Sessizliğin Derinliği, Hayatın İmtihanı ve Hakikatin Işığı
Sessizliğin Derinliği, Hayatın İmtihanı ve Hakikatin Işığı
Hayat, karmaşık bir dantel gibi örülmüş, her bir ipliği farklı bir hikaye, her bir deseni ayrı bir ders taşıyan büyük bir bilmecedir. İnsanoğlu bu bilmecenin içinde bazen kaybolur, bazen kendini bulur. Kimi zaman Mevlana’nın dediği gibi, “Toprak gibi sessiz olduğum an bil ki; Şimşek gibi gökte gürlüyor feryadım…!” İçimizdeki fırtınaların, dışarıdaki sükûnete tezat oluşturduğu anlar, aslında en derin dönüşümlerin, en hakiki arayışların başladığı anlardır. Bu sessizlik, bir çığlığın habercisi olabilir; bir tohumun çatlaması, bir düşüncenin yeşermesi gibi.
İnsanın bu çalkantılı yolculuğunda sığındığı limanlardan biri, şüphesiz ki Rabbine yönelişidir. “El-Aman el-Aman! Yâ Hannan! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden halas eyle!” feryadı, aciz bir kulun, sonsuz kudret sahibine yakarışıdır. Bu yakarış, sadece günahların affı için değil, aynı zamanda iç huzuru bulma, ruhu arındırma ve kalbi aydınlatma arzusunun da bir ifadesidir. Bu, imtihanlarla dolu dünya hayatında, kulluk bilincinin en saf ve en samimi halidir.
Ne var ki, dünya hayatının cazibesi, çoğu zaman insanı gerçeklerden uzaklaştırır. “SAKIN DÜNYA HAYATI SİZİ ALDATMASIN!” uyarısı (Lokman/33), asırlardır yankılanan ilahi bir hatırlatmadır. Dünya, geçici bir durak, bir gölgelikten ibarettir. Gerçek ve kalıcı olan, ahiret yurdudur. Dünya malına, makamına, şöhretine aşırı bağlanmak, ebedi mutluluğun önündeki en büyük engeldir. Oysa insan, bu geçici dünyanın güzelliklerine değil, asıl güzelliğin kaynağına yönelmelidir.
Nitekim, “O ki, yarattığı her şeyi güzel yaptı…” (Secde 7) buyruğu, Allah’ın yaratmasındaki mükemmelliği ve estetiği bizlere hatırlatır. Etrafımızdaki her bir canlı, her bir tabiat olayı, O’nun sanatkarlığının ve kudretinin bir delilidir. Bir kertenkelenin renk cümbüşü, bir çiçeğin zarafeti, kâinattaki her detay, bizlere sonsuz bir güzelliği fısıldar.
Peki, bu güzellikler içinde insan neden var edilmiştir?
“O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratandır. O, mutlak güç sahibidir, çok bağışlayandır.” (Mülk Suresi, 2) ayeti, hayatın temel gayesini gözler önüne serer: İmtihan.
Hayat ve ölüm, birer amaç değil, daha güzel amel işlemek için verilen birer vesiledir. Bu bilinçle yaşayan insan, her anını bir ibadet, her eylemini bir güzellik olarak değerlendirir.
Bu imtihan sürecinde namaz, insanın kalbinde ilahi azameti sabitleyen, akılları O’na yönelten, ilahi adaletin kanununa itaati ve Rabbanî nizama imtisali sağlayan yegâne ilahi bir vesiledir.
Bediüzzaman Said Nursi’nin İşarat-ül İ’caz’da belirttiği gibi, “Zaten insan medenî olduğu cihetle, şahsî ve içtimaî hayatını kurtarmak için, o kanun-u ilahîye muhtaçtır.”
Namaz, sadece ferdî bir ibadet değil, aynı zamanda toplumsal hayatı da düzene sokan, adaleti tesis eden ve insana huzur veren bir sistemdir.
