Kur’an’ın Işığında İnsan ve Kâinat: Hikmet, İmtihan ve Dönüşüm
Kur’an’ın Işığında İnsan ve Kâinat: Hikmet, İmtihan ve Dönüşüm
Hayat, görünürde basit bir başlangıçtan, varoluşun en derin sırlarına uzanan, hikmetlerle dolu bir yolculuktur.
Kur’an-ı Kerim, Mürselat Suresi’nde (77:20-28) insanın yaratılışını ve yeryüzünün mükemmel düzenini hatırlatarak, bu başlangıcın arkasındaki eşsiz kudreti gözler önüne serer:
“Sizin yaratılış sürecinizi basit ve zayıf bir sıvıdan başlatmadık mı? Biz o sıvıyı (rahim gibi) sağlam bir karar mahallinde korumaya aldık; tabii ki önceden belirlenmiş bir süreye kadar… Bütün bunları Biz takdir ettik; ve ne muhteşemdir Bizim takdirimiz! O gün vay haline (bu) hakikati yalanlayanların! Değil mi ki yeryüzünü, çekim gücü olan bir toplanma alanı yaptık; diriler ve ölüler için. Ve orada başı yüce heybetli dağlar var ettik; ve size billur gibi suları sebil ettik. O gün vay haline (bu) hakikati yalanlayanların!”
Bu ayetler, yaratılışın mucizevi seyrini, yeryüzünün dirilere ve ölümlülere bir yurt oluşunu, dağların ve suyun insan yaşamındaki vazgeçilmez yerini anlatarak, bu hakikatleri inkâr edenleri şiddetle uyarmaktadır.
Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, “Kur’an’ın edebiyyle edeblenmeyen, zamanın sillesiyle te’dib olunacağı muhakkaktır.”
Bu söz, Kur’an’ın sadece bir ibadet kitabı değil, aynı zamanda hayatın rehberi ve terbiye edicisi olduğunu açıkça ortaya koyar. Kim Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmaz, onun prensiplerine göre yaşamazsa, hayatın acı gerçekleri ve zamanın tokadı ile terbiye olunmaya mahkûmdur.
Kur’an, insanı hem maddi hem de manevi yönden kemale erdirecek en yüce edebi ve ahlaki kuralları barındırır.
Kâinatın işleyişi ve her şeyin bir yaratıcıya tabi oluşu da Risale-i Nur’da sıklıkla işlenen bir konudur. “Şu saray-ı acibin ustasına yani şu garib âlemin sahibine her şey musahhardır. Her şey onun hesabına çalışır. Her şey ona bir emirber nefer hükmündedir. Her şey onun kuvvetiyle döner. Her şey onun emriyle hareket eder. Her şey onun hikmetiyle tanzim olur. Her şey onun keremiyle muavenet eder. Her şey onun merhametiyle başkasının imdadına koşar, yani koşturulur.” (Sözler-284)
Bu edebi anlatım, kâinattaki her şeyin Allah’ın kudreti, emri, hikmeti, keremi ve merhameti dâhilinde hareket ettiğini, hiçbir şeyin başıboş olmadığını gözler önüne serer. Bu derin idrak, insana tevhid bilincini kazandırır ve her varlıkta ilahi bir sanatın ve düzenin olduğunu gösterir.
Hayatın en büyük hakikatlerinden biri de ölümdür. Risale-i Nur, ölümü bir yok oluş değil, bir başlangıç olarak niteler:
“İnsan-ı mü’mine nur-u iman ile gösterir ki: Mevt, i’dam değil; tebdil-i mekândır. Kabir ise, zulümatlı bir kuyu ağzı değil; nuraniyetli âlemlerin kapısıdır. Dünya ise, bütün şaşaasıyla âhirete nisbeten bir zindan hükmündedir. Elbette zindan-ı dünyadan bostan-ı cinana çıkmak ve müz’iç dağdağa-i hayat-ı cismaniyeden âlem-i rahata ve meydan-ı tayaran-ı ervaha geçmek ve mahlukatın sıkıntılı gürültüsünden sıyrılıp huzur-u Rahman’a gitmek; bin can ile arzu edilir bir seyahattır, belki bir saadettir.” (Sözler)
Bu bakış açısı, ölüm korkusunu ortadan kaldırarak onu, ebedi bir saadete açılan bir kapı olarak gösterir. Kabir, karanlık bir çukur değil, nurani âlemlere giden bir geçittir. Dünya, gelip geçici bir zindan iken, ahiret gerçek ve ebedi huzur diyarıdır.
