Tefekkürün Aynasında Kadere Bakış ve İmanın Kalpteki Yeri
Tefekkürün Aynasında Kadere Bakış ve İmanın Kalpteki Yeri
İnsanoğlu, varoluşundan bu yana kâinatın sırlarını çözmeye, kaderin perdesini aralamaya ve içindeki derin anlamları kavramaya çalışmıştır. Bu arayışta, kimi zaman aklı rehber edinirken, kimi zaman da kalbin derinliklerine inerek hakikate ulaşmaya gayret etmiştir.
Bu derin arayışa imanımız ışık tutarak bizlere hem kâinata hem de kendi iç dünyamıza yeni bir bakış açısı sunar.
Nitekim Hadis-i Şerifte, tefekkürün önemini ne güzel ifade edilir: “Bazân bir saat tefekkür, bir sene (nafile) ibadetten daha hayırlı olur.” Bu söz, sadece kuru bir ibadet pratiğinin ötesinde, varlık üzerinde düşünmenin, Allah’ın sanatını ve kudretini idrak etmenin ne denli değerli olduğunu ortaya koyar. Kâinattaki her zerrenin birer mektup olduğunu, her oluşumun bir manayı fısıldadığını gören bir kalp için tefekkür, ibadetin en derin ve en feyizli hâli olur. Bir kelebeğin kanadındaki nakıştan, toprağın bağrından çıkan bir çiçeğin zarafetine kadar her şey, sonsuz bir hüsnün ve cemalin tecellisidir.
Risale-i Nur – Sözler/75’te ifade edildiği gibi: “Hüsn ve cemal, görmek ve görünmek ister. Görmek, görünmek ise müştak seyirci, mütehayyir istihsan edicilerin vücudunu ister. Hüsn ve cemal, ebedî sermedî olduğundan müştakların devam-ı vücudlarını ister.”
Bu muazzam ifade, Yaratıcının güzelliğinin ve mükemmelliğinin sadece var olmakla kalmadığını, aynı zamanda kendisini göstermeyi ve hayranlık uyandırmayı murad ettiğini anlatır. Kelebeklerin, güvelerin ve diğer canlıların rengârenk kanatları, nazik yapıları, bu eşsiz güzelliğin birer delilidir. Bu delilleri gören gözler, ardındaki sonsuz kudreti ve hikmeti idrak eder.
Bu da bizi, Bediüzzaman Said Nursi’nin Mektubat – 266’da belirttiği kadere teslimiyet noktasına getirir:
“Kaderi tenkid eden, başını örse vurur kırar. Rahmeti ittiham eden, rahmetten mahrum kalır.”
Kader, ilahi ilmin bir tecellisidir ve her şeyin bir ölçü ve düzen içinde yaratıldığının göstergesidir. İnsan, sınırlı aklıyla bu geniş ve derin ilahi planı tam olarak kavrayamayabilir. Bu nedenle, başına gelen her şeyde bir hayır ve hikmet aramak, kadere tam bir teslimiyet göstermek esastır. Kadere isyan etmek veya Allah’ın rahmetinden şüphe etmek, insanın kendi ruhî huzurunu kaybetmesine ve ilahi lütuflardan mahrum kalmasına yol açar. Bu teslimiyet, aynı zamanda imanın kalpteki en köklü yerini gösterir.
Bediüzzaman Said Nursi, kalbin ve vicdanın iman yolundaki önemini şöyle ifade eder:
“Kalb imanın mahalli olduğu gibi en evvel Sâni’i arayan ve isteyen ve Sâni’in vücudunu delailiyle ilan eden, kalb ile vicdandır.”
Akıl, delillerle Yaratıcı’yı bulmaya çalışırken, kalp ve vicdan doğrudan bir hissedişle, bir sezgiyle O’na yönelir. Bu yüzden iman, sadece mantıki bir çıkarım değil, aynı zamanda kalbî bir kabul ve teslimiyettir. İnsanın fıtratında, yaratıcısını arama ve bulma eğilimi vardır. Bu eğilim, vicdanın sesinde ve kalbin derinliklerindeki özlemde kendini gösterir.
Ancak bu dünya hayatı, sadece tefekkür ve teslimiyetten ibaret değildir. Bediüzzaman’ın Asa-yı Musa – 37’de belirttiği gibi: “Ve bu âlemde çok taifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazan karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.”
Bu sözler, ahiret inancını ve yapılan her amelin hesabının verileceği gerçeğini hatırlatır. Dünyada ne kadar güçlü, ne kadar etkili olursa olsun, her insan bir gün ölüme ve hesap gününe gidecektir. Bu gerçek, dünya hayatının geçici olduğunu ve insanın her anını anlamlı kılma sorumluluğunu yükler.
Sonuç olarak, tefekkürle kâinata bakmak, kadere teslimiyet göstermek ve kalbin imanla dolmasına izin vermek, insanın bu fani dünyada hakikati bulmasının yollarıdır.
Her bir kelebek kanadında, her bir çiçeğin zarafetinde, hatta başımıza gelen her olayda ilahi bir sanatın ve hikmetin olduğunu idrak etmek, bizi sonsuz bir huzura ve Allah’a yakınlığa taşır. Bu derinlikli bakış açısı, aynı zamanda bizi dünya hayatının sadece bir geçiş durağı olduğu ve her amelimizin ahirette karşılık bulacağı bilincine eriştirir.
Özet:
Makale, tefekkürün bir ibadet olarak önemini anlatan Hadis-i Şerif ile başlar ve kâinattaki her zerrenin ilahi güzelliğin ve sanatın bir tecellisi olduğunu Risale-i Nur’dan iktibaslarla açıklar.
Kadere teslimiyetin ve Allah’ın rahmetinden şüphe etmemenin gerekliliğini anlatarak, kalbin ve vicdanın iman yolundaki merkezi rolüne değinir.
Ayrıca, dünya hayatının geçiciliğini ve her insanın ahirette amellerinden hesaba çekileceği gerçeğini hatırlatarak, okuyucuyu tefekkür, teslimiyet ve ahiret bilinciyle dolu bir yaşama davet eder.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com