Kalpten Hayata Bir Bakış: İmtihan, Şükür ve Kâinatın Hikmeti
Kalpten Hayata Bir Bakış: İmtihan, Şükür ve Kâinatın Hikmeti
İnsanoğlu, varoluşundan itibaren hayat denen bu eşsiz yolculukta nice hallerden geçmiş, nice imtihanlarla sınanmıştır. Cenab-ı Hak, “Ey kalpleri bir halden bir hale çeviren Rabbim! Benim kalbimi dinin üzere sabit kıl!” (Tirmizî, Deavât, 89) buyurulan Hadis-i Şerif’te de anlatıldığı üzere, kalpleri dilediği gibi çeviren ve değiştiren yegane kudrettir. Bu dua, fırtınalı bir denizde sığınılacak liman misali, kalplerin dünya meşgaleleri içinde savrulmaktan kurtulup hakikat üzere sabit kalma arayışının en güzel ifadesidir.
Hayatın her anı, bir imtihan sahnesidir. Kur’an-ı Kerim’de buyurulduğu gibi: “Bismillahirrahmânirrahîm (İnsanı) imtihan edeceğiz, bu sebeple onu, işitici ve görücü yaptık.” (İnsan; 76/2). Bu ayet, insanın yaratılış gayesinin temelinde bir sınanma olduğunu açıkça ortaya koyar. İşitme ve görme gibi duyularla donatılmamız, bize verilen nimetlerin yanı sıra, dünya sahnesinde sergilediğimiz her fiilin, her düşüncenin, her niyetin hesaba çekileceğinin de bir işaretidir.
Bu açıdan Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in “ALLAH’ım, Göz açıp kapayıncaya kadar da olsa, beni nefsimle baş başa bırakma.” duası, insanın nefsine karşı daima uyanık olması ve Allah’tan yardım dilemesi gerektiğini hatırlatır. Nefis, insanı gaflete sürükleyebilen, dünyaya aşırı bağlayan ve ahireti unutturan bir tuzak olabilir.
Bediüzzaman Said Nursi, Risale-i Nur Külliyatı’nda bu hakikatleri derinlemesine işler. “Sözler-28″de geçen şu cümleler, dünya hayatına aşırı bağlanmanın feci neticesini gözler önüne serer: “O kadar sevdiğin mal ve evlat ve perestiş ettiğin nefis ve heva ve meftun olduğun gençlik ve hayat zayi olup kaybolacak, senin elinden çıkacaklar. Fakat günahlarını, elemlerini sana bırakıp boynuna yükletecekler.”
Bu ifadeler, fani olan dünyaya dört elle sarılmanın, ahirette büyük bir pişmanlığa dönüşeceğini ibretli bir şekilde dile getirir.
Gençlik, güzellik, mal ve evlat gibi dünyevi değerlerin geçici olduğunu idrak etmek, insanı hakiki ve bâki olana yöneltir.
Risale-i Nur’da kâinatın bir nimet sofrası olarak görüldüğü de sıkça işlenir. “Şualar-238″de belirtildiği üzere: “Hem cemal-i rahmetini ve hüsn-ü şefkatini ve kemal-i rububiyetini zîşuurlara göstermek ve onları şükre ve hamde sevketmek için bu kâinatı öyle bir ziyafetgâh ve bir teşhirgâh ve öyle bir seyrangâh ki; hadsiz çeşit çeşit, leziz nimetler ve gayet antika, hadsiz harika sanatlar içinde dizilmiş bir tarzda halkeden bir Sâni’-i Rahîm ve Kerim hiç mümkün müdür ve hiç akıl kabul eder mi ki; o ziyafetgâhtaki zîşuur mahluklar ile konuşmasın ve onlara o nimetlere mukabil elçileri vasıtasıyla vazife-i teşekküriyeyi ve tezahür-ü rahmetine ve sevdirmesine karşı vazife-i ubudiyeti bildirmesin. Hâşâ, binler hâşâ!”
Bu paragraf, Rabbimizin rahmet ve şefkatinin kâinat sofrasında sergilendiğini, insanlara düşenin ise bu nimetlere şükürle karşılık vermek ve kulluk vazifelerini yerine getirmek olduğunu anlatır.
Kavun, karpuz, nar gibi meyveler, “kudret konserveleri” olarak adlandırılarak Allah’ın eşsiz sanatını ve cömertliğini gözler önüne serer.
“Asa-yı Musa – 11″de ise kısa dünya hayatının uhrevi hayata göre ne kadar ehemmiyetsiz olduğu ve namaz gibi ibadetlerin terk edilmesinin ne denli büyük bir hata olduğu dile getirilir. Beş vakit namaz için harcanan kısa bir sürenin, sonsuz ahiret hayatını kurtarabilecek bir sermaye olduğu hatırlatılır.
Bu, insanlara zamanlarını ve enerjilerini nereye harcamaları gerektiği konusunda önemli bir ders verir.
Son olarak, “Uhuwet Risalesi”nden gelen “Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir. İmtizackârâne ittihad gittiği vakit, manevî hayat da gider.” cümlesi, toplumsal barış ve huzurun temelini oluşturan vahdet ve birliğin önemini anlatır. İnsanlar arasındaki birlik ve beraberlik ruhu zayıfladığında, sadece maddi değil, manevi hayat da zarar görür.
Tüm bu hikmetli sözler, insanı maddeye değil, manaya yönlendiren, kalbin temizliğini ve ibadetlerin önemini hatırlatan, kâinatın bir sergi ve ilahi bir sofra olduğunu idrak ettiren derin anlamlar taşır. İnsan, bu fani dünyada bir yolcu olduğunu unutmamalı, kalbini hakikat üzere sabit tutmalı, kendisine verilen nimetlere şükretmeli ve Rabbine karşı kulluk vazifesini en güzel şekilde yerine getirmelidir. Zira Peygamber Efendimiz’in de buyurduğu gibi: “Allah Teâlâ sizin yüzlerinize ve mallarınıza değil, kalplerinize ve amellerinize bakar.” (Müslim, Birr 34). Asıl değer, kalpteki ihlas ve amellerdeki samimiyettedir.
Özet:
Bu makale, ayet, hadis ve Risale-i Nur iktibasları ekseninde insanın dünya hayatındaki imtihanını, kalbin önemini, şükür ve kulluk vazifelerini ele almaktadır.
Kâinatın ilahi bir sanat eseri ve nimet sofrası olduğu anlatılırken, dünya malına ve nefse aşırı düşkünlüğün getireceği pişmanlıklara dikkat çekilmiştir. Özellikle namaz gibi ibadetlerin uhrevi hayattaki ehemmiyeti ve toplumsal birliğin manevi hayat üzerindeki etkisi üzerinde durulmuştur.
Makale, insanın yüzünden ve malından ziyade kalbine ve amellerine değer veren bir bakış açısıyla, hakiki kurtuluşun iman ve salih amellerde olduğunu hatırlatmaktadır.
Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com