Bu derin hakikatlerin idrakiyle beraber, insanın Yaratıcısıyla olan bağı da büyük önem taşır.
Mü’min Suresi (40/60) ve Furkan Suresi (25/77) duaların ehemmiyetini anlatır: “Rabbiniz şöyle buyurdu: Bana dua edin, kabul edeyim. Çünkü bana ibadeti bırakıp büyüklük taslayanlar aşağılanarak cehenneme gireceklerdir.” ve “De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin!”
Yusuf Suresi’nde Hz. Yakup (a.s.)’ın söylediği “…Ben tasa ve üzüntümü ancak Allah’a arz ederim…” (Yusuf Suresi 86) sözü, Allah’a tam bir tevekkül ve teslimiyetin en güzel örneğidir. İnsan, karşılaştığı her türlü sıkıntıda, her türlü tasada sığınacağı yegane kapının Allah’ın kapısı olduğunu bilmelidir. Çünkü Allah, “işte O, duyular ve akılla idrak edilemeyeni de edileni de bilmektedir, izzeti sınırsız, rahmeti boldur.” (Secde Suresi 32/6).
Ancak tüm bu hikmetlere rağmen, insan bazen neyin hayır neyin şer olduğunu bilemez.
“Sizin için şer görünende hayır, hayır görünende şer vardır. Siz bilemezsiniz Allah bilir.” (Bakara – 216) ayeti, ilahi takdire olan teslimiyetin ve her durumda Allah’a güvenmenin önemini gösterir. Bir olayın zahiri kötü görünse de, ardında nice hayırlar barındırabilir.
Hayatın son durağı olan kabirde dahi, Allah’ın rahmetine olan ümit kesilmez.
“İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyi’ciler beni bırakıp gittiler. Ve bilmüşahede gördüm ki; Senden başka melce’ ve mence’ yok. Günahların çirkin yüzünden ve masiyetin vahşi şeklinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle nida edip diyorum: El-Aman, el-Aman! Yâ Rahman! Yâ Hannan! Yâ Mennan! Yâ Deyyan! Beni çirkin günahlarımın arkadaşlıklarından kurtar, yerimi genişlettir. İlahî! Senin rahmetin melceimdir…”
Bu derin dua ve yakarış, kabrin darlığında bile Allah’ın rahmetine sığınmanın ve O’ndan af dilemenin kapısının açık olduğunu gösterir.
Sonuç olarak, kâinatın varlığı, insanın yaratılışı, ölümün hakikati ve Kur’an’ın yol göstericiliği, Allah’ın eşsiz kudretini ve merhametini bize anlatan delillerdir.
Muhammed (a.s.m)’ın risaletinin ve Kur’an’ın kâinattan gitmesi durumunda, her şeyin kaosa sürükleneceği “Lem’alar”da açıkça belirtildiği gibi, bu iki ilahi nur, varoluşun anlamını ve düzenini sağlamaktadır. İnsana düşen, bu hakikatleri idrak etmek, Kur’an’ın edebiyyle edeblenmek, Allah’a yönelmek, dua etmek, nimetlere şükretmek ve her halükarda O’na güvenmektir. Zira hakiki saadet, bu dünya zindanından ahiret bostanına geçişi iman nuruyla aydınlatmakta gizlidir.
Özet:
Bu makale, insanın yaratılışından ahiret yolculuğuna kadar hayatın temel hakikatlerini, Kur’an ve Risale-i Nur perspektifinden ele almaktadır. Başlangıçta insanın basit bir sıvıdan yaratılış mucizesi ve yeryüzünün mükemmel düzeni anlatılırken, Kur’an’ın terbiyeci rolü ve ona uymamanın sonuçları üzerinde durulmuştur. Kâinatın her zerresinin Allah’ın emrinde olduğu ve ölümün bir yok oluş değil, ebedi bir saadete açılan kapı olduğu anlatılmıştır. Duanın Allah katındaki değeri, her türlü sıkıntıda O’na sığınmanın önemi ve hayır-şer dengesindeki ilahi hikmet de makalede yer almıştır.
Son olarak, kabirdeki rahmet ümidi ve Kur’an ile Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kâinat düzenindeki merkezi rolü belirtilerek, imanın ve salih amellerin hakiki saadetin anahtarı olduğu anlatılmıştır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com