Dünyanın Aldatıcı Cazibesi ve Asıl Değer: Bir İbret Makalesi

Dünyanın Aldatıcı Cazibesi ve Asıl Değer: Bir İbret Makalesi

İnsanlık tarihi boyunca, varoluşun en temel ikilemlerinden biri, dünya hayatının geçiciliği ile sonsuzluğun daveti arasında sıkışıp kalmaktır. Nice imparatorluklar yıkıldı, nice servetler toz olup gitti, nice şan ve şöhret sahipleri unutulup tarihin derinliklerine gömüldü. Tüm bunlar, fani olanın nihayetinde yok olmaya mahkûm olduğunu gösteren canlı ibretlerdir.

Çarpıcı ifadeyle: “Yazıklar olsun dünyaya değerinden fazla değer verip, değer biçene.” Bu cümle, asırlar ötesinden yankılanan bir hikmeti, insanın gaflet perdesini yırtıp atması gereken bir uyarıyı taşır.

Tarihin sayfalarını karıştırırken, Hazreti Süleyman’ın (a.s.) muhteşem krallığına, Firavun’un kudretli saltanatına veya Karun’un eşsiz hazinelerine rastlarız. Her biri, kendi dönemlerinde dünyanın en büyük gücünü ve zenginliğini temsil ediyordu. Ancak akıbetleri ne oldu? Süleyman (a.s.) dahi en nihayetinde dünyanın gelip geçici olduğunu anlayan bir peygamberdi. Firavun’un sonu ibretlik bir helak, Karun’un sonu ise yerin dibine batmak oldu. Bu kıssalar, bize dünyanın aldatıcı parıltısının ötesinde bir hakikatin varlığını fısıldar. Geçmişin büyük medeniyetleri, zenginlikleriyle övünen kavimler, şatafatlı saraylar, hepsi birer harabeye dönüştü. Bugün geriye kalanlar sadece ibretlik kalıntılar ve anlatılan hikayelerdir.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin Risale-i Nur Külliyatı’nda sıkça vurguladığı gibi, bu dünya bir köprüdür, bir misafirhanedir. “Ben tahmin ediyorum ki: Bütün küre-i arzın bu yangınında ve fırtınalarında, selâmet-i kalbini ve istirahat-i ruhunu muhafaza eden ve kurtaran, yalnız hakikî ehl-i iman ve ehl-i tevekkül ve rızadır. Bunların içinde de en ziyade kendini kurtaranlar, Risale-i Nur’un dairesine sadakatla girenlerdir.” sözüyle de asıl kurtuluş yolunu işaret eder.
İnsan, ebedi âleme doğru yolculuk yapan bir seyyah gibidir. Bu yolda bize yoldaşlık edecek olan ne maldır, ne evlattır, ne makamdır, ne de dünyevi bir mevkiidir. Asıl yoldaşımız imanımız, salih amellerimiz, Hak’tan korkuşumuz ve Kur’an’ın hikmetli düsturlarına sarılışımızdır.
“Yaşlanınca dine yönelmek sınava bir gün kaldığında çalışmak gibidir… Ölüm gelmeden önce uyan!” uyarısı da, bu hazırlığın ertelemeden yapılması gerektiğini net bir şekilde ifade eder.

“Döğülmeden ağlama! Hiçten korkma! Ademe vücut rengi verme! Allah’a tevekkül edene Allah kâfidir.” düsturu ise tevekkülün ve Allah’a güvenin ehemmiyetini ortaya koyar.

Bilimsel çalışmalar ve teknolojik gelişmelerle de dünyanın sırlarına vakıf olmaya çalışsak da, hiçbir bilim, ölümün ötesindeki hakikati tam manasıyla açıklayamaz.

Teknolojinin zirveye ulaştığı bu çağda dahi, en basit bir canlının yaratılışındaki mucizeyi veya bir atomun intizamını dahi tam manasıyla kavrayamayız.

“Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir, göz ise maneviyatta kördür.” sözüyle de maddenin ötesindeki manevi âlemi idrak etmenin önemine dikkat çekilir. Bu da bize gösterir ki, her şeyin arkasında kudretli bir yaratıcı vardır ve bu dünya, O’nun san’atının sadece küçük bir tecellisidir. Tıpkı şu kocaman kâinat kitabının vücud ve vahdete dair ayetleriyle bize dersler vermesi gibi, her şey O Zat-ı Zülcelal’in kemal ve celal sıfatlarına şehadet eder.
Üzüm salkımlarının dahi kendi kendine takılmadığı gibi, insan da kendi kendine bir değer elde etmez, her şeyi veren Allah’tır.

İnsanoğlu, nefsinin ve şeytanın fısıltılarına kulak verdiğinde “esfel-i safilîn”e, yani aşağıların en aşağısına düşebilirken, Hak’ka ve Kur’an’a kulak verdiğinde “a’lâ-yı illiyyîn”e, yani yücelerin en yücesine yükselebilir. Bu, insanın kendi elinde olan bir tercihtir.

İşlediğimiz her günahın, kalbimize giren her şüphenin ruhumuzda yaralar açtığını unutmamalıyız.

“Dünya sahipsiz değil ki, sen kendi kafana dünya yükünü yüklettirerek ahvalini düşünüp merak etme; çünkü onun sahibi Hakîm’dir, Alîm’dir. Sen de misafirsin; fuzuli olarak karışma, karıştırma.” sözüyle de ilahi düzene müdahale etme kaygısından ziyade, tevekkülün ve rızanın huzuruna çağrılırız.

Namaz gibi ibadetlerin, kalplerde ilahi azameti tesbit etme ve Rabbanî kanunlara itaat etme konusunda yegâne ilahi vesile olduğu da unutulmamalıdır.

“Elbette nev’-i beşer, ahir vakitte ulûm ve fünuna dökülecektir. Bütün kuvvetini ilimden alacaktır. Hüküm ve kuvvet ise, ilmin eline geçecektir.” ifadeleriyle de ahir zamanda ilmin önemine vurgu yapılırken, bu ilmin ancak imanla birleştiğinde gerçek değerini bulacağı ima edilir.
Bu yüzden, ölümlü olan bu dünyaya aşırı bağlanmak, onu sonsuz bir mekân gibi görmek, insanın kendi ebedi saadetini hiçe sayması demektir.

Hayatın sonu: Son duşumuz, son giysimiz, son aracımız ve son evimiz, hayatın ne kadar kısa ve geçici olduğunu çarpıcı bir şekilde gözler önüne serer.
Tıpkı ateşe düşmekten kaçınan pervanelere engel olmaya çalışan Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) bizi ateşten korumak için kuşaklarımızdan tuttuğu gibi, biz de kendimizi bu dünyanın aldatıcı cazibesinden korumalıyız.

Hazırlanmalıyız; başka, daimi bir memlekete gideceğiz. Öyle bir memleket ki, bu memleket ona nispeten bir zindan hükmündedir.

Özet:
Bu makale, dünyanın geçici ve aldatıcı doğasını, insana verilen ömrün asıl gayesini ve ebedi hayata hazırlanmanın önemini anlatmaktadır. Tarihi ve edebi örneklerle, dünya malına ve makamına aşırı bağlanmanın vahim sonuçlarına dikkat çekilirken, Bediüzzaman Said Nursi’nin hikmetli sözleriyle bu dünyanın bir köprü olduğu, asıl değerin iman ve salih amellerde bulunduğu ve kurtuluşun Risale-i Nur dairesinde olduğu belirtilmiştir.
İnsanlığın bilimsel ve teknolojik ilerlemelerine rağmen, asıl ilmin “iman ilmi” olduğu, maneviyatın göz ardı edilmemesi gerektiği ve ilahi düzene tevekkül etmenin önemi üzerinde durulmuştur. Makale, okuyucuyu dünyanın fani yüzüne aldanmayıp, ölüm gelmeden önce uyanmaya ve ebedi âleme hazırlıklı olmaya davet eden ibretli ve düşündürücü bir mesajla son bulmaktadır.

Hazırlayan: Mehmet Özçelik – www.tesbitler.com

 

Loading

No ResponsesTemmuz 28th, 2025