ve günahlarımızın bağışlanmasının anahtarıdır. O, günahları bağışlayan, örten ve kullarına karşı merhametli olandır.
İblis, Allah’ın emrine karşı gelerek secde etmekten kaçındı. Bu, büyüklenmenin ve kibirin en bariz örneğidir. Oysa secde, kulluğun ve teslimiyetin zirvesidir. İnsanoğlu, bu ibretten ders almalı ve kendisine emredilenleri yerine getirme konusunda tereddüt etmemelidir.
Kabirden bizi ihya edip, haşre getirip, huzur-u kibriyasında hesabımızı görecek olanın varlığına inanmak, bize ahiret için bir hazırlık yapma bilinci kazandırmalıdır.

Özet
Makale, Allah’ın merhameti, affediciliği ve her şeyi bir hikmetle yönettiği ana teması etrafında şekillenmektedir. Hayatın zorlukları karşısında yumuşak huylu, affedici ve istişareye açık olmanın önemi anlatılmıştır.

Yağmur damlalarından cansız varlıklara kadar her şeyin bir hikmet taşıdığı, fani dünyadan sonra baki bir hayatın olduğu ve ölümün bir son değil, bir başlangıç olduğu fikri işlenmiştir. İnsanlara imanlarını canlı tutmaları, Allah’a tabi olmaları, kibirden uzak durmaları ve hayatı hikmet nazarıyla değerlendirmeleri tavsiye edilmiştir.
Son olarak, iblisin secde etmemesi gibi ibretlik olaylar üzerinden kulluğun ve teslimiyetin önemi anlatılmış, herkesin bir gün Allah huzurunda hesap vereceği hatırlatılmıştır. Bu fani misafirhanede gayesiz kalınmaması gerektiği, zira her şeyin bir nizama tabi olduğu belirtilmiştir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesAğustos 7th, 2025