Fani Dünyadan Bâki Âleme Bir Bakış: İnsanın Hakikat Yolculuğu
Fani Dünyadan Bâki Âleme Bir Bakış: İnsanın Hakikat Yolculuğu
İnsanlık tarihi boyunca, varoluşun en temel soruları her daim zihinleri meşgul etmiştir: Nereden geliyoruz, nereye gidiyoruz ve bu dünya yolculuğunun amacı ne? Modern çağın hızı ve maddeye olan düşkünlüğü, bu kadim soruları çoğu zaman göz ardı etmemize neden olsa da, kalbimizin derinliklerinde yatan hakikat arayışı hiç dinmez. İşte tam da bu noktada,
İnsan Suresi’nin 27. ayeti kerimesinde buyurulduğu gibi: “Şu insanlar, çarçabuk geçen dünyayı seviyorlar da önlerindeki çetin bir günü (Ahreti) ihmal ediyorlar.”
Bu ayet, insanın fıtratındaki aceleciliği ve anlık hazlara olan düşkünlüğünü çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Dünya hayatı, bir su gibi akıp giden, bir rüya gibi sona eren bir menzildir. Oysa önümüzde, hesabı çetin, sonsuz bir âlem olan ahiret vardır. Bu gerçek, gaflet perdesiyle örtülen gözler için ne denli ibretlidir!
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’ndan Mektubat – 282’de bu hakikati daha da derinleştirir:
“En hayırlı genç odur ki ihtiyar gibi ölümü düşünüp âhiretine çalışarak, gençlik hevesatına esir olmayıp gaflette boğulmayandır.”
Bu sözler, gençliğin enerjisini ve dinamizmini doğru yöne kanalize etmenin önemini ifade ediyor. Zira gençlik, insanın en kıymetli sermayesidir. Bu sermayeyi gelip geçici heveslere feda etmek yerine, sonsuz bir geleceğe yatırım yapmak, gerçek akıl ve basiret sahiplerinin işidir.
Şirazlı Hafız’ın şu beyti, dünyanın fani tabiatını ne güzel özetler:
“دنیا نه متاعیسَتی کَ اَرزَد بِنِزاعی”
Yani: “Dünya öyle bir meta’ değil ki, bir niza’a değsin.”
Dünya, gelip geçici ve aldatıcı bir gölge iken, onun uğruna çekişmek, kavga etmek ne boş bir çabadır. Maddi hırsların pençesinde kıvranan insan, bu fani dünyanın aldatıcı cazibesine kapılarak gerçek değerleri gözden kaçırır. Oysa “Her şeyin fânî olduğunu” idrak eden bir kalp, ömrünün günlerini bâkî olana sarf eder.
Peki, bâkî olan nedir? Risale-i Nur’dan öğreniyoruz ki: “Velayet yolları içinde en güzeli, En müstakimi, En parlağı, En zengini; Sünnet-i Seniyeye ittiba’dır.”
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) sünneti, insanın hem dünya hem de ahiret saadetini temin eden, hikmet dolu bir rehberdir. Modernitenin getirdiği savrulmalar karşısında, gençleri Batı taklitçiliğinden sakındıran ve milli kimliğin önemini şu metin de aynı ruhu taşır:
“Ey bu vatan gençleri! Frenkleri taklide çalışmayınız! […] Çünkü şu surette ittibaınız, milliyetinize karşı bir istihfaftır ve millete bir istihzadır!”
Bu sözler, sadece dini değil, aynı zamanda kültürel ve milli duruşun da bir ifadesidir. Avrupa’nın sefahat ve batıl fikirlerine öykünmek, kendi öz değerlerimizden uzaklaşmak ve “şuursuzca onların safına iltihak edip kendi kendimizi ve kardeşlerimizi idam etmek” anlamına gelir.
***********
Evrene baktığımızda, her şeyin bir lisanla Allah’ı tesbih ettiğini görürüz.
“Sizin okuduğunuz fenlerden her fen, kendi lisan-ı mahsusuyIa mütemadiyen Allah’tan bahsedip Hâlık’ı tanıttırıyorlar.”
Bilim, kainatın sırlarını aralarken, aslında yaratıcının kudretini ve sanatını sergiler. Bir ineğin, devenin, koyunun, keçinin “Bismillah” diyerek süt vermesi, Rahmet feyzinden bir süt çeşmesi olması, Rezzak isminin tecellisidir. “Şüphesiz (sağmal) hayvanlarda da sizin için bir ibret vardır. Onların karınlarındaki fışkı ile kan arasından (süzülen) içenlere halis ve içimi kolay süt içiriyoruz.” (NAHL-66)
Bu ayet, en basit bir olayın bile ne denli ilahi bir mucize barındırdığını gösterir.
Nihayetinde, Allah’ın bizden istememizi murat etmediği şeyi bize isteme gücü vermeyeceği gerçeği, duanın ve kulluğun derin anlamını ortaya koyar:
“Eğer (Allah) vermek istemeseydi, istemek vermezdi.”
Bu, mümin için büyük bir teselli ve ümittir. İyilik yapanlara ise müjdeler vardır:
“İyilik yapanlara daha güzeli, bir de fazlası var. Yüzlerine ne bir kara bulaşır, ne de zillet! Onlar cennet ehlidirler, orada ebedi olarak kalacaklar.” (Yunus Suresi/26)
Bu fani dünyada geçici heveslerin peşinden koşmak yerine, bâkî olana yönelmek, Sünnet-i Seniyye’ye ittiba etmek ve her zerrede Allah’ın varlığını görmek, gerçek huzurun ve kurtuluşun yoludur. Gaflet perdesini yırtıp, hakikatle yüzleşmek, insanın en büyük görevidir.
Özet:
Makale, insan Suresi 27. ayeti kerimesi ve Risale-i Nur’dan iktibaslarla, dünyanın fani tabiatını ve ahiret hayatının önemini anlatmaktadır. Gençliğin kıymetini bilerek ahirete yönelmenin, dünyevi heveslerden arınmanın ve Sünnet-i Seniyye’ye uymanın gerekliliği üzerinde durulmuştur. Ayrıca, bilimin ve tabiatın Allah’ın varlığına delil oluşu, hayvanların dahi bir rahmet tecellisi olduğu ve duanın önemi gibi konular işlenmiştir.
Makale, iyilik yapanlara vaat edilen cennet müjdesiyle sona erer ve insana, fani şeylere değil, bâkî olana yönelme çağrısı yapar.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com