Hikmet Aynasında İnsan ve Evren: Bediüzzaman’ın Işığında Bir Tefekkür Yolculuğu

Hikmet Aynasında İnsan ve Evren: Bediüzzaman’ın Işığında Bir Tefekkür Yolculuğu

Gök kubbe altında her bir zerre, bir sırrı fısıldar adeta; her bir yaprak, her bir su damlası, kâinat kitabının eşsiz birer ayetidir. Bu muazzam kütüphanenin baş tacı olan Kur’an-ı Kerim ise, varoluşun en derin anlamlarını kuşatan, insanın yoluna ışık tutan, “umumî bir muallim ve bir mürşiddir.”

Bediüzzaman Said Nursi’nin bu enfes tespiti, ilahi kelamın sadece bir rehber değil, aynı zamanda varlığın özünü, hakikatin ta kendisini öğreten eşsiz bir öğretmen olduğunu anlatır.

İnsanlık tarihi boyunca nice âlim, nice mürşit gelip geçmiştir; ancak Kur’an’ın kılavuzluğu, zamanın ve mekânın ötesinde, her devrin ve her ferdin ihtiyacına cevap veren ezelî ve ebedî bir kaynaktır.

************

İnsan, bu kâinat sahnesinde bir misafir, bir yolcudur. Bediüzzaman’ın da ifade ettiği gibi, “hasbe’l-kader çok yollara sülûk eder.” Bu yollar, bazen gül bahçelerine, bazen de dikenli patikalara çıkar. “Çok musibet ve düşmanlara rastgelir,” bazen boğulurcasına sıkıntılara düşer. İşte tam da bu noktada, acziyet ve fakirlik birer vesileye dönüşür; insan, Rabbinin ezeli inayetine sığınır ve Kur’an’ı kendisine muallim edinir. Kur’an’dan alınan dersler, sadece dünyevi belalardan kurtulmaya değil, nefsin ve şeytanın tuzaklarından muzafferiyetle çıkmaya da vesile olur. Bu, sadece bir iman meselesi değil, aynı zamanda ruhsal bir arınma ve tekamül yolculuğudur.

Risale-i Nur külliyatı, Kur’an’ın çağımıza bakan bir tefsiri olarak, bu derin hakikatleri insanlığın idrakine sunar. Örneğin, bir karpuzun “ipe takılan tatlı konserve kutusu” olarak belirlenmesi, tabiatın en basit görünen nimetlerinde dahi ilahi kudretin ve sanatın muazzam bir tecellisinin bulunduğunu gösterir. Eğer bu karpuz, “mu’ciznümasından çıkmasa idi, şimdi kırk para ile aldığımız halde, yüz liraya alamazdık.”
Bu metafor, sıradanlığın perdesi ardındaki harikalığı görme, her zerrede ilahi bir imzayı okuma sanatını öğretir. Bilimsel çalışmalar ve teknoloji, bu mucizelerin nasıl işlediğini anlamak için bize pencereler açsa da, hikmet gözüyle bakılmadıkça, bu pencerelerden sadece maddeyi görür, manayı ıskalarız.

Ancak insan, yaratılışın en mükerrem, en alâsı olmasına rağmen, “eğer bozulursa, bozuk hayvandan daha ziyade bozuk olur.” Bu, insanın taşıdığı potansiyelin büyüklüğü kadar, sapma ihtimalinin de ne denli tehlikeli olduğunu gösterir.

İslamiyet’in kanunları, “yüksek bir tarzda âlemin ıslahına kâfidir.” Bu ilahi nizam, sadece bireyin değil, toplumun da ıslahını hedefler. Bediüzzaman’ın Risale-i Nur’da ifade ettiği gibi, ahiret ve ebedî süruru isteyenler, “iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi (asm) kendine rehber etmek gerekir.”
Bu terbiye, sadece bilgi edinmek değil, aynı zamanda ahlakı güzelleştirmek, nefsi arındırmak ve her daim hüsn-ü zanda bulunmaktır. “Herkesi kendisinden üstün bilmeli” ve başkalarının hareketlerindeki hikmetleri bilmediği için onları ayıplamamalıdır. Bu, kâmil bir imanın ve yüksek bir ahlakın işaretidir.

Tarih, bu hakikatlerin canlı bir laboratuvarıdır. Geçmişte yaşanan olaylar, ibret nazarıyla bakıldığında, geleceğe ışık tutar. Siyasi çekişmelerin, şahsi çıkarların veya basiretsizliğin, en büyük projeleri dahi nasıl küçük görebildiğine dair Cumhuriyet gazetesi örneği düşündürücüdür: “Boğaz Köprüsü, Türkiye ve İstanbul’un başına gelen en büyük felakettir,” yahut “Boğaz’a köprü yapamazsınız. O köprü yıkılır” gibi iddialar, ferasetten yoksun bakış açılarının ve maddeye sıkışmış zihinlerin yansımalarıdır.
Zaman, bu iddiaların yanlışlığını acı bir şekilde ortaya koymuştur. Bu tür tarihi kesitler, sadece geçmişe dair birer not değil, aynı zamanda bugünümüzü ve geleceğimizi şekillendiren kararlarımızda hikmeti ve geniş bakış açısını ne denli önemli kıldığımızın bir göstergesidir.

Cehennemin gereksiz olmadığını, cennetin de ucuz olmadığını belirten Mektubat’tan bir iktibasta ise, varoluşun ciddiyetini ve sorumluluğun ağırlığını hatırlatır. Her şeyin bir bedeli vardır. İman, salih amel ve hakikate teslimiyet; bunlar, ebedî saadetin mührüdür.

Sonuç olarak, Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri ve derin düşünceleri, Kur’an’ın ezelî nurunu çağımıza taşırken, insanın iç dünyasından kâinatın engin sırlarına kadar her alanda bizlere yol gösterir. Tefsir ilminin ışığında, bilimsel çalışmaların verileriyle, teknolojinin sunduğu imkanlarla ve programatik bir yaklaşımla, bu hakikatleri günümüz insanına ulaştırmak, zamanın en büyük ihtiyaçlarından biridir.
Zira her bir hakikat, tıpkı Yâsin’ler gibi, okunup idrak edildikçe, fert ve toplum hayatında hayırlara vesile olacaktır.

Makale Özeti:
Bu makale, Bediüzzaman Said Nursi’nin Risale-i Nur külliyatından ve genel düşüncelerinden hareketle, Kur’an-ı Kerim’in insan hayatındaki merkezi rolünü, insanın varoluş yolculuğunu, acziyetin bir kuvvet kaynağına dönüşümünü ve ilahi kudretin tabiatta tecellilerini ele almaktadır. İnsanın yaratılış gayesi ve potansiyeli ifade edilirken, bozulmuşluğun tehlikeleri ve İslamiyet’in âlemi ıslah edici gücü üzerinde durulmuştur.
Makale, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediye’nin önemini ve hüsn-ü zannın gerekliliğini hatırlatır.
Tarihi olaylardan ibretler çıkarılarak, maddeci ve basiretsiz bakış açılarının sonuçları ile hikmetli ve kapsamlı düşünmenin değeri karşılaştırılmıştır.
Son olarak, ahiret inancının ve amellerin önemine değinilerek, Bediüzzaman’ın eserlerinin günümüzdeki faydası ve tefsir, bilim, teknoloji ve program konularıyla olan ilişkisi özetlenmektedir.
Makale, okuyucuyu hem tefekküre davet etmekte hem de hayatın anlamı üzerine düşünmeye sevk etmektedir.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesTemmuz 31st, 2025