Tarihe baktığımızda, İslamiyet’in yükselişinin silah ve kılıçla olduğu bir dönemi görmekteyiz. Ancak Bediüzzaman’ın yine Risale-i Nur’da işaret ettiği gibi, “istikbalde silâh, kılıç yerine hakikî medeniyet ve maddî terakki ve hak ve hakkaniyetin manevî kılıçları düşmanları mağlup edip dağıtacak.”
Gelecek, fiziksel güçten ziyade, bilgi, medeniyet ve hakkaniyetin gücüyle şekillenecektir. Bu da, İslam’ın temel prensiplerine bağlı kalarak, ilim ve hikmetle yükselmenin önemini anlatır.
Hayatta karşılaştığımız zorluklar, özellikle de hastalıklar, birer nimet olarak kabul edilebilir.
Risale-i Nur Külliyatı’ndan alınan, “Hastalık gafleti dağıtır, âhireti düşündürür, ölümü tahattur ettirir, öylece hazırlanır.” sözü, bu bakış açısının bir özetidir.
Hastalık, insana acizliğini, dünyanın geçiciliğini hatırlatır ve ahirete hazırlık yapması için bir uyarı niteliği taşır.
Aynı şekilde, “Madem iman gibi hadsiz derecede kıymettar bir nimet bizde vardır; ihtiyarlık da hoştur, hastalık da hoştur, vefat da hoştur.” (Risale-i Nur) ifadesi, imanın gücüyle her türlü zorluğun hoş karşılanabileceğini gösterir. İman, insana öyle bir güç ve perspektif verir ki, hayatın tüm evreleri, hatta yaşlılık ve ölüm bile, ilahi bir takdirin parçası olarak kabul edilir.
Şeyh Sadi Hazretleri’nin hikmetli sözü ise, amellerimizdeki samimiyeti sorgulatır: “Çok hayır işledim diye övünme! Bahçıvanın padişaha takdim ettiği meyve, yine padişahın bahçesindendir.”
Bu söz, yapılan tüm iyiliklerin, hayırların Allah’ın lütfu ve yardımıyla gerçekleştiğini, kulun sadece bir vesile olduğunu hatırlatır. Övünmek yerine şükretmek, kibir yerine tevazu göstermek, gerçek kulluk bilincinin bir gereğidir.
Sonuç olarak, hayatın sessizliği içinde yankılanan çığlıklar, günahların ağırlığı altında hissedilen yakarışlar, dünyanın aldatıcı cazibesine karşı verilen mücadele, ibadetin ve imanın sağladığı huzur, zorlukların içindeki hikmet ve yapılan her iyiliğin aslında Allah’ın lütfu olduğu bilinci; tüm bunlar, insanın bu fani dünyadaki yolculuğunda rehber edinmesi gereken temel hakikatlerdir. Bu hakikatlere sarıldığımızda, hayatın her anı bir ders, her zorluğu bir fırsat, her nefes bir ibadet haline gelir.
Özet
Bu makale, Mevlana, Bediüzzaman Said Nursi, Şeyh Sadi Hazretleri gibi düşünürlerin ve Kuran-ı Kerim ayetlerinin ışığında, insan hayatının derinliklerini, imtihanlarını ve hakikat arayışını ele almaktadır.
Makalede, deruni sessizliğin bir çığlık olabileceği, Allah’a yakarışın önemi, dünya hayatının aldatıcılığına karşı uyanık olma gerekliliği ve ilahi yaratılışın güzelliği anlatılmıştır.
Ayrıca, hayatın amacının güzel amel işlemek olduğu, namazın bireysel ve toplumsal hayattaki yeri, geleceğin medeniyet ve hakkaniyetle şekilleneceği, hastalıkların birer ibret vesilesi olduğu ve yapılan iyiliklerin Allah’ın lütfu olduğu hatırlatılmıştır.
Tüm bu unsurların, imanın gücüyle nasıl birleştiği ve insanı kemalete erdirdiği anlatılarak, fani dünyadaki yolculuğumuzda bizlere ışık tutulmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com