RUHUN MAHİYETİ: EMİRDEN GELEN ŞUURLU BİR KANUN

RUHUN MAHİYETİ: EMİRDEN GELEN ŞUURLU BİR KANUN
Bediüzzaman’ın Ruh Telakkisi Üzerine Derin Bir Tefekkür

“Ruh, bir kanun-u zîvücûd-u hâricîdir, bir namus-u zîşuurdur. Sâbit ve dâim fıtrî kanunlar gibi, ruh dahi âlem-i emirden, sıfat-ı irâdeden gelmiş; kudret ona vücûd-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latîfeyi o cevhere sadef etmiştir. Mevcud ruh, mâkul kanunun kardeşidir. İkisi, hem dâimî, hem âlem-i emirden gelmişlerdir. Şayet nevilerdeki kanunlara kudret-i ezeliye bir vücûd-u hâricî giydirseydi, ruh olurdu. Eğer ruh, vücudu çıkarsa, şuuru başından indirse, yine lâyemut bir kanun olurdu. ”
Hutbe-i Şamiye

Giriş:

İnsanlık tarihi boyunca “ruh” meselesi, hem aklın hem inancın en çok kafa yorduğu konulardan biri olmuştur. Maddî gözle görülmeyen, elle tutulmayan ama varlığı inkâr edilemeyen bu hakikat, insanın sırlarla dolu varlığının merkezinde yer alır.
Bediüzzaman Said Nursî, Hutbe-i Şamiye’de ruhu tarif ederken modern felsefenin sınırlarını aşar ve Kur’ânî bir kavrayışla şöyle der:
“Ruh, bir kanun-u zîvücûd-u hâricîdir, bir namus-u zîşuurdur.”
Bu tarif, ruhun hem manevî bir kanun hem de şuurlu bir öz olduğunu ifade eder. Ruh; sadece bir canlılık ilkesi değil, ilâhî iradenin taşıyıcısıdır. Bu makalede, bu tarifin hikmetli boyutlarını anlamaya çalışacağız.

  1. Ruh: Hissedilir Ama Maddî Değil, Varlığı Zihinsel Değil, Gerçektir

Bediüzzaman’ın “kanun-u zîvücûd-u hâricî” ifadesi, ruhun sadece zihinsel bir kavram değil, aynı zamanda haricî (dışta) varlığı olan bir gerçek olduğunu ortaya koyar.

Tıpkı yerçekimi gibi bir kanundur ama o kanundan farklı olarak şuur sahibidir.

Tıpkı hayat gibi görünmez, ama eserleriyle kendini gösterir.

Ruh, varlıkların sadece yaşamını değil, anlamını da taşır.

Bu sebeple ruh; hem içimizdedir, hem dışımızda işler; hem bedenle ilgilidir hem de âlem-i emir dediğimiz yüksek manevî boyuttan gelir.

  1. Ruh ve Kanunlar: İki Kardeş Mahiyet

Ruhun, nevilerdeki sabit kanunlara benzemesi dikkat çekicidir.

Bediüzzaman’a göre, eğer kudret, o fıtrî kanunlara maddî bir varlık giydirseydi, onlar da ruh gibi olurdu.

Tersinden bakarsak; ruhtan şuur çıksa, o da sabit bir kanun gibi kalır.

Bu benzetme bize şunu gösterir: Ruh, hem sabit ve daimî bir mahiyet taşır, hem de şuurlu ve irade sahibi bir cevherdir.
Yani ruh, kainattaki sabit kanunların dahili, canlı ve idrakli versiyonudur.

  1. Âlem-i Emir: Ruhun Geldiği Yüce Kaynak

Kur’ân, ruh hakkında şöyle der:

> “Sana ruhtan soruyorlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir.” (İsrâ, 85)

Bu ayetle uyumlu olarak Bediüzzaman da ruhu “âlem-i emir”den gelen bir varlık olarak tanımlar.

Yani ruh, maddeden değil, ilâhî emrin tecellisinden doğmuştur.

Bu da onun yaratılışının fizikî değil, metafizikî olduğunu gösterir.

Bu yönüyle ruh, elektrikle çalışan bir cihazdaki elektrik gibidir; ama o cihazdan bağımsız bir mahiyete sahiptir.

Ruhun bu yüce kaynağı, ona ebediyetle temas kuran bir cevher olma özelliği kazandırır.

  1. Ruhun Kudretle Giydirilmesi: Latîf Bir Sedefte Cevher

Bediüzzaman’ın şu ifadesi, ruhun somutlaşmasını tarif eder:

> “Kudret ona vücûd-u hissî giydirmiştir. Bir seyyale-i latîfeyi o cevhere sadef etmiştir.”

Yani ruh, aslında soyut bir emirdir; ama Allah’ın kudretiyle bedende hissedilir bir varlık hâline gelmiştir.

Beden, ruh için bir elbise veya bir kabuktur.

Ruh ise bu kabuğun içindeki incidir.

Ruhun latîf (nurânî ve hassas) yapısı, onu cisimlerden ayırır ama etkisini onlarda gösterir. Tıpkı bir lambanın ışığı gibi; görünmez ama aydınlatır.

  1. Şuurun Ayrılmasıyla Ruh, Yine Kanundur

Bediüzzaman, ruhun şuurundan sıyrılsa bile bir “lâyemut (ölmez) kanun” olarak kalacağını söyler.
Bu ifade; ruhun ebedîlik taşıyan bir mahiyet olduğunu ve onun sıradan bir “can” değil, yüksek bir varlık prensibi olduğunu ispatlar.
Ruhun en düşük hali bile, yine Allah’ın değişmez yasalarına (sünnetullah’a) bağlı bir gerçekliktir.

Sonuç:

Bediüzzaman’ın bu derin izahı, ruhun mahiyetini anlamada eşsiz bir perspektif sunar. Ruh, maddî değil ama gerçektir; sabit ama şuurludur; görünmez ama etkilidir. O, ilâhî bir emirden gelen, kudretle şekillenen, varlığa anlam ve hayat veren cevherdir. Bu anlayış, hem insanın kıymetini artırır, hem de yaratılışa karşı hayranlığı derinleştirir. Ruhunu tanıyan, Rabbini tanır; fıtratına kulak veren, hakikate ulaşır.

ÖZET:

Bu makalede, Bediüzzaman Said Nursî’nin Hutbe-i Şamiye’deki “Ruh, bir kanun-u zîvücûd-u hâricîdir…” cümlesinden hareketle ruhun mahiyeti izah edilmiştir. Ruh; âlem-i emirden gelen şuurlu ve sabit bir kanundur. Kudret, ona hissedilir bir varlık giydirmiştir. Şuurdan sıyrılsa bile, yine ölmeyen bir hakikat olarak kalır. Netice olarak ruh; insandaki en kıymetli cevher, varlıktaki en sır dolu emirdir. Onu anlamak, varoluşu anlamaktır.

 

Loading

No ResponsesHaziran 27th, 